Hayrettin ÇAKMAK

Tarih: 29.04.2025 13:47

3 Mart 1924

Facebook Twitter Linked-in

Hilafetin ilgasına ve Hanedanı Osmaninin Türkiye Cumhuriyeti Memaliki haricine çıkarılmasına dair kanun (Hilafetin kaldırılması ve Osmanlı hanedanının Türkiye Cumhuriyeti ülkesi dışına çıkarılmasına dair kanun)

Orijinal metin

Madde 1- Halife halledilmiştir. Hilâfet hükümet cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan hilafet makamı mülgadır.

Günümüz Türkçesi ile

Madde 1-Halife görevinden alınmıştır. Halifelik, hükümet ve Cumhuriyet’in anlam ve kavramı içinde esasen mevcut bulunduğundan hilafet makamı kaldırılmıştır.

Madde 2-Görevden alınan halife ve Osmanlı saltanatına mensup tüm erkek ve kadınlar, damatlar Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde oturmak hakkından ebediyen mahrumdurlar. Bu soya bağlı kadınlardan doğmuş kimselerde Osmanlı addedilirler.

Madde 3-İkinci maddede zikredilen kimseler, bu kanunun yayımı tarihinden itibaren en geç on gün içerisinde Türkiye Cumhuriyeti ülkesini terk etmeye mecburdurlar.

(Uygulamada erkeklere en geç 72 saat içinde, kadınlara 10 gün içinde terk ettirildi.

Eşi giden kadınların çoğu eşiyle beraber 72 saat içinde gitmiştir.)

Madde 4-İkinci maddede zikredilen kimselerin Türk vatandaşlık sıfatı ve hukuku kaldırılmıştır.

Devam eden maddelerde Padişahlık yapanların hanedan malları, mülkleri, tapuları, tablo vb. sanat eserlerinin tamamına el konulmuş millileştirilmiştir.

Merhum Adnan Menderes 1952 yılında sürgüne gönderilen hanedanın kadınları için yasağı kaldırmıştır. 1974 yılında da Merhum Necmettin Erbakan’ın öncülüğünde hanedanın erkek mensupları için yasak kaldırılmıştır

Hilafetin kaldırılmasıyla Osmanoğlu Hanedanı’nın Türkiye’den sürgüne gönderilmesi için alınan karar 24 saat içerisinde uygulanmaya başlanmıştı. Hanedandaki yerlerine ve önem sıralarına göre, 155 hanedan mensubu memleketi sn geç on gün içerisinde terk edeceklerdi. Halife Abdülmecid ve ailesinin sürgüne hazırlanmaları ise sadece bir buçuk saat sürmüştü.

Gazeteci Murat Bardakçı, “Neslişah Sultan” kitabında sürgüne hazırlık aşamasını anlatır; “Halife ve ailesinin Türkiye’den çıkartılmalarından sonra Dolmabahçe Sarayı boşaltılmış, sarayda geçici olarak kalan ve memleketi sonraki günlerde terk edecek olan aile mensupları kendi evlerine gönderilmiş, Dolmabahçe’de Sultan Abdülaziz zamanından o güne kadar yaşayan 50 kadar yaşlı kadın da Darülaceze’ye gönderilip saray mühürlenmişti!” (Ankara yangından mal kaçırır gibi çok aceleciydi)

Hanedan mensupları eldeki mal ve mülklerini ederinden düşük meblağlarla satmak zorunda kalmışlardı. Sebebi de süre çok kısa idi. Sultan Abdülhamid’in kızı Ayşe Osmanoğlu’nun “Babam Sultan Abdülhamid” adlı hatıratında; “Yegâne malımız, mülkümüz, yaşadığımız evlerden ibaretti. Yol hazırlığımızı yapmak için evimizin kapısını açıyor, mevcut eşyamızı haraç mezat satıyorduk” demiştir.

Tarihçi Dr. Ahmet Anapalı’dan dinlemiştim. Sürgün için verilen süre çok kısa olduğu için; hanedan mensupları yurdu terk ederken maiyetlerindeki uşak, bahçıvan, hizmetçi gibi kişilere mallarını satıp bedellerini göndermek için vekâlet vermişler. Hanedan mallarına çöküp, bugün Türkiye’nin dördüncü zengini olan kişiyi biliyorum, tazminat ödememek için ismini veremiyorum demişti.

Hanedan yurtdışına çıktıklarında sudan çıkmış balık gibiydiler ve çok sıkıntılı günler yaşanmıştır. Geriye dönüşü olmayan tek gidişli bir pasaport. Yaşamak için maddi imkân yok. Sadece şu örnek yeter sanırım. Abdülhamid Han'ın oğlu Ahmet Nuri Efendi, payitahttan sürüldüğünde 46 yaşında bir "Albay" idi. 20 yıllık çilesi, 1944'te; Fransa Digne'de bir parkta son bulmuştu. Cebinden, "Kimseyi suçlamayın; zira açlıktan ölüyorum. Beni Müslüman olarak defnedin" yazılı bir not çıkmıştı

Daha önce yurdu terk etmek zorunda bırakılan Sultan Vahdettin’in maddi sıkıntı içinde olduğunu öğrenen Mustafa Kemal Paşa para göndermeye kalkınca; yanındakiler “gönderme; gönderirsen niçin yurt dışına gönderdin derler” diyerek vaz geçirdiler.

Resmi tarih Vahdettin’e hain der. Resmi tarihe iman eden mahallenin en önemli simalarından Ecevit ise Vahdettin hain değildi diyerek bir yalan duvarını yıkmıştır.

Atatürk dönemi Roma’daki büyükelçi Suat Hayri Ürgüplü anlatıyor. Vahdettin’e Hindistan Müslümanlarının liderliğini yapmış olan 3.Ağa han gidiyor. Sultanım biz sana bağlıyız. Bizim halifemiz sensin ve sana büyük haksızlık yapıldı. Biz 170 bin kişilik bir İslam Ordusu kurduk. Kasalarla sandıklarla altınımız, mücevherimiz, var.

Bizi bu dünyada para ile yıkacak hiçbir güç yok. En güçlü ordu bizde gel başımıza geç Türkiye’ye yürüyelim. Vahdettin “ben bunu düşünüp size haber vereyim” der. (belli ki amacı oyalayıp zaman kazanmaktır) Çünkü yanındakilere hemen İtalya büyükelçimizi çağırın buraya gelsin der. Suat Hayri Ürgüplü gelince kendisine: “Hayri Bey buraya Ağa Han geldi. Bana tekliflerde bulundular. Ben biraz zaman istedim. Hemen Türkiye’dekilere, Mustafa Kemal Paşa’ya, haber ver. Bir iç isyan çıkabilir, tedbirli olsunlar” diyor. Hain olsaydı Ağa Han’ın teklifini kabul etmez miydi? Hain olsaydı tedbirli olsunlar diye haber verir miydi? (Dr. Ahmet Anapalı)

İşte bu son Osmanlı padişahı Vahdettin öldüğünde tabutuna manav/bakkal Stelyo ve kasap Morini tarafından haciz konmuştu. (15 ekmek ve 3 Kg et borcundan dolayı) para arandı nihayet bulundu, tabutun haczi kaldırıldı ve Şam’a gönderildi. Ölümünün 49’ncu.günü toprağa verilebildi. (15 Mayıs-3 Temmuz)

Mehmet Orhan Osmanoğlu (Tahtın varisiydi) anlatmış: Tabutu almak için Limana gittiklerinde “Önce koku geldi, sonra amcamın tabutunu aldık” demiş. Çünkü ceset kokmuştu. Osmangazi’nin, Fatih’in, Yavuz’un, Kanuni’nin torunları gavur illerinde sefil bir hayat yaşayıp, sefalet içinde öldüler maalesef.

Tahtın varisi nasıl defnedilmiş?

Şehzade Mehmed Orhan Osmanoğlu'nun cenazesi Nice kentindeki bir karma mezarlığa 14 Mart 1994 günü defnedilmiştir. Cenazede Sultan Abdülhamid soyundan Bülent Osman ve Sultan Abdülmecid'in torunları Melike ve Emire Hanım sultanlarla eşleri vardı, Cenaze namazını ise dört Tunuslu kılmıştır.

Yavuz Havuz Davası

TBMM’de Osmanlı Hanedanının yurt dışına sürülmesi kanunu görüşülürken; Osmaniye Mebusu İhsan Bey "Ölülerinin kemiklerini bile mezardan çıkarıp atmak lazım gelir" diyerek nefret kusuyordu! Bu kişi 1922-1923 yıllarında da Ankara İstiklal Mahkemesi başkanlığı yapmıştır. Daha sonra Bahriye Nazırı (Denizcilik bakanı) olur.

Bakanlığı döneminde Meşhur Yavuz zırhlısının onarımı gündeme gelir ve 1924’te bütçeye 2 milyon liralık ödenek ayrılır.

Bahriye Nazırı İhsan Bey (Eryavuz) ve Bilecik Mebusu Fikret (Onuralp) gemi onarımı ihalesinde rüşvet suçundan Yüce Divanda yargılanırlar. Meclis soruşturmasında suçu itiraf eden Bilecik mebusu Fikret Bey “2 milyon liralık ihaleden 210 bin lira komisyon aldıklarını, Denizcilik Bakanı İhsan Bey'in 100 bin lira, kendisinin 55 bin lira aldığını, geriye kalanın da bürokratlara verildiğini” itiraf etmişti.

Yüce Divan; her iki ismin dokunulmazlıkları kaldırıp, mebusluklarını düşürdü.
İhsan Eryavuz’a 2 sene, Fikret Onuralp’e 4 ay hapis cezası verildi...
Mason olan Onuralp, 1925’de Büyük Üstat olarak seçilmişti. Yolsuzluktan mahkûm olmasından sonra ‘Büyük Loca'daki görevi ve dernek kaydı silindi. Rüsva olmuş bir halde Türkiye’yi terk edip, Fransa’ya yerleşti ve orada öldü.

Osmanlının ölenlerinin kemiklerini bile mezardan çıkarıp atmak lazım gelir diyen bu herif-i naşerif İhsan Eryavuz, soyadı Kanunu ile aldığı "Eryavuz" soyadını Yavuz-Havuz Yolsuzluğu davasından sonra "Topçu" olarak değiştirmişti.
o da suç ortağı Mason Fikret Onuralp gibi Rezil Rüsva olarak terki dünya eylemiştir


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —