11189,50%1,65
42,54% -0,05
49,54% 0,03
5730,81% -0,09
9297,33% 0,00
ANKARA- 09.12.2025- Gazi Üniversitesi Türk Dünyası Uygulama ve Araştırma Merkezi (TÜRKDAM), Gazi Üniversitesi Türk Dünyası Gençlik Topluluğu ve Kızılelma Kadın, Gençlik ve Çocuk Derneği tarafından organize edilen “Türk Dünyası Sorunları ve Sorunlu Bölgeler” başlığı altındave takip ettiği bir panel düzenlendi.
Gazi Üniversitesi Rektörlük binasında yer alan Mimar Kemaleddin Salonu’nda gerçekleşen, sunuculuğunu TBMM ve TRT Program Yapımcısı ve Sunucusu Yasemin Aras'ın yaptığı etkinliğe kalabalık bir protokol ve davetli topluluğu ilgi gösterip katılıp sağladılar. Program saygı duruşu ve İstiklâl Marşı ile başladı.

Programda, Açılış konuşmalarını yapmak üzere kürsüye ilk olarak gelen Gazi Üniversitesi Türk Dünyası Gençlik Topluluğu Başkanı Seyfullah Kaya, bu etkinliğe katılan ve ilgi gösteren tüm katılımcılara teşekkür ederek, burada bulunmalarının Türk Dünyası için çok değerli olduğunu vurguladı. Kaya, panelin sorunlu bölgeler başlığıyla organize edilmiş olsa da burada sadece coğrafi problerin ele alınmayacağını belirtti.
Kaya, “Bizim için Kırım yalnızca haritada bir yarımada değil, sürgüne direnen bir toplumun vatanı. Ahıska, vatana duyulan bitmeyen bir hasret. Kerkük, Türkmeneli hoyratlarda dile gelen bizi biz yapan, öz mayamızdır. Kıbrıs, vazgeçemeyeceğimiz egemenliğimiz; Karabağ ise sabrın kutlu zaferidir.” diyerek andı. bu bölgelerde yaşayan tüm soydaşlarımızın tarih boyunca büyük bedeller ödedeiğini söyledi.
Bu programda sadece problemlerin konuşulduğu bir etkinlik olmaması gerektiğini belirten Türk Dünyası Topluluğu Başkanı Kaya , “Yolumuz İsmail Bey Gaspıralı’nın da dediği gibi ‘Dilde, fikirde, işte birlik’ sloganını bir slogan olmaktan çıkarıp yaşantımıza dökmektir.” dedi.

Konuşmalarını yapmak üzere daha sonra kürsüye gelen Kızılema Kadın, Gençlik ve Çocuk Derneği Başkanı Dr. Yasemin Meydan, programın yalnızca bir toplantıdan ibaret olmadığını belirttiği açıklamalarında “Bugün burada aynı kandan aynı candan aynı tarihten gelen bir milletin evlatları olarak omuz omuzayız, omuz omuza olmak zorundayız. Her birimizin yüreğinde vatandan uzak, haksızlığa uğramış, sesi kısılmaya çalışılmış Türk yurtlarının hüznü, acısı ve umudu var.” dedi.
Doğu Türkistan’daki toplama kamplarından, Rus işgali altındaki Kırım’da yapılan baskılardan söz eden Dr. Meydan, yayılmacı güçlerin sistematik bir baskı, yıldırma ve asimilasyon politikası ile birlikte korkutup bezdirmeyi amaçladıklarını söyledi. Bunun yanında Azerbaycan’da memleketlerinden koparılan insanların acılarının devam ettiğini, Ahıska Türklerinin vatan hasreti çektiğini ifade eden Dr. Meydan, Türkmeneli’nde varoluş, Kıbrıs’ta ise eşitlik mücadelesi olduğunu söyledi.

Kızılema Kadın, Gençlik ve Çocuk Derneği Başkanı Dr. Yasemin Meydan , “Türk dünyasının farklı bölgelerindeki acılar yalnızca istatistiksel bir rapor veya yalnızca tarih değildir. Bunlar kadınlarımızın gözyaşı, gençlerimizin feryadı, çocuklarımızın sessizliği, yaşlılarımızın kırılmış yüreğidir. Bir annenin çocuğuna sarılamadığı yerde huzur olmaz. Bir gencin kimliği elinden alınmaya çalışıldığı yerde gelecek olmaz. Bir çocuğun dili susturulduğunda bir milletin sesi kesilir. Bir yaşlının vatan toprağından hasretle ölmesi bir tarihin koparılmasıdır. Biz biliyoruz ki Türk dünyasının bir yerinde zulüm varsa o zulüm hepimize yapılmış demektir.” dedi.

TÜRK DÜNYASI GENİŞ COĞRAFYAYA HÂKİM
TÜRKDAM Müdürü Prof. Dr. Bülent Aksoy, Türk dünyasını derinliği olan, değerli ve önemli bir kavram olarak nitelendirilmesi gerektiğini belirterek başladığı konuşmalarında , Türk nüfusunun derin bir coğrafyaya hâkim olduğunu söyledi.
Bağımsız, otonom ve başka ülkelerde azınlık halinde kimlik mücadelesi vererek yaşayan Türklerin büyük bir alana yayıldığını belirten Prof.Dr. Aksoy, “İşte bu derin coğrafya içerisinde ekonomiden siyasete, sosyo-kültürel meselelerden güvenliğe kadar çok çeşitli alanlarda birtakım sorunların olduğunu görüyoruz. Sovyetler Birliği'nin dağılması ile birlikte yeni fırsat yeni siyasi konjonktür ortaya çıkmıştır. Bir taraftan Türk milleti için birtakım fırsatları beraberinde getirirken diğer taraftan da aşılması gereken zaman içerisinde çözümlenmesi gereken sorunları beraberinde getirmiştir.” diyerek toplantının amacına değindi. Bu programda farkındalık oluşturmayı amaçladıklarını belirten Prof.Dr Aksoy sözlerine Arif Nihat Asya’nın “Ağıt” şiiriyle son verdi.

Gazi Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Necdet Hayta’nın açıklamalarıyla son bulan açılış konuşmalarında Prof. Dr. Hayta, Türk dünyasının Kafkasya, Türkistan, Balkanlar ve Avrupa’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada yer aldığını söyledi. Bundan dolayıdır ki Türklerin farklı siyasî yapıları, farklı ekonomik şartları ve çeşitlilik gösteren kültürel bir yapıya sahip olduğunu belirten Hayta, “Türk dünyası hem büyük bir potansiyel hem de ciddi sorunlar barındırabiliyor.” dedi. Türk dünyasının, özellikle Türkistan coğrafyasındaki ülkelerin Rusya, Çin, ABD ve asgari düzeyde bölgede tehdit haline gelen İran gibi ülkelere karşı güvenlik, enerji, ekonomik gibi alanlarda hassas bir denge kurmak zorunluluğu olduğunu söyledi.
Türk Dili ve Alfabesine dikkat çeken Hayta, farklı Alfabelerin uzun vadede kültürel etkileşimi zorlaştırdığını söyledi. Prof.Dr Hayta, “Ortak bir müfredat, ortak eğitim politikaları ya da gençler arası güçlü bir kültürel etkileşim gerekmektedir. Öyle ki bazı ülkelerde Türk kimliğine yönelik baskılar ve asimilasyon politikaları ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.” dedi..
Türk dünyasındaki sorunların devam ettiğini vurgulayan Prof.Dr Hayta, “Bu sorunların aşılabilmesi için Türk devletlerinin daha güçlü bir iş birliği, daha fazla ekonomik entegrasyon ve ortak sosyo-kültürel politikalar geliştirilmesi son derece önemlidir.” diyerek Türk dünyasına çağrıda bulundu.

TÜRKDAM Müdürü Prof. Dr. Bülent Aksoy’un moderatörlüğünü yaptığı panelde; Dünya Uygur Kurultayı (DUK) Sözcüsü Prof. Dr. Erkin Emet, Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yıldız Deveci Bozkuş, Araştırmacı-Yazar Dr. Azad Dedeoğlu, Türkmeneli Dernekler Federasyonu Başkanı Mehmet Tütüncü, Başkent Üniversitesi Kıbrıs Türk Tarihi Araştırmaları Merkezi Müdürü Doç. Dr. Mehmet Balyemez ve Kırım Ailesi Gençlik Kolları Üyesi Zevri Kömürcü konuşmacı olarak yer aldı.

Prof. Dr. Erkin Emet, Doğu Türkistan sorununu anlamak için öncelikle Çin’i bilmek gerektiğini söyleyerek başladığı konuşmasında, Çin’in tarihî sürecini ve coğrafî konumunu ele aldı. Çin’in özellikle Türk dünyası başta olmak üzere geniş bir alana yayıldığını ifade eden Emet, Japonya ile ipleri geren Çin’in yayılmacı bir politika izlediğini
Öte yandan Türkiye’de oluşturulan algının tam tersine Doğu Türkistan’da insanlık suçlarının işlendiğini aktaran Emet, kardeşlerinin hepsinin toplama kampında olduğunu söyledi. 2017 yılı itibarıyla hayata geçirilen toplama kampları için artık sadece Uygurların değil Özbek, Kırgız, Kazak, Tatar gibi Türk soyluların da millî kimliği nedeniyle hedef alındığını belirtten Prof.Dr Emet, “Uydu görüntüleri aracılığıyla bin 200 tane toplama kampı tespit edildi. Korkunç derecede insanlık dışı uygulamalar var burada. Kampa girmek için akrabanızı ziyaret etmeniz bile yeterli. Ayrıca çok sayıda yazar, akademisyen, gazeteci de toplama kamplarına alındı.” dedi.

Çin kaynaklarında Uygurların Türk olarak tarihe kaydedildiğini anımsatan Emet, şimdi ise bunun inkâr edildiğini, Uygurların Çinli olduğu yalanını ortaya koyduklarını sözlerine ekledi.
Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in Doğu Türkistan ziyaretinin ardından asimilasyon talimatı vermesi üzerine Uygurların yok edilmeye çalışıldığının altını çizen Prof.Dr Emet, “Çünkü Doğu Türkistan onlar için stratejik öneme sahip bir bölge.” dedi. Prof.Dr Emet ayrıca dünyadaki Doğu Türkistan diasporasına da değindiği konuşmasında, Uygurların oluşturduğu teşkilâtların tek çatı altında toplandığı Dünya Uygur Kurultayından söz etti.
Prof.Dr Emet, Uygur Türklerinin kimliğini korumak, gelecek nesillere aktarmak için müzikleri, dansları ve ana dili ile kültürel çalışmalar yaptıklarını ifadelerine ekleyerek “Bugün Doğu Türkistan sorununu sık sık gündeme getirmeye çalışıyoruz.” dedi. Ayrıca DUK Sözcüsü, 9 Aralık’ın Doğu Türkistan Soykırım Günü olarak kabul edilmesini söylerek, bunun kritik bir önem taşıdığını ve önemli bir gelişme olduğunun belirtti.

Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yıldız Deveci Bozkuş, Azerbaycan’daki soruna işaret ederek etnik yapısı, coğrafî konumu, bölgesel gelişmeler ve enerji sevkiyatının geçiş güzergâhı üzerinde olması nedeniyle Azerbaycan’ın önemli bir konumda olduğunu söyledi.
Azerbaycan’ın 1918’de bağımsızlığını ilan edene kadar Rusya’nın baskılarını sürdürdüğünü belirten Prof.Dr Bozkuş, iki yıl sonra Sovyetler Birliği'nin bir parçası haline geldiğini hatırlatarak "Bu süreçte Türklerin bölgedeki varlığının izlerinin kasıtlı bir şekilde yok edilmeye çalışıldığını görüyoruz. Geçmişin her dönemindeki Kafkasya’daki, Azerbaycan’daki, tarihî kültürel mirasa yönelik saldırılar bölgenin demografik yapısını önemli ölçüde değiştirmiştir. Bu, Batılı kaynaklara dâhi yansımıştır.” dedi.
Ermeni kaynaklarında da Revan Hanlığından söz edildiğini de belirten Prof.Dr Bozkuş tarihî kalıntılara günümüzde ulaşıldığını belirterek “Bu toprakların aslî sakinlerinin Azerbaycan Türklerine ait olduğunu görebiliyoruz.” ifadesine yer vererek aynı zamanda bölgeye gelen Ermenilerin kentlerin isimlerini değiştirdiğini ve ciddi bölgenin demografik değişime uğradığını belireterek “Bölgeye gelen Ermeniler Müslüman halkı göçe zorlamış ve 20. yüzyıla kadar zorunlu göç devam etmiştir.” dedi.
Kültürel kimliğe yönelik tehdidin Sovyetler Birliği’nde de devam ettiğini belirten prof.Dr Bozkuş, “Karabağ Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte yeni dönemde Azerbaycan’ın Kafkasya’daki tarihî mirası araştırma ve gelecek nesillere aktarma konusunda hepimize önemli bir görev düşüyor.” diyerek bu hususta birlik ve dayanışma çağrısı yaparak diasporanın kültürel kimlik konusunda çalışmalar yapması gerektiğinin belirtti.

Ardından konuşmasına şiirle başlayan Araştırmacı-Yazar Azad Dedeoğlu, Ahıska Türklerinin yaşadığı problemleri ele aldı. Ahıska Sürgünü’nün bu yıl 81. yılı olduğunu kaydeden Dedeoğlu, Ahıska’nın Türk yurdu olduğunu belirterek, tarihinden ve coğrafî konumundan söz etti.
“Bölgede kara bulutlar eksik olmamış” diyen Dedeoğlu, 1828’den sonra Anadolu’ya göçlerin başladığını belirtten Dedeoğlu, “Ahıska bölgede hem kültürün hem de irfanın ışığı olmuştur. Coğrafyada da söz sahibi olan bir vilayet konumunda olmuştur.” diyerek 19. yüzyıldaki duruma işaret etti. Dedeoğlu, Ahıska’nın 1900’lerde Sovyet sınırları içerisinde kaldığını ve bu süre zarfında kıyımlara maruz kaldığını da ifade etti.
Dedeoğlu, 14 Kasım 1944’te Ahıska Türklerinin hayvan vagonlarına bindirilip SSCB tarafından vatanlarından koparılarak Türkistan’a sürüldüğünü söylerek Ahıska Türklerinin hâlâ vatan hasreti çektiğini belirten konuşmasında, “1944’ten 1956 yılına kadar tam anlamıyla açık hava hapishanesi diyebileceğimiz bir yaşam sürdürmüşlerdir." dedi. Türk dünyası halklarının SSCB döneminde sürgüne uğradıklarını sözlerine ekleyen Dedeoğlu, “Bunların tamamına yakını geri dönüyor ancak Ahıska Türkleri olarak dünyanın dört bir yanında ABD dâhil dağınık bir şekilde yaşıyoruz. Ve yaşam mücadelesi veriyoruz.”dedi.

Türkmeneli’ndeki sorunları masaya yatıran Türkmeneli Dernekleri Federasyonu Başkanı Mehmet Tütüncü, Türk dünyasındaki sorunlara bakıldığı zaman toplumların farklı milletlerin baskısı altında yaşadığını belirtti.
Irak’taki meselenin Türkiye ile iç içe bir mesele olduğunu kaydeden Tütüncü, “Çünkü Türkmenler sınırın öte tarafındadır. Hem Irak’taki hem de Suriye’deki Türkmenler bölgeye yerleşen ilk Türklerdir. O bölge, Anadolu’nun Türkleşmesinden önce Türkleşiyor.” dedi. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bölgedeki Türkmenlerin kaderinin değiştiğini vurgulayan Tütüncü, büyük bir varoluş mücadelesi verildiğini söyledi.
Tütüncü, Musul’un Misak-ı Millî sınırları içinde olduğu için son derece önemli olduğunu vurgulayarak, kaybedilen bir toprak olduğunu söyledi. Günümüzde devletin pek çok kademesinde ve bununla birlikte aydınların siyasî baskıya maruz kaldığını söyleyen Tütüncü, “Türkmenler asimilasyona uğratılmak istendi, katliam gören, kendilerine ait binalarının tahrip edilmesine, pek çok yöntemle hunharca soykırıma uğramasına rağmen Irak Türklüğü bugün büyük ölçüde özünü korumaktadır.” dedi.
Ayrıca dil ve kültürel açıdan asimile edilmeye çalışıldıklarını, insanlık dışı muameleye maruz bırakıldıklarının belirten Tütüncü, “Siyasî Türkmen kuruluşları, Irak Türkmen Cephesi ve onun yanındaki diğer Türkmen partiler olmak üzere bütün bu Türkmenler coğrafyasında Irak Türkmenleri varlığını, kültürünü, siyasî ve kültürel haklarını savunmaya devam etmektedir. Bu konudaki en büyük desteğimiz elbette ki anavatanımız Türkiye’dir. Bütün Türk dünyasından da bu konuda destek bekliyoruz.” dedi.

"KIBRIS'TAKİ TÜRK VARLIĞI 400 YILI AŞKINDIR MEVCUT"
Panelistlerden Başkent Üniversitesi Kıbrıs Türk Tarihi Araştırmaları Merkezi Müdürü Doç. Dr.Mehmet Balyemez, bölgedeki sorunları masaya yatırdı. “Türk dünyasına selam olsun” diyerek başladığı konuşmasına Kıbrıs’taki Türk varlığının 4 asırdan bu yana var olduğunu söyledi..
Doç. Dr. Balyemez, Kıbrıs Türklerinin Osmanlı'nın fethiyle Kıbrıs Adası’nda var olduğunu ve yakın tarihte var olma mücadelesi verdiğini kaydetti. Balyemez, “Bu varoluş mücadelesi bundan 42 yıl önce kurulan bir devlet olarak varlığını devam ettiriyor.” diyerek bölgedeki soruna da dikkat çekerek Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ısrarla Türkiye Cumhuriyeti dışında hiçbir ülke tarafından tanınmadığını aktardı.
Tarihî süreci anlatan Doç.Dr. Balyemez, 1931’de İngiliz hükûmeti tarafından Türklerin millî kimliğinin reddedildiğini, Müslüman azınlığı olarak tanınma yönünde baskıya maruz kaldığını ifade ederek , Kıbrıs Türklerinin o tarih itibarıyla Türklük mücadelesine başladığını söyledi. 1960’lı yıllara gelindiğinde katliamlara uğradıklarını anımsatan Doç.Dr. Balyemez, daha sonra KKTC’nin kurulmasıyla güvenlik sorunun yaşanmadığını söyleyip , “Türkiye yetmiş beş yıldır ana gündem maddesi olan dış politikasında Kıbrıs Türklerinin uğradığı haksızlığı gidermek için çabalamaktadır.” dedi.

Panelde konuşmacı olarak yer alan Kırım Ailesi Gençlik Kolları Üyesi Zevri Kömürcü, Rus işgali altındaki Kırım’ın tarihî serüvenini ve Kırım Tatarlarını katılımcılara anlattı. 2022 yılı itibarıyla Anadolu topraklarına adım attığını belirterek konuşmasına başlayan Kömürcü, “Türkiye’ye gelmemin sebebi Rus ordusuna girmemek, Ukrayna’ya karşı savaşmamak, milletim için çalışmaktı. Biliyorsunuz Kırım, Türk dünyasının hassas ve sorunu olan bölgelerden biri.” diyerek Kırım Tatarlarının anavatanı Kırım Yarımadası’nın yüzyıllardır maruz kaldığı asimilasyon ve baskı politikalarına değindi.
Kırım Hanlığı bağlamında yarımadanın tarihini ele alan Kömürcü, tarihî şahsiyetlerden biri olan İsmail Bey Gaspıralı’nın Türk dünyasına yeni bir soluk kazandırdığını vurguladı.
Ayrıca 1917 senesinde Numan Çelebicihan başkanlığında Kırım Halk Cumhuriyeti’nin kurulduğunu da sözlerine ekleyen Kömürcü kısa süreli cumhuriyetin ardından aydınların Ruslar tarafından katledildiğine dikkat çekti. Kömürcü, “Bu yetmeyince Kırım Hanlığı'ndan miras kalan yapılarımızı da yok etmeye çalıştılar.” dedi.
Kömürcü, 1944’te ise Kırım Tatarlarının SSCB tarafından hayvan vagonlarına bindirilerek ana yurtlarından sürgüne gönderildiğini anımsattı. 1960’lı yılların sonunda Kırım’a geri dönüşlerin başladığını ancak gidenlerin zorlu şartlar altında yaşam mücadelesi verdiğini aktaran Zevri Komürcü, SSCB’nin dağıldığı 1991 yılı itibarıyla Kırım’ın Ukrayna topraklarına dâhil olduğunusöyledi.
Kömürcü, böylelikle Kırım Tatarlarının anavatanına döndüğü, asimilasyona karşı verdiği kimlik mücadelesinin sonuç verdiği dönemin ortasında 2014 yılında Kırım’ın yeniden Rusya tarafından işgal edildiğini belirtti.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kırım’a her zaman destek verdiğini, bununla birlikte Türk İşbirliği Koordinasyon Ajansı Başkanlığının (TİKA) işgalden önce Kırım’da türlü faaliyetler yürüttüğünü ifade eden Kömürcü, “Türkiye’nin Kırım’a yaptığı yardımları gören Moskova Türk dünyasının yeniden kurulmasına izin vermedi.” dedi.
İşgal altındaki Kırım’da şu anda 200’ü aşkın siyasî tutsak olduğunu belirten Kömürcü, işgalcilerin Kırım’daki Türklüğü susturmak istediğini söyledi..
Bu nedenle Kıyiv’de faaliyet gösteren Kırım Ailesinin 2022’de topyekûn Rus saldırılarının başlamasıyla birlikte Eskişehir’e geldiğini dile getiren Kömürcü, “Savaştan hemen önce Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan, ‘Savaş başlayacak biliyoruz ama sizin yanınızda olacağız’ diyerek bize teminat vermişti. Öyle de oldu. Savaşın başladığı gün Ukrayna’daki Kıyiv Büyükelçiliği otobüslerle çocukların Türkiye’ye getirilmesini sağladı.” dedi.
Kömürcü, desteklerinden dolayı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan ve TİKA Başkanı Abdullah Eren’e teşekkür etti.

Panelin sonunda programın organizatörleri tarafından panelistlere Bozkurt temalı plaket, Teşekkür ve Kızılelma Ziya Gökalp Onur Ödülü Belgesi verildi. Program, toplu fotoğraf çekiminin ardından son buldu.