9807,50%0,45
36,29% 0,01
38,14% 0,76
3432,22% 0,19
5639,62% -0,34
Sibel Bingöl’ün Yazar ve Düşünür Eluca Atalı Röportajı 2.Bölüm.
“Kendine hâkim ol, kimse sana sahip olmasın! Bir başkasının senin üzerindeki hükümranlığı,
kendine sahip olamamakla başlar! Eluca Atalı.”
Gönül dergâhında yaşayan insanların yolculuğu hiç bitmez. Zihin, kanıtlandığı gibi, ışıktan ve sesten daha hızlı ve güçlü bir erişime sahiptir. İşte Eluca Atalı’nın derin iç dünyasına, Atatürk’ün “Hiç şüphesiz dünyanın en güzel şehridir” dediği, Türkiye’nin mavi şehri Antalya’nın kalbi Lara’dan (Muratpaşa) uzanıp İsveç’i onurlandıran yaşam makamına bir kuşun kanadına tutunup erişim sağlamamız, ancak onun ülkeleri aşan derin bir düşünce insanı olmasından kaynaklanıyor.
Eluca Atalı, ilk röportajımızda adını Filozof Asif Ata’dan aldığını belirtmişti. Atalı, okurlarının kalbine dokunan bir yazar olarak, benim de hayatıma derin bir anlam yükledi. Benim için düşündüğü ismi ise ilk defa bu röportajda okurlarımızla paylaşacağız.
Eserlerinde ele aldığı konuların özü: cesaret, bilgelik ve yılların emeğiyle harmanlanmış bir derinlik taşıyor. Örneğin “ Kendini Getir” kitabı, her sayfayı okuyup tekrar geri dönüp tekrar okuma hissi uyandırdı ben de.Zihnim çölde dolaşırken aniden bir ırmağın kenarında kana kana su içer gibi oldu. Atalı’nın iyi bir gözlemci olduğunu, gördüğünü sıradanlığın dışında bir bakışla yansıttığını anlıyoruz.
Çok ses getiren ilk röportajımızın ardından, şimdi ikinci bölümde sınırları aşan bu kalemin dünyasına hep birlikte yolculuğa çıkıyoruz.
Bir açıklama getirmeliyim Azerbaycan’la Türkçe dil farkından “Hocam” hitabım yanlış anlaşılmış. “Doktor” anlamında yazdığım düşünülmüş. Öyle değil, Röportajda kullandığım “hocam” terimi, üstün bir bilgelik ve manevi rehberlik anlamına gelir. Bu terimi, Uluca Atalı gibi önemli bir figüre duyduğum saygıyı ifade etmek için kullanıyorum.
-Hocam, merhaba. Çok merak ediyorum: İlk röportajımızdan sonra aldığınız geri dönüşler nasıldı? Okuyucuların tepkileri ve yorumları sizi nasıl hissettirdi?
Eluca Atalı: “İlk röportajın yayınlandığı gün biraz sıra dışı bir gündü, zira bir gün içinde 20'den fazla medya kuruluşu benimle ilgili haber ve makale yayınladı. Günün bir kısmını okuyucu mesajlarına cevap vererek geçirmek zorunda kaldım. Herkes kendisinde Anka Kuşu’nun bir parça bulduğunu söyledi ve tabii ki en çok tepki, kendini yaratan kuşla ilgiliydi. Röportajda, ‘Asif Ata’nın Kâmil İnsan düşüncesinin temelinde kendini yaratmanın, yani yeniden doğuşun yattığını’ söyledim ve bunu Anka kuşunun yaşam tarzında sanatsal olarak yansıtmaya çalıştım. Bazı okuyucularım hakkında kendi görüşlerim var. Bunun en büyük sebebi beni çocukluğumdan beri tanıyanlardır.
Bir gün Hz. İsa'nın şehir meydanında yeni bir inancın gelişini müjdelediği anlatılır. “O peygamber kimdir?”diye soruyorlar. Sonra İsa kendini gösterir. Gülerek, "Dün güne kadar bizimle balık tutuyordun" diyorlar. İsa'dan bahsetmiyorum bile, benimle birlikte büyüyen insanlar seninle yaptığım röportajdan sonra benim kim olduğumu anlamış gibi görünüyorlar. Bazen insanlar etraflarındaki insanların büyüklüğünü ve farklı düşüncelerini göremez veya takdir edemezler. Bu sadece bizim toplumumuzda veya zamanımızda böyle değil, her zaman böyle olmuştur. Bu doğrudan insan psikolojisiyle alakalıdır.
-Tarihi olayları ve kişisel hikayeleri eserlerinizde nasıl yansıtıyorsunuz? Gerçek olaylara dayalı yazarken ne gibi zorluklarla karşılaşıyorsunuz?
Eluca Atalı: “ Tarihsel olaylarla başlayalım. Yukarıda isimlerini andığım "İran Hizbullah Hapishanesinde" kitabının yüzde 99'u gerçeklere ve belgelere dayanmaktadır. Bu romanı, çoğu ölüm cezasına çarptırılmış, hapis yatmış 100'den fazla eski mahkumla görüştükten sonra yazdım. Tabii ki burada benim kendi duygularımın da büyük rolü var. Yazar, eserini sanatsal forma soktuğunda, yaşadığı duyguları esere aktarır ve eserdeki canlılık da buradan kaynaklanır. İlginçtir ki, kitabım yayımlandıktan sonra Türkiye'den, Güney Azerbaycan'dan, hatta Kuzey Azerbaycan'dan gazeteciler, yayınlarında beni Güneyli bir yazar olarak sunmaya başladılar. Okuyucularım, "İran Hizbullah hapishanesinde kaç yıl geçirdiniz? Hangi hapishanelerde zaman geçirdiniz? Neden tutuklandınız? İran'ın neresindensiniz?" diye sordular. Ve bunun gibi sayısız soru soruyorlar. "Hapiste değildim" cevabım onlara inandırıcı gelmiyor. Eğer hapiste olmasaydınız bu kitabı nasıl yazdınız? Fatman'ın "Sana günlüğünü kim verdi? Ona nasıl verdin? Nasıl aldın?" Aslında eserin ikna edici gücü okuyucuda bu soruları uyandırıyor. Kısacası, hapiste olan insanların kaderini içselleştirdim, onların yaşadıklarını kendi hayatımda yaşadım.
-“Hocalı'da Tigranlık" adlı eserinizi yazarken üzerinizde bir baskı hissettiniz mi?
Eluca Atalı: “Tarihi gerçeklere ve gözlerimin önünde yaşanan Hocalı soykırımına dayandığı için yazarken herhangi bir baskı hissetmedim. Çünkü tarih bilgim ve içinde bulunduğum olaylar beni yazmaya yöneltti.
"Nalşekilli Kuşatması" adlı kitabım Anadolu Cephesi'nde başlayan ve Andronikos'un ordusunun Laçin'deki Zavukh Vadisi'nde bozguna uğramasına kadar süren savaşı anlatıyor. Tarihi gerçekleri milli düşüncemle analiz edip yazdım. Bu konu ile de uğraşmama gerek kalmadı, yazana kadar sanki tokmuşum gibi, o yüzden iki hafta boyunca gece gündüz çalıştım.
Gerçek olaylardan bahsederken, olaya katılanların adlarının ve olayların geçtiği yerlerin değiştirildiği, bazı olaylara özel renk verildiği durumlar da vardır. Son aylarda "Bir Cüt Göz" ( Bir Çirt Göz) adında bir monolog yazdım. Olaylar gerçektir, iki çocuk annesi bir kadın, çocuklarına yemek yedirmeye vakit bulamamaktadır, ailesinin günlük ihtiyaçlarını karşılamak için her gün çalışmak zorundadır. Ama son yıllarda insanlık için bir felaket haline gelen COVID hastalığını da işe dahil etmem gerekiyordu. Çalışmada hem artan gerginliği hem de bekar bir annenin zor bir durumdan nasıl kurtulabileceğini göstermek istedim.
Komik hikayelerim var, okuyucular "Sen buradaki kadın mısın?" diye soruyorlar. Bu tür sorulara detaylı cevap veremem. Yazar yazdığı her şeyi yaşamaz ama yaşadıklarından yazdıklarına renk katar.
"Gecikmiş Oyuncak" adında otobiyografik bir öykü yazdım ve bu kitap yayımlandıktan sonra okuyucularım bana oyuncaklar satın alıp gönderdiler. Çünkü eserimde 6 yaşımdan 46 yaşıma kadar tam 40 yıl boyunca bir oyuncaktan uzaklık hissi beni takip etti. Okuyucularımın ne demek istediğimi gayet iyi anladıklarını düşünüyorum.”
-Eserlerinizde kadınların yaşadığı toplumsal zorluklara da değiniyorsunuz. Kadınların özgürlük mücadelesinde nerede olduğumuzu düşünüyorsunuz?
Eluca Atalı: “Toplumumuzda kadın, ne aile içinde ne de toplum içinde kimliğini tam olarak ortaya koyamamıştır. Bakın, özgürce hareket eden, kariyer sahibi olan kadınların çoğu ailelerinden ayrı yaşıyor. Kadınların bağımsız hareket etmesini ne erkekler ne de toplum tam olarak kabul etmiyor.
Kadınların yalnızlık sorununu görüyorum. Yukarıda sözünü ettiğim "Bir Çift Göz" adlı eserdeki kadın da ailevi ve toplumsal sorunlar yaşayan kadınlardan biridir. Ayrıca, kendilerini erkeklere zorla kabul ettiren feminist kadınları da kabul etmiyorum. Amerikalı gazeteci Julia Assange şöyle diyor: "Avrupalı feminist kadınlar Arap şeyhlerine benziyor. Avrupalı feministler, Arap şeyhlerinin kadınlara baskı yaptığı gibi erkeklere baskı yapıyor." Toplumumuzda kadın ve erkek arasında eşitlik yoktur. Bu, söylenerek veya yazılarak çözülebilecek bir sorun değil, herkesin kendini eğitmesiyle çözülebilecek bir sorundur.
Toplumda her kadın kendi annesi ve kız kardeşi gibi görülmeli, kadınlar da erkeklere aynı saygıyla bakmalıdır. Kadının kendini bağımsız olarak yönetebileceğine dair güven olmalı. Sanırım artık kadınlarımız da şunu anlıyorlar ki, erkekler onlara hak vermeyecek, kadınlar kendi haklarına sahip olacaklar.”
Eluca Atalı: “Sibel Hanım, Sualinizden önce size düşündüğüm adı açıklamak istiyorum.
-“Düşünüyorum. Hazır mıyım? Atalı açıklamasa, ben sormayacaktım. Vakti şimdiymiş. Biraz ara verip, evimin karşısında konumlanan Düdenpark’a süzülüyorum. Şelalesinin büyüleyici manzarasına dokunuyor irislerim, denizle buluşmasını seyrediyorum. Bir kedicik bana eşlik ediyor. Mutlu turistler fotoğraf çekiyor. Hava serin, fakat güneş tepemizde ışıldıyor. Rüzgar, anne şefkati gibi okşuyor saçlarımı. Derin nefes alıyorum. Heyecanım benden önce gider varacağım yere. İlk defa sakin, yavaş adımlarım. Tekrar bir adım atıyorum. Yorgunum, fakat bitkin değilim. Eluca’yı, kaç defa beynim kodlanmış gibi “Uluca” yazdırıyor. Aslında daha yeni adımı duymadan çoktan ‘Ulu’ makamına oturuyor, Eluca.”
Eluca Atalı: “Kızım ‘Atanur’, ismini Asif Ata verdi. Benim ismimin El-‘Uca’sı, kızımın ‘Nur’u. Kızımla benim ismimin birleşmesidir: ‘Ucanur’. Canım, sizin için düşündüğüm isim: ‘Ucanur Atalı’. Yarınımızı aydınlatmaya çalışıyorsanız, bırakın ışık etrafınızda parlasın. Sizde gördüğüm ışığı fark ettim ve bu ismi verdim. Bizde cisim, fiziki yok; ruhsal yakınlık esastır. Korkma. Korktuğunda insanın enerjisi azalır. Uca ve Nurlu bir şekilde amel (iç yolculuğa hareket) etmenizi, daima böyle olmanızı istiyorum. Anka Kuşu’nu anlayan herkes, Anka Kuşu’nu yaşamaya başlar.”
-“Sizin bir parçanız oldum ve bu benim için tarifsiz bir değer taşıyor. Kızınızla birlikte oluşturduğunuz ismi ve layık gördüğünüz ‘Atalı’ soyadını kalbimde ve ruhumda her zaman taşıyacağım. Bu sorumluluğun farkındayım ve elimden gelenin en iyisini yaparak, her anımı en iyi şekilde yaşamaya gayret edeceğim. Bana bu onuru verdiğiniz için minnettarım. Teşekkür ederim.”
-Asif Ata Ocağı, Mevlânâ ve Şems’in eğitimi gibi bir sistem mi, yoksa Mevlevilik gibi manevi bir düşünce tarzı mı? Yoksa tamamen insanın iç dünyasına mı odaklanıyor?
Eluca Atalı: “Asif Ata Ocağı, klasik bir tarikat veya Mevlevilik gibi belirli manevi ritüellere dayalı bir sistem değildir. Mevlânâ ve Şems arasındaki gibi bireysel bir eğitim tarzı da yoktur. Bunun yerine, Asif Ata Ocağı, insanın ahlaki gelişimine ve içsel olgunlaşmasına odaklanan bir öğretidir. Bu öğreti, bireylerin kendi hatalarıyla yüzleşmesini, vicdanını kaybetmemesini ve hayatını daha bilinçli bir şekilde yaşamasını sağlar. Takipçiler, Asif Ata’nın düşüncelerini hayatlarına entegre eder ve “Kendimle Savaş” gibi yöntemlerle içsel bir analiz yaparak, kendilerini sürekli geliştirmeye çalışırlar.
Bu anlamda, Asif Ata Ocağı, manevi ritüellere veya tekniğe dayalı bir yapıdan ziyade, daha çok kişinin hayatına, vicdanına ve ahlaki sorumluluklarına odaklanmış bir sistemdir.”
-Hocam, Günümüz dünyasında edebiyatın gücünü nasıl görüyorsunuz? Dijitalleşen dünyada kitapların ve yazının rolü değişiyor mu?
Eluca Atalı: “Günümüzde sadece toplumumuzda değil, dünya genelinde kitap okuma oranı çok düşük seviyelere gerilemiştir. Birincisi, fiziksel kitabı okumak açısından. Bunun da ciddi nedenleri var. Bilgi kanallarının yaygınlaşması ve en önemlisi insanların renkli, kolay sindirilebilir bilgiye yönelmesi. Sorunuz benim için biraz hassas bir konu. Hem yazarlığım, hem de kütüphanecilik ve Biyologluk mesleğim dolayısıyla.
Edebiyatın rolü her zaman önemlidir, dün, bugün, yarın da olacaktır. Elbette güçlü edebiyattan bahsediyoruz, insanlara bir şeyler verebilecek şeylerden.
Edebiyat aynı zamanda estetik zevki şekillendirir, kelime dağarcığını zenginleştirir, dünya görüşünü genişletir, hayal gücünü artırır ve okuyucuya yeni düşüncelere dair ipuçları verir. Yeni doğan tüm çocuklarımızın süpermen, süper kahraman olmak istemesi edebiyatın gücü değil midir? Ya da belki Disney filmleri onları bize daha az benzetiyor. Derler ya, bu edebiyatın bir sorunudur, Disney filmlerimiz kendi zihniyetimize göre yapılmalı.”
-Günümüzdeki toplumsal olaylar yazma bakış açınızı nasıl etkiliyor?
Eluca Atalı: “Günümüzde çok sayıda olay yaşanıyor ve her an yeni bilgilere ulaşmak mümkün. Bazen bir bilgi diğerini çürütebilir. Yazar toplum içinde yaşasa bile, toplumun gerçeklerine gerçek değeri verebilmesi için toplumun üstüne çıkabilmelidir. Bunun için dahi olmanıza gerek yok, ancak sosyalleşmekten kaçınmanız ve şu anın üstünde yaşamanız gerekiyor. Açıkçası çok acı çekiyorum. Çünkü okuyucular aynı zamanda insanları zorunlulukla da karşı karşıya getirirler. Sen de böyle bir şey yazsana? Yazma yeteneğiniz nereye gitti? vesaire. Çok fazla kınayıcı soru var. Her şeye kesin bir cevap vermek mümkün değil, okuyucular çoğu zaman edebi dili gazetecilikle karıştırıyorlar. Bir yazar bir konuyu edebiyata taşımak için günlerce düşünür, zihninde çözer. Gazetecilikte bilgi, olduğu gibi sunulur. Yazarın görevi, olaya onun öz ve anlam gözüyle bakmaktır. Bazen izole olmam gerekiyor, sadece kendi kendime düşünüp, olanın ve olması gerekenin seviyesini fark edip kavramak için.
-Türk ve Azerbaycan edebiyatını nasıl değerlendiriyorsunuz? Ortak bir kültürel mirasımız var mı?
Eluca Atalı: “Hem Türk hem Azerbaycan edebiyatı çok zengindir, özellikle klasik edebiyatımızda şiir çok zengindir. Edebiyatımızın zenginliği, içsel maneviyatımızın güçlü olduğunu ve sözüne değer veren bir millet olduğumuzu ispatlamaktadır.
Ortak kültürel mirasımız esas olarak Dede-Korkut, Köroğlu vb. destanlarımızdır. Bunlar kimliğimizi belirleyen söz anıtlarıdır. Aynı dilin taşıyıcıları olmamızın yanı sıra, ortak düşüncelerimiz gelenek birliğimizi de ortaya koymaktadır. Edebiyat yaratılan veya tamamlanan bir şey değildir, bilakis bir milletin varlığını gösterir. Zengin edebiyat üreten milletler her zaman ayakta kalmayı başarırlar.
-Genç ve hevesli yazarlara ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz? Yazmada en önemli başarı ne olmalıdır?
Eluca Atalı:”Genç yazarların gerçek yazarlık yoluna girebilmeleri için kendileri üzerinde çok çalışmaları gerekir. Ciddi okumak gerekir ama yazmak sadece okumakla olmaz. Düzyazıda felsefi bir yük olmalı, derin yazarsanız felsefe orada görünür olur. Sıfırdan yazarsanız, sadece yaşananları anlatırsanız yazdıklarınız 5 gün akılda kalır, kimseyi de rahatsız etmez. Karşılarına çıkan her eseri okumasınlar, beyinlerini karmakarışık bir hale getirirler, içten içe öfkelenirler. Değerli eserler okusunlar ki, daha derinlere inebilsinler.
Ve şöhret için yazmamalılar, birinin alkışı için yazmamalılar. Şöhret onları uçurumun kenarına sürükleyebilir.
Benim yazar olarak başarımın çoğunu beni yayınlamayan yayıncılara borçluyum.
-Neden?
Eluca Atalı: “Çünkü benimle aynı dönemde edebiyata adım atan genç yazarların çoğu ciddi edebiyat yapamadılar. Yazdıkları her şey yayımlandı ve kendileri üzerinde çalışmak gibi bir hedef koymadılar. Benim için bir şans da Asif Ata Ocak'ın felsefesini inceleyerek kendi yazarlık yolumu belirlemem oldu. Baba diyor ki: "Yazın ki unutmasınlar. Yazın ki kalıcı olsun!"
-Hocam, bu yaşam mücadelesinde hiç yükselip sert bir şekilde yere çakıldığınızı ve yenildiğinizi hissettiniz mi?”
Eluca Atalı: “Hayatımda başarısızlıklarım oldu ama bunları felaket boyutuna taşımadım. Belki de bu içimdeki iyimserlikten kaynaklanıyordu.
Bir ara kendimi tam bir kasırganın ortasında hissettim. Ne yapacağımı, nasıl yapacağımı çok düşündüm. Hayat bu mu? — Kendime bu soruyu sordum ama cevapsız kaldı. Etrafımda beni mutlu eden hiçbir şey yoktu: Dostlarım, olayların gidişatı. Her şeyde bir görelilik görüyordum, öte yandan 1990'daki Kanlı Ocak olayı yeni olmuştu, Karabağ savaşının ilk dönemiydi ve her gün ölen, yaralanan, silah kullanamayan insanlar savaşın kurbanı oluyordu. Üniversitede ikinci sınıftaydım ve sınıf arkadaşlarım arasında bile bir fikir birliği sağlayamıyordum.
Bütün bunlar beni depresyona soktu, hatta depresyonum Kasım 1990'da intihar noktasına kadar geldi.
-Kendinizi yeniden inşa edip ‘Yeniden Doğuşu’nuzda elinizden tutup kanatlarınızı çırpan o ilham neydi?
Eluca Atalı: “Beni ancak bir tesadüf kurtardı. Öğrenci arkadaşım Şirin elinde bir kitapla odama geldi: Asif Ata'nın "Zıtlıklar" adlı kitabı. Kitabın yazarı bu filozoftan çok bahsetmişti, ortaokulda edebiyat dersi veren öğretmenim de bana bu filozoftan bahsetmişti. Kitabı bir geceliğine ödünç alıp sabaha kadar okuyabildim. Kitap felsefi olduğu için içinde ne yazdığını pek anlamadım. Ama dünyadaki, yaşamdaki, insanlardaki zıtlıkları anlatıyordu. "İşte aradığım bu!" Sanki bir ömür beklediğim kişi gelip geçmiş gibi bir haykırış yükseldi içimden: KURTARICI! Daha sonra bu büyük adamla tanışmaya karar verdim ve bir ay sonra bu mümkün oldu. Onunla tanışmam hayatımın dönüm noktası oldu.
Annemin de pek çok anne gibi benim hakkımda çok şikâyeti vardı elbette. Babalar-oğullar, anneler-kızlar meselesinin bütün toplumlarda, bütün dünyada, her zaman var olduğunu ve var olmaya devam edeceğini düşünüyorum. Annemle aramızdaki düşünce farkı bazen uçuruma varıyordu. "Sen kızsın, herkes sana kızmışsın gibi davranıyor!" Çok dedikodu duydum ama toplumun yerleşik düzenine uymaya hiç niyetim yoktu. Neden herkes gibi olmak zorundaydım?
-Peki, herkesleşmek, herkes gibi olmak… Herkes ideal midir?
Eluca Atalı: “Bu, idealimi kitaplarda aradığım anlamına gelmiyordu. Eğer hayatındaki tüm zorlukları aşmış bir insan örneği bulmuşsam, neden onun yolundan gitmeyeyim ki? Annesinin kuğuya söylediklerine bakın: "Normal bir kuş gibi yaşa, yüksekten uçma, yırtıcıların avı olursun, yerde yürürken dikkatli ol, seni yakalayıp kafese koymalarına izin verme. Bir kuşun başarabileceği tek şey üremektir. Güneşe ulaşmak senin gerçek yeteneklerinin ötesindedir." Küçük kuş gerçekliğin üstüne çıkmayı başardı ve içindeki olasılığı keşfetti. Bu çalışmayla kendi biyografimi yazmış oldum.
Hiç kimse bir insanı, onun kendini tanıdığı gibi tanıyamaz.
Benim ‘Kendimle Savaş’ not defterim var mesela, Asif Ata bunu bana önerdi. Bu defterle kendi hatalarımızı, yanlışlarımızı yazarak daha sonra tahlil ediyoruz ve bu yanlışlardan nasıl kurtulabiliriz diye çözüm yolu arıyoruz.”
-Okuyucularınıza iletmek istediğiniz özel bir mesaj var mı?
Eluca Atalı: “Kitap okumaya her zaman vakit ayırmalılar. Okuyucunun kitap okumaya ayırdığı zamanın iç dünyasını zenginleştirdiğini bilmesi gerekir. Kitapla arkadaş olsunlar, okuduktan sonra olayların gidişatını değil, anlamını öğrensinler. Bir olay farklı biçimlerde gerçekleşebilir. Ama anlam birdir, o halde olayın kendisindeki gizli anlamı keşfetmelerine ve anlamalarına izin verin. Yazar olayı anlatıyor. Düzyazıda betimleme öncelikle anlama hizmet eder. O yüzden diyorum ki, olayın peşine düşmeyin. Rehberleri onlar olsun. Daha sonra kendi hayatlarını bu anlama göre şekillendirebilirler.
İnsanlara yeni ruh vermek çok önemli. Ayrıca tüm çocukların Anka Kuşu’nu okumasını istiyorum. Çünkü gençliğimiz artık boş, mantıksız şeylere sürükleniyor şu günlerde. İnsan nerede olursa olsun vicdan duygusunu kaybetmemesi gerekir.”
-Cem Karaca:”Hayat sırrının suyunu
Çeşmelerden bulamazsın
Ansızın bir deli çaydan
İçersin de kanamazsın” demiş.
Hocam, siz hayatın anlamını mutluluğun sırrını bulabildiniz mi?
Eluca Atalı: “Ben mutluluğu hayatta değil, Amalda (iç yolculuk) buldum. Hayat bana en çok fiziksel ihtiyaçların karşılandığı bir varlık gibi göründü. Sadece yaşamak için bu yeterliydi. Ama hayat beni tatmin etmedi, kendime orada bir yer bulamadım. Bu yüzden Amala yöneldim — Asif Ata Ocağı’na geldim, Ata’ya evlat oldum, dünyevi kimliğimi geride bıraktım ve Amalda yeniden doğdum. Hayatın cazibesine kapılmadım; hayatta ne elde ettiysem, kısa bir süre sonra gözümde küçüldü.”
Eluca Atalı’nın “Felsefi-sanatsal minyatür” diye belirttiği “ Kendini Getir” kitabının bir tüyüne odaklanıp “Herkesin Kendi Dünyası” ile noktalıyoruz.
İsveç’e doğru yaptığımız bu manevi yolculuğumuzu, Eluca Atalı’nın “Kendini Getir” kitabında ‘felsefi-sanatsal minyatür’ olarak belirttiği sayfanın bir tüyüne odaklanarak, ‘Herkes Dünyaya İçinden Bakar” ile noktalıyoruz.
Herkes dünyaya içinden bakar.
Bu nedenle, içi nasılsa, dünyayı da öyle görür. Kendisi olamayanların dünyası enkazdır, yıkıntıdır.
Kendini bulanların dünyasıysa, ebedi hayattır.
Birinciler dünya haliyle, ikincilerse kendi dünyalarıy-
la yaşayanlardır.
2 Dayanma Günü, Ata Ayı, 20.yıl 02.09.1998 Kendini Getir, Eluca Atalı”
İnsanın kendini insan olarak keşfinden sonra yaratıcısına ulaşan bir yazım akımı başlatırız, kim bilir? Minyatürden büyük resmi görebilmek umuduyla…
Röportaj: Sibel Bingöl (Ucanur Atalı)