MUSTAFA EKİCİ

Tarih: 06.05.2024 18:04

7 Ekim Aksa Tufanı Operasyonu’nda Batı Medyası

Facebook Twitter Linked-in

Uluslararası Gazeteciler Merkezi (ICFJ), İsrail’in Gazze’ye saldırılarının başladığı ilk hafta dünyanın her yerindeki 177.000’den fazla üyesine, muhtemel manipülasyonlara dikkat çeken detaylı bir medya notu gönderdi. Notta özetle, Filistin/İsrail ihtilafına dair haber yazılırken mutlaka tarihsel ve jeopolitik bağlama oturtulması gerektiği ifade edilmiştir. Bu bağlamda İsrail’in kuruluşu, sömürgecilik tarihi, İsrail ve Filistin siyasetinin yapısına dair mutlaka bilgilenme ve kaynaklar önerilmiştir. Batılı devlet ve toplumların İsrail ile kökleri din ve kutsal kitaplara uzanan, daha yakın dönemde sömürgecilik ve 2. Dünya savaşına dayanan sorunlu ilişkilerine de dikkat çekmiştir. Ayrıca yine muhabirlere özellikle Filistin mücadele tarihi, Hamas ve önemli figürleri, Netenyahu’nun aşırı sağcı hükümeti ve hükümet içindeki fanatik karakterlere de dikkat çekilmiştir.[1] Gazetecilik mesleği adına bağımsız ve küresel bir kuruluşun bu uyarıları değerlidir. Ayrıca merkez üyelerine sosyal medyaya ve konvansiyonel medyaya eleştirel yaklaşımı da salık vermiştir. Sahada çalışmanın yüksek risklerine de dikkat çeken Merkez, gerçekleri örtmek isteyenlerin ilk hedefi sizler olacaksınız diyerek üyelerini uyarmıştır.

International Center for Journalists yönetiminin öngördükleri gibi oldu her şey. Şimdiye kadar 140’tan fazla gazeteci, çoğu da aileleriyle birlikte İsrail ordusu tarafından öldürüldü.

Manipülasyonun en müptezel örneklerinin yaşandığı bu süreçte medya denebilir ki savaşın belki de en ön cephesi oldu. Neredeyse bütün saldırılar adeta medyaya göre dizayn edildi, çerçevelendi ve kurgulanan bir dil içinde servis edildi.

Bütün medya sistemi içinde şüphesiz en kritik alan duygusal ve zihinsel çerçevedir. Bu ‘çerçeveler’ sayesinde bakışımız belirli ‘gerçeklere’ yönlendirilir ve diğerlerine karşı köreltilir. Bu çerçevelerle kimin 'düşman' olarak etiketleneceğini ve kimin şiddetin 'kurbanı' olarak algılanacağı belirlenir. Böylece bu kavramsal (dilsel) çerçeve, 'düşmanın' şeytanlaştırılmasında ve insanlıktan çıkarılmasında güçlü bir silah haline gelir; her ikisinin de karşılıklı olarak birbirini güçlendirdiğine dikkat çekilir. Özellikle savaş durumunda, düşmanın ‘çerçevelenmesi’ düşman kavramının da ötesine geçerek belirli bir medeniyetin/toplumun hegamonik değerlerine, geleneklerine, temsillerine ve normlarına yönelik bir risk veya tehditle birlikte ele alınır; kötü niyetli, şeytani, canavarca ve tehlikeli varlıklardır artık düşman. Ve artık düşmanın uygar topluma ait olmadığını göstermek için kullanılan bazı terimler arasında 'teröristler', 'vahşiler', 'barbarlar', 'suçlular', 'haydutlar', 'kanun kaçakları', ' aşağılık', 'irrasyonel' 'güvenilmez' vb. liste uzayıp gider. Bu ‘çerçeveleme’ araçları Filistinlilerin tasvirinde sürekli olarak kullanıldı.

İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant Gazze'deki Filistinlileri ‘insan hayvanları’ olarak nitelendirdi; Kudüs Belediye Başkan Yardımcısı Arieh King, ‘insanlık dışı' tabirini kullandı; Başbakan Binyamin Netanyahu, Filistinli çocukları ‘karanlığın çocukları' olarak nitelendirerek İsrailli 'ışığın çocukları' ile karşılaştırdı; İsrail Cumhurbaşkanı ise bir adım daha ileri giderek ‘Gazze’de sivil olmadığını’ ilan etti.

Yukarıda açıklandığı gibi bu, şeytanlaştırma etiketlerinin 'düşmanı' canavarlara dönüştürmek, onları ahlaki ve entelektüel açıdan aşağı konumlandırmak ve onlara karşı orantısız düzeyde şiddet kullanılmasını meşrulaştırmak için kullanılan daha geniş bir modelin parçasıdır. Savaş anlatılarında düşman kadar önemli bir diğer figür de ‘kurban’ figürüdür. 'Kurban' genellikle gözlemcinin onları zararın kaynağı olarak değil, bir nesne olarak algılayacağı şekilde yapılandırılır. Bu yaklaşım, savaş bağlamında aktörlerin biri ya da diğeri olarak konumlandırıldığı, ancak hiçbir durumda ikisinin birden olamayacağı indirgemeci bir 'kurban' ve 'düşman' temsiline dayanır.

Çatışmanın tarafları, mağduriyeti, sıklıkla 'bizi' şiddetin tüm suçundan temize çıkarmak ve suçu tamamen 'onlara', yani 'düşmana' yüklemek için siyasi bir araç olarak kullanıyor. Bununla bağlantılı olarak ve mağduriyetin inşası bağlamında İsrail, 2. Dünya savaşında Yahudilere karşı işlenen bazı zulümleri Holokost Endüstri ürünleriyle adeta kendisinin ebedi ve tek ‘kurban’ olarak konumlandırmak için kullandı. İsrailli elitler Batı’da oldukça kullanışlı olan bu ‘ebedi ve tek’ kurban imajı için zaman zaman Firavun dönemine, Babil’e, Roma’ya kadar giderler ancak bu sıralar esas Holokost Müslümanlardan, Araplardan, Filistin siyasi partilerinden ve Gazze halkından gelmektedir.  İnsanlıktan çıkarıcı bu dikatomik dil, 'sorunlu/suçlu mağdurun’ acısını en aza indiren taktikler ve manipülasyonlarla, uluslararası kamuoyunu soykırım da dahil olmak üzere kitlesel zulmü kabul etmeye şartlandırmaktadır. Savaş ve insani felaketleri ele alırken haberlerin sistemik eğilimlerinin hakikatlerden ziyade belirli türden hikayelere ve aktörlere yönelik olduğu açıktır. Nitekim mağdur oldukları halde Filistinli ve Filistin yanlısı konuşmacılar batının ünlü kanallarında konuşmaya başladıklarında hemen sözlerinin başında sıklıkla özür dilenmeye zorlanırlar. Onlarca benzeri olmakla birlikte özellikle tanıdık yüzlerden biri, Filistin'in İngiltere Büyükelçisi Husam Zumlot, CNN, BBC SKY NEWS ve benzeri kanallarda sunucular tarafından ‘Hamas’ın İsrail’e saldırısı’ dolayısı ile ısrarla kınamaya ve özür dilemeye zorlanmıştır.[2]

Böylece savaş alanından yansıyan haberlerde ağır bir sis perdesi kendiliğinden kitlelerin zihnini bulanıklaştırıyor ve ‘kurban’ ile ‘düşman’ kolaylıkla yer değiştiriyor. Mesela Washington Post’ta yayınlanan bir haber analizde, ‘Hamas destekçilerinin sosyal medya platformu X’i, Arap dünyasında antisemitik propaganda için kullandıkları’ yazıldı. Google’ın ünlü siber güvenlik şirketi Mandinant’ın yetkilisi ‘sürekli İsrail’i aşağılayan ve İsrail’in yok edilmesi çağrıları yapan’ onlarca hesapla bağlantılı ağlara dikkati’ çekti: ‘Şu anda meslekten olmayanların gerçeğe ulaşması çok zor.’ diye yazdı analist. Bütün bunlar, İsrail’in en yüksek yöneticilerinin Filistinliler için ‘insan hayvanı’, ‘karanlığın çocukları’ ‘sivil değiller hepsi suçlu’ ve benzeri söylemlerin manşetlere çıktığı, on binlerce çocuk ve kadının katledildiği, milyonlarca insanın yerinden edildiği, yüzbinlerce evin, hastanenin, okulun katastrofik biçimde canlı yayınlarda yok edildiği süreçte söylendi.

Aynı günlerde Gazze sınırında İsrail yerleşimcilerinin işgalindeki bir köyde Hamas’ın ‘kafalarını kestiği onlarca bebek’ haberi yayınlandı. İsrail hükümeti haberi doğruladı, ABD başkanı Biden Yahudi cemaatini ziyaretinde konuyu teyit etti, yalan dünyayı dolandı, nihayet günler sonra haberin yalan olduğu söylenip kapatıldı. Bu süreçte Arap Center For Social Media (7amleh) yetkilisi, saldırının ilk haftasında İsrail’de İbranice 20.000’den fazla nefret ve şiddete teşvik mesajı yayınladığını söyledi. Başka bir mesajda asker olduğunu söyleyen bir kullanıcı on binlerce üyesi olan WhatsApp  gruplarına İsrail vatandaşı Arapların İsrail plakalı araçlarla ortaya çıkıp Yahudileri öldüreceklerini söyledi. Söz konusu sesli mesaj Washington Post’ta da haber olarak yayınlandı. Bu tür mesajlar İsrail’in Gazze’de daha vahşi saldırılarını meşrulaştırma işlevi görmüştür. Filistinli bir düşünce kuruluşu ve kâr amacı gütmeyen bir dijital insan hakları grubu olan Al Shabaka’da politika analisti olarak çalışan Marwa Fatafta: ‘dehşete kapıldım, doğrulanmamış pek çok bilgi paylaşılıyor. Şiddete ve insanlık dışılaştırmaya yönelik pek çok çağrı var. Filistinlilere yönelik daha fazla katliam için ateşi körüklüyorlar’ demiştir.[3]

France24’e göre, Gazze saldırılarının ilk haftalarında İsrail’in yıkıcı saldırılarını haberleştirdikleri için Los Angeles Times, Washington Post ve The New York Times gibi eski markalar da dahil olmak üzere bazı ABD medya kuruluşları belli ‘odaklar’ tarafından eleştirildi. The Intercept'e göre The Times'ın üst düzey editörleri gazetecilere "soykırım" ve "etnik temizlik" gibi terimlerin kullanımını sınırlamalarını ve "işgal altındaki bölge" terimini kullanmaktan kaçınmalarını söyledi.[4] Geçtiğimiz yıl Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Rusya'nın Ukrayna'daki sivil altyapıya yönelik saldırılarını savaş suçu olarak nitelendirmişti: ‘Erkeklerin, kadınların, çocukların suyunun, elektriğinin kesilmesi... Saf terör eylemleridir ve bunu böyle adlandırmalıyız.’ Bayan Ursula, İsrail'in Gazze'deki erkek, kadın ve çocukların su ve elektriğini kesmesini terörizm olarak nitelemek bir yana, İsrailli yöneticilerden de şedit bir Filistin düşmanlığına soyundu. Rusya'nın Ukrayna kıyılarına uyguladığı ablukayı kınadığı gibi şimdi İsrail'in 17 yıldır Gazze'ye uyguladığı ablukayı kınamasını boş ümitlerle bekledi dünya. Filistin'in New York'taki BM Büyükelçisi Riyad Mansour'un söylediği gibi: "Bazı medya ve politikacılar için tarih, İsraillilerin öldürülmesiyle başlar."

Batılı konvansiyonel ve yeni medya merkezleri bölgede daha önce yaşanan çatışmaları geride bırakan bir savaş sisi yaratıyor; bu sis, küresel kamuoyunun çatışmaya bakış açısını bulanıklaştırıyor, şekillendiriyor. Batılı gazeteci, bu kurnaz diliyle Gazze’de yaşanmakta olan gerçek hikâyeyi perdeliyor: Dünyanın en güçlü ordusunun desteklediği İsrail, kendi işgali altında yaşayan vatansız, silahsız halka savaş açıyor ve on binlerce çocuk, kadın ve masum erkeği katlediyor. Aynı şeytani dil, bu kez beklenmedik bir şekilde Filistinlilerin yaşadığı felaketin boyutuna odaklanıyor. Grafiklerle, resimlerle iyice odağa yerleştirilen şiddet dramasının ve insani felaketin acı gösterisine ayrıcalık tanıyarak bağlamı yine kolayca sislendiriyor. Filistinliler elbette acılarını anlatacaklar, ancak anlatıları acı, travma ve kayıplarla sınırlı olduğunda, haber aynı zamanda onların uzun vadeli bir meseleye takılıp kalmak yerine, kısa vadede acil bir 'insani kriz' durumu olarak statülerini de nesneleştiriyor: Kronik çatışma. Oysa olan bir toplumun varoluşsal yapısına yönelen, sosyal dokusuna, kültürüne, fiziki varlığına, vatanına, geleceğine yönelen uzun vadeli bir yok etmedir. Dolayısı ile konuyu ‘kriz anına’, ‘acıya’, ‘travmaya’ odaklamak, esas konuyu, işgali perdelemek ve Filistin’i ‘acil bir insani durum’a indirgeme girişimidir.

Girişte Uluslararası Gazeteciler Merkezi’nin gazetecilere yolladığı mesaja değinmiştim. Mesajda bölgedeki gelişmelerin sömürge geçmişiyle ilişkisine özellikle dikkat çekilmişti. Ancak batılı medya organlarının ve medya elitlerinin zihin ve ruh dünyalarının sömürgeci geçmişten gelen kültürel ilişkisi de en az bölgenin sömürge ile ilişkileri kadar önemlidir. Savaş haberciliği, dünyanın en büyük haber merkezlerinin en sömürgeleştirilmiş köşelerinden biridir. Bir kavram olarak buraya sömürge gazeteciliği yazılsa yeridir. Bu gazetecilik, emperyalist geçmişleriyle gurur duyan kibirli elitlerce yapılan gazeteciliktir; her hücresi adeta yüzyıllarca süren yağmacı, sömürgeci zenginlik, bilgi ve ayrıcalık birikimiyle beslenir. Bu gazeteciler, ülkelerinin tarih boyunca ahlaksız ve güçlü düşmanlarla savaşıp onları yendiğine, kötülüğü durdurduğuna, medeniyeti koruduğuna ikna olmuş görünüyorlar.

Bu, Batı'nın ve buna bağlı olarak Batı gazeteciliğinin de ana hikâyesidir. Manşetlerine, satır aralarına sızan kibrin, hilenin haddi hesabı yoktur. Birkaç alıntıyla örneklendirelim: ‘Kasım ayı başlarında The Times of London , "İsrail, Hamas'ın 1.400 kişiyi öldürüp 240 kişiyi kaçırıp 10.300 Filistinlinin öldüğü söylenen bir savaş başlatmasının üzerinden bir ay geçti" diye yazabilmişti![5] Batılı haberlerde İsrailliler aktif bir şekilde ölür, Hamas onları öldürür ama Filistinliler pasif bir şekilde sadece ölür, failsiz, nedensiz öylece ölürler. Bu dilde İsrail'in elinde onlarca yıldır katlandıkları baskı, işgal ve taciz tartışılmaz, her sözün başında Hamas'ı kınamalarına ve sadece ölen akrabaları için ağlamalarına ve açlıktan ölmek üzere olan çocuklarını doyurmak için daha fazla yardım dilenmelerine izin verilir. Haber budur Batı medyasında. Başka bir örnek de Guardian, ‘Temiz su tükenirken Gazze'de insanların susuz kalmasından korkuluyor.’[6] diye manşet atıyor. Sanki bu durum, insanlığa karşı kasıtlı bir suç değil de Tanrı'nın rastgele bir eylemiymiş gibi; su kesildikçe kendi kendilerine kuruyarak ölecekler, bitkiler gibi, yaz sonunda yelde uçuşan talihsiz kuru otlar gibi.

Batı medyasındaki Arap, Müslüman ve Filistin önyargısına ve Yahudi, İsrailli sempatisine dair 1200’den fazla makale ve haber üzerinde yapılan bir analiz ilginç bir tablo çiziyor. Analiz dört temel konuya odaklanıyor;  

Ölümlerin haberleştirilmesinde orantısızlık.

Her bir İsraillinin ölümünden 8 kez bahsedilirken her iki Filistinli ölümü bir kez habere konu oluyor.  Raporda her iki Filistinli ölümünde bir kez Filistinlilerin adı geçtiği belirtiliyor. İsrail'deki her ölüme karşılık İsraillilerden sekiz kez bahsediliyor, diğer bir deyişle bu oran Filistinlilere göre ölüm başına 16 kat daha fazla habere konu olmak anlamına geliyor.

Filistinlilerin değil İsraillerin katliamı: Sivillerin öldürülmesiyle ilgili "katliam", "toplu kıyım" ve "korkunç" gibi son derece duygusal terimler, neredeyse yalnızca Filistinliler tarafından öldürülen İsrailliler için kullanılıyor. Editörler ve muhabirler tarafından "kıyım" terimi, İsraillilerin Filistinlilere karşı gerçekleştirdiği 60'a 1 oranında öldürmeyi tanımlamak için kullanıldı ve İsraillilerin Filistinlileri 120’'de 2 oranında öldürüldüğü durum için ‘katliam’ kavramı kullanıldı.

Çocuklar ve gazetecilere yönelik görünmezleştirme: İncelenen 1100 haber veya makalede, öldürülen binlerce çocuğa rağmen sadece 2 manşette çocuklar kelimesi geçmiştir: NYT kasım ayında bir manşetinde Gazze’de İsrail saldırılarında öldürülen çocuklar için şöyle bir manşet attı: ‘güvenlik için bombaların saklandığı bir barınağa koştular ama katledildiler.’ Daha sempatik bir başlık 18 Kasım’da yine NYT’tan: ‘savaş Gazze’yi çocuklar için bir mezarlığa dönüştürüyor’ Graveyard teriminin pasifliği ve yarattığı pasif çaresizliği fark etmişsinizdir. Benzer şekilde incelenen haber ve makalelerde sadece 9 haberde gazeteci geçerken bunlarda sadece 4’ü Arap gazetecilerle ilgiliydi. Genellikle Batı medyasının sempatisini kazanan grup olan çocukların ve gazetecilerin eşi benzeri görülmemiş bir şekilde öldürülmesi olayının haber yapılmaması dikkat çekicidir.

Müslüman ve Araplara karşı ayrımcı ırkçı dil, Yahudilere karşı sempati: Büyük gazeteler Müslümanlara yönelik saldırılardan çok antisemittik saldırılara odaklandı. Genel olarak, Müslümanları, Arapları veya bu şekilde algılananları hedef alan ırkçılığa karşın, Yahudi halkına yönelik ırkçılığa orantısız bir odaklanma vardı. The Intercept'in araştırması sırasında The New York Times, Washington Post ve Los Angeles Times, antisemitizmden 549 defa bahseden haber veya yazılar yayınladı, tersine İslamofobi'den sadece 79 defa bahseden haber veya yazılar yayınlandı ki bu haberler, Cumhuriyetçilerin kongrede uydurduğu ‘Kampüs Antisemitizminden’ önceki gündemle ilgiliydi ve İslamofobik gelişmeler çok daha fazlaydı.[7]

Gerçek şu ki, Filistinliler insandan aşağı görüldükleri için insanlığın sempatisini daha az hak ediyorlar fikridir bu. Bir abartı değil, binlerce haber, yazı, makale, söylev ve beyanatla her gün yeniden altı çizilen bir gerçektir.  CNN, BBC, NYT, Politico ve diğerleri, İsrailli yöneticilerin ‘insan hayvanlarla savaşıyoruz’ söylemlerini manşetlere taşıdıklarında, Filistinlilere uygulanan soykırıma zemin hazırlıyorlar, sahadaki İsrail Ordusu’ndan daha büyük suçlar işliyorlar. Esasında bu durum, Nazilerin Yahudileri Holokost öncesinde "fareler" olarak tanımlamasının veya Ruanda'da Hutuların Tutsileri soykırım öncesi "hamamböceği" olarak tasvirinin batılılarca cilalanmış beteridir.  Böylece soykırım öncesi Filistinliler insanlıktan çıkarılıyor, öldürmeyi kolaylaştırılıyor ve dünya kamuoyunun tepkisi daha başlangıçta yatıştırılmaya çalışıyor.

‘Profesör J. Butler’in belirttiği gibi: ‘Eğer baskın çerçeve bazı hayatların diğerlerinden daha yası tutulabilir olduğunu düşünüyorsa, o zaman bundan bir dizi kaybın diğer bir dizi kayıptan daha korkunç olduğu sonucu çıkar. Kimin hayatının yas tutmaya değer olduğu sorusu, kimin hayatının sürdürülmesi gereken değerde olduğu sorusunun ayrılmaz bir parçasıdır.” Batılı medya elitlerinin yüzleşmesi gereken ve defalarca tekrarlanan zor bir gerçektir bu, Batılı medyanın çoğu, Filistinlilerin ve Suriyelilerin hayatlarını İsrailli ve Ukraynalıların hayatlarından daha az önemli görüyor çünkü sömürgeci, beyazların üstünlüğünü savunan düşüncenin mirasçısıdırlar. Batılı gazeteciler, Ukrayna'da sarı saçlı mavi gözlü Avrupalıların öldürülmelerinin diğer yerlerdeki ölümlerden çok daha kötü olduğunu söylemekte beis görmediler; CBS'nin kıdemli bir dış muhabiri canlı yayında ‘Ukrayna, kusura bakmayın ama Irak veya Afganistan gibi onlarca yıldır çatışmaların yaşandığı bir yer değil, burası nispeten medeni, nispeten Avrupalı... bir şehir; bunu beklemeyeceğiniz ya da olacağını ummadığınız bir yer burası.’[8]

 

Mustafa Ekici

 Gazeteci

 

 

[1] https://theintercept.com/2024/01/09/newspapers-israel-palestine-bias-new-york-times/

[2] https://www.thenewhumanitarian.org/editorial/2023/10/23/media-coverage-israel-and-gaza-double-standards

[3] https://www.icfj.org/news/tips-and-resources-covering-israel-gaza-war

[4] https://www.e-ir.info/2024/02/13/israeli-propaganda-and-palestinian-demonisation/

[5] https://www.washingtonpost.com/technology/2023/10/14/propaganda-misinformation-israel-hamas-war-social-media/

[6] https://www.france24.com/en/tv-shows/scoop/20240419-the-new-york-times-accused-of-pro-israel-bias-in-covering-gaza-war

[7] https://www.aljazeera.com/opinions/2024/2/2/western-coverage-of-gaza-a-textbook-case-of-colonisers-journalism

[8] https://www.theguardian.com/world/2023/oct/17/fears-grow-people-are-dehydrating-to-death-in-gaza-as-clean-water-runs-out

KAYNAK:SDE.ORG.TR

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —