…
“Bir kıssa (Sevgi, Zenginlik ve Başarı*)
“Günlerden bir gün evinin kapısın önünde üç yaşlı kişinin oturduğunu gören kadın, kapıyı açar ve onları eve davet eder. Beyazlar giymiş yaşlılar arasındaki en genci, aralarından sadece bir kişinin eve girebileceğini, eve girecek kişiyi de evdeki herkesin ortak kararıyla belirlemeleri gerektiğini söyler. Bunun üzerine kadın; “peki ama siz kimsiniz? Diye sorar. Bunun üzerine kadınla konuşan kişi, “şu baş tarafta oturan zenginlik, diğeri başarı ve ben de sevgi” der. Aramızdan kimi çağırırsanız o içeri girip ikramlarınızdan yiyebilir.
Kadın bunun üzerine kapıyı kapatıp, evdekilere az önceki konuşmaları aktarır. Evdeki adam; “aman ne güzel, ne güzel, içlerinden zenginliği çağıralım” der. Kapıyı açan kadın başarıyı mı çağırsak deyince, evdeki küçük kız, “en doğru karar, sevgiyi davet etmek olmaz mı? Düşünsenize evimiz bir anda sevgiye kavuşacak” der. Küçük kızın söyledikleri diğerlerinin de hoşuna gider ve hep birlikte gelecek misafiri belirlemiş olurlar.
Az önce kapıda Sevgiyle konuşan kadın, sevgiyle bakıp “sen seçtik” deyince, diğerleri de ayağa kalkıp sevginin yanına gelirler. Bu duruma kadının şaşırdığını gören Sevgi: “Eğer içimizden Zenginlik ya da Başarıyı davet etmiş olsaydınız diğer ikimiz içeri girmeyip dışarıda bekleyecektik. Fakat siz Sevgiyi seçtiniz. Bu durumda üçümüz birlikte gelmek zorundayız evinize.
Çünkü sevginin olduğu her yerde, biz zenginlik ve başarı da her zaman onun yanında oluruz”…
Kıssadan hisse, sizin tercihiniz hangisi olurdu?
(* Cengiz Erşahin, Hayat Değiştiren Bilgelik Öyküleri, Tutku Yayınevi, 2009)
…
Her evde ve toplumda sevgi öncelikli seçilen olmayabilir. Zenginlik ve başarı için acımasız bir ortam olabilir. Ama unutmayalım ki, iyiler tercihlerini sevgiden yana yaparlar (çoğunlukla). Burası güzel de, iyilerin bir araya gelmesinden doğan / doğacak sinerji neden kötülerin meydana getirdiği / getireceği negatif etkiden daha baskın değil?
...
Oysa temelinde sevginin olduğu, merhametin olduğu neredeyse tamamına yakın bir nüfusun Müslüman olduğu bu ülkede, neden ama neden toplumsal iyilik düzeyimiz daha yüksek değil?
...
Kendini daha iyi hissetmen için hangi toplumsal koşulları istersin?
Daha "müreffeh", "refah düzeyi daha yüksek" toplumlara bir bakmak lazım. Ya günümüzdeki toplumlara ya da tarihteki döneminin gelişmiş toplumlarına bakmak bize fikir verebilir.
Motivasyon teorilerinden Maslow’un ihtiyaçlar hiyararşisi teorisine bakmakta yarar var. Sonuçta insanın ihtiyaçlarını karşılanıp karşılanmaması onun mutluluk durumunu etkileyen başlıca faktörlerdendir.
İnsanın iyilik halini düşünürken, 1. Basamaktaki, temel fizyolojik ihtiyaçları (beslenme ve barınma ve diğerleri) ne düzeyde, nasıl karşılanıyor? İnsanlar içinde bulundukları toplumda bir diğerine (aile üyelerine, akrabasına, komşusuna, resmi görevlilere) güveniyor mu? 2. Basamak düzeyinde kendisini can ve mal güvenliği başta olmak üzere güvende hissediyor mu? Toplumun parçası olan bireyler, kendilerini ne kadar topluma ait hissediyorlar? Toplumdaki yakın – uzak çevredekiler seni ne kadar sevgiyle karşılıyorlar (3. Basamak). Sen bu toplum içinde kendini “değerli” hissediyor musun? Toplumdaki bireylerin çoğunun etik ve ahlaki değerleri taşıdığını ve öyle davrandığını düşünüyor musun? (4. Basamak). İhtiyaçlar hiyerarşisinin en tepesindeki “kendini gerçekleştirme” ihtiyacını karşılamak için sen ne yaptın? Bu konuda ailen ve içinde bulunduğun toplum (resmi, özel ve sivil sektör) seni ne kadar destekledi?
İnsan insan olduğu için değerliyse, Smith’in ortaya attığı "laissez-faire, laissez-passer" (bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler) ilkesi neden benimsemiştir? "Doğal seleksiyon (güçlü olanın ayakta kalacağı)" varsayımıyla toplumların iyilik halini yükseltmemiz mümkün mü?
Asgari yaşam standartları tabii ki belli olmalı, o çizginin altına düşeni ayağa kaldıralım.
Bir yanda asgari yaşam koşulları, bir yanda yüksek yaşam kalitesi... Hangi grupta olmak ve yaşamak size daha iyi gelir?...
...
Şükür, teşekkür, minnettarlık...
Azim, gayret, uğraşı…
…
Halimize şükretmek, daha iyisi için çabalamamızın önündeki engel değildir. Yüksek yaşam kalitesine ulaşınca da "Ademoğlu ne kadar da çabuk unutuyor, geçmişteki sıkıntılarını da, elindekilere şükretmiyor.
Allah yarattığı kulları en iyi tanıyandır. Kuranda bizlere hitaben: "... Ne kadar da az şükrediyorsunuz"! Demiyor mu?
Sıkıntı anında Allahtan yardım için dilinden duayı eksik etmeyen bolluk zamanında darlığı hiç yaşanmamış gibi davranan kişilerin "toplumsal iyilik hali" sürekli olabilir mi?
"Sürdürülebilirlik" çok kilit bir kavram. İyiliğin de sürekli olması gerekir. Sadece kriz anlarında, doğal afetlerde ve savaş ortamlarında değil. Günlük yaşam içinde ne kadar iyilik yapsak o kadar daha iyi olmaz mı?
Bizler, gösterilen hedefe ulaşmak için vargücümüzle çalışıyoruz da, geldiğimiz yeri / konumu korumak ve geliştirmek konusunda o kadar da mahir değiliz sanki...
Evet değerli dostlar,
İyilik bulmak için iyilik yapmak gerek. Yaptığımız iyiliği, Ömer Seyfettin’in "Diyet" hikayesindeki gibi sürekli başa kakmamalıyız.
İyi gelelim birbirimize, iyilikler daim ve karşılık beklemeksizin olsun.
Yunus Emre'nin lisanıyla,
"Cennet cennet dedikleri,
Birkaç huri melek,
İsteyene verin anı,
Bana sana gerek seni"...
Kuran- Kerim’de; Zümer Suresi 8. Ayette;
“İnsana bir zarar dokunduğu zaman Rabbine yönelerek O’na yalvarır. Sonra kendi tarafından ona bir nimet verdiği zaman daha önce O’na yalvardığını unutur ve Allah’ın yolundan saptırmak için O’na eşler koşar. De ki: “Küfrünle az bir süre yaşayıp geçin! Şüphesiz sen cehennemliklerdensin.”
Peygamberimizin (S.A.V.) bir duasında;
“Allah’ım! Beni, iyilik yaptıkları zaman sevinç duyan, kötülük yaptıkları zaman da bağışlanma dileyen kullarından eyle.” (İbn Mâce, Edeb, 57; İbn Hanbel, VI, 188)
…
Canın Özünden, Can-ı Gönülden …
Sağlıklı ve topluma faydalı günler geçirmeniz dileğiyle, saygı ve selamlarımla...
Dr. Özcan Kars / drozcankars.yenibaskent@gmail.com / @drozcankars