ABD Başkanı Donald Trump, 4 Aralık Cuma günü açıklanan 2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi (NSS) belgesinin önsözünde yeni stratejiyi, "Amerika'nın insanlık tarihindeki en büyük ve en başarılı ulus olarak kalmasını sağlayacak bir yol haritası" olarak nitelendirmiştir. Metin bütünüyle okunduğunda bu sözlerin Trump’ın alışıldık abartılı açıklamalarından biri olduğu meydana çıkmaktadır.
“Ulusal egemenlik”, “ekonomik bağımsızlık” ve "güç yoluyla barış" kavramlarının şekillendirdiği yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi, ABD’nin küresel hegemonya rolünü öne çıkaran önceki Ulusal Güvenlik Stratejilerinden keskin bir değişikliğe ve geri çekilmeye işaret etmektedir.
Yeni ulusal güvenlik stratejisi, ABD’nin dünyayla kurduğu ilişkileri “Önce Amerika” perspektifini temel alarak önceliklerine göre sınıflandırmakta ve daraltmaktadır. Belgede Başkan Trump'ın dış politikası; 'pragmatist' olmadan pragmatik, 'realist' olmadan gerçekçi, 'idealist' olmadan ilkeli, 'şahin' olmadan güçlü ve 'güvercin' olmadan ölçülü olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımlamada, imkân ve kabiliyetlerini bilerek kendisine had çizen bir üslup göze çarpmaktadır.
33 sayfalık 2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi (NSS) dört bölümden oluşmaktadır.
Bu yazıda, NSS’nin “IV- Bölgesel Stratejisi” bölümü ele alınarak, ortaya çıkmakta olan çok kutuplu dünyada, ABD’nin odağı dışında kalan bölgeler ile kendisi için ikinci derecede önem arz ettiğini açıkladığı bölgelerde doğacak güç boşluğunun kimler tarafından doldurulacağı özellikle Türkiye’nin bölgesel ve küresel hedefleri esas alınarak değerlendirilecektir.
ABD’nin Yeni Bölgesel Stratejisi
NSS’de, ABD'nin Soğuk Savaş sonrası dönemdeki dış politikasının başarısız olduğu ve rayından çıktığı iddia edilmektedir. Önceki ABD stratejileri, net hedefler belirlemek yerine "dilek listeleri" veya "belirsiz temenniler" peşinde koşmakla, küresel hegemonya kurma hedefiyle ülke kaynaklarını ve ABD'nin küresel gücünü tüketmekle, müttefiklerin savunma maliyetini gereksiz yüklenmekle, ulusal önceliklerin kaybedilmesine sebep olmakla eleştirilmekte ve bu muğlak, hedefsiz stratejilerin suçu “dış politika elitleri” ne yüklenmektedir.
Yeni stratejinin temel hedefi; ekonomisi zayıflamış, gelir ve servet dağılımı bozulmuş, vatandaşları siyasi olarak keskin biçimde kamplaşmış, federal kurumlarına ve geleceğe olan güven en düşük seviyelere inmiş ülkede, Amerikan Federal Devletinin yeniden güçlü, müreffeh ve güvenli bir ulus devlet olmasının sağlanmasıdır. Bunun yolu, sınırlı ülke kaynaklarını ülke içinde vatandaşları için kullanmak üzere dünyanın pek çok yerinden çekilme ve ilgi odağını Batı Yarımküre ve Hint Okyanusuyla sınırlandırma olarak belirlenmiştir.
Dış politika, "Amerika Önceliği" prensibine bağlı kalarak ve Amerikan küresel gücünün temelinin ekonomik üstünlük olduğu varsayımından yola çıkarak yeniden yapılandırılmak istenmektedir. Bunun için bölgesel çatışmalara doğrudan müdahale etmek yerine güçlü bir caydırıcılıkla barışın korunması; Müttefiklerin kendi savunma harcamalarını ciddi ölçüde artırmaları ve ABD'nin kendilerini koruma maliyetine adil katkı sağlamaları; Diplomatik ve ticari ilişkilerin karşılıklı yarar esasına göre yeniden düzenlenmesi, ABD'nin çıkarlarına hizmet etmeyen uluslararası anlaşmaların veya yükümlülüklerin sona erdirilmesi; ABD'nin kendi ulusal çıkarlarıyla doğrudan ilişkili olmayan veya müttefiklerin kendilerinin çözebileceği sorunlar için Amerikan askeri ve mali taahhütlerinin önemli ölçüde sınırlandırması hedeflenmektedir.
Belgede, bölgesel stratejinin neye göre şekillendirildiği şöyle anlatılmaktadır: “Bir strateji; değerlendirmeli, ayıklamalı ve önceliklendirmelidir. Ne kadar değerli olursa olsun her ülke, bölge, mesele veya dava Amerikan stratejisinin odağında olamaz. Dış politikanın amacı çekirdek ulusal çıkarların korunmasıdır; bu stratejinin tek odağı da budur… Başka ülkelerin işleri, ancak faaliyetleri doğrudan çıkarlarımızı tehdit ediyorsa bizi ilgilendirir.”
Halen 28 Trilyon Dolar GSYİH’sine karşılık 38 Trilyon Dolar Borcu bulunan ve 2035 yılında borcunun 52 Triyon Dolara çıkacağı hesaplanan ABD’nin hegemonik iddialarını sürdürme gücü kalmamıştır. Hedefine varmayan sonsuz savaşlar ve rejim ihraçlarının maliyeti bu devasa borçların kaynağı olmuştur. ABD’nin dış politikada bölge önceliklendirmesinin ve izolasyonist doktrine dönmesinin asıl gerekçesi çökmekte olan ekonomisidir.
2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi (NSS)’nin IV’üncü bölümünde bölgesel strateji beş başlık halinde ele alınmıştır.
1- Batı Yarımküre
ABD için öncelikli bölge Batı Yarımküre’dir[1] ve bu bölge münhasır nüfuz alanı olarak ilan edilmektedir. Monroe Doktrini'nin güncel bir yorumu(Trump Corollary) ile; Batı Yarımküre'de (Kuzey ve Güney Amerika) ABD'nin mutlak üstünlüğünü yeniden tesis etmek, Batı Yarımküre’yi Amerikan ticareti ve yatırımı için daha cazip bir pazar hâline getirmek, ülkeye gelen yasadışı göçü kontrol altına almak, uyuşturucu kartellerini yenmek ve sınır aşan suç örgütleriyle mücadele etmek, Çin/Rusya gibi dış güçlerin bölgedeki nüfuzunu engellemek, kritik tedarik zincirleri ve stratejik noktalara erişim hedeflenmektedir.
Belgede, ABD yönetimiyle uyumlu hükümet, siyasi partiler ve hareketlerin ödüllendirileceği açıklanarak yerel ortaklıklar/işbirlikçilikler teşvik edilmektedir. Ayrıca, küresel ABD askeri varlıklarının, "son yıllarda Amerikan ulusal güvenliği açısından göreceli önemi azalan" bölgelerden, Batı Yarımküre'ye kaydırılması çağrısında bulunulmaktadır.
2- Asya
Bölge başlığı Asya olmakla birlikte yeni stratejide odak alanı sadece Hint-Pasifik’tir, Asya’nın kalanından –Orta Doğu hariç- söz edilmemektedir. NSS’ye göre Hint-Pasifik, önümüzdeki yüzyılın kilit ekonomik ve jeopolitik mücadele alanlarından biri olmaya devam edecektir. Amerikan halkının refaha ulaşması için bu bölgede başarılı biçimde rekabet edilmesi gereklidir. Belgede, Hint-Pasifik bölgesinin özgür ve açık tutulmasının, seyrüsefer özgürlüğünün korunmasının, güvenilir tedarik zincirlerinin sürdürülmesinin ve kritik materyallere erişiminin ABD'nin "temel ve hayati" çıkarları arasında yer aldığı belirtilmekte, ileriye dönük olarak ABD’nin Çin ile ekonomik ilişkisini yeniden dengelemesi hedeflenmektedir.
Yeni stratejide, "herhangi bir rakibin Güney Çin Denizi'ni kontrol etme potansiyelinin" güvenlik tehdidi olduğuna işaret edilerek, bunun önlenmesi için müttefiklerle işbirliğinin güçlendirilmesi gereğine şu ifadelerle vurgu yapılmaktadır: "Ancak Amerikan ordusu bunu tek başına yapamaz ve yapmak zorunda da kalmamalıdır. Müttefiklerimiz harekete geçmeli ve kolektif savunma için çok daha fazla harcama yapmalıdır.”
Belgede, ABD’nin Tayvan Boğazı'ndaki statükoda tek taraflı bir değişikliği desteklemediği açıklanmaktadır. Çin ile olası bir savaşı önlemek için müttefiklerle (Japonya, G. Kore, Avustralya, Hindistan) güçlü ve sürekli bir caydırıcılık odağı tesis edilmesi, İlk Ada Zinciri (Japonya'dan Filipinler ve Endonezya'nın bazı bölgelerine kadar uzanan ve Tayvan'ı da içeren bir dizi ada)[2] boyunca güçlü bir askeri kapasite inşa edilmesi, “yakın vadeli öncelik” olarak belirtilmektedir.
Bu strateji, Çin’le rekabeti ekonomik zemine indirmiş olup ABD-Çin ilişkilerini "yeniden dengeleme" ve “uzun vadede” ekonomik ve teknolojik rekabeti kazanmak hedefine göre belirlenmiştir. ABD’nin ekonomik üstünlüğünü sürdürmesi için Hint-Pasifik’teki ittifak sisteminin ekonomik bir gruplaşma hâline getirilmesi, Hindistan’ın Hint-Pasifik güvenliğine katkı yapmasını teşvik etmek için Hindistan’la ticari (ve diğer) ilişkilerin geliştirmesine devam edilmesi önerilmektedir. Belgede, Japonya, Güney Kore ve diğerlerinin 7 trilyon dolarlık net dış varlık tutmakta olduklarından, çok taraflı kalkınma bankaları dâhil uluslararası finans kuruluşlarında toplamda 1,5 trilyon dolarlık birleşik varlığa sahip olduklarından bahsedilmesi, ekonomik kriz içindeki ABD’nin bu kaynaklara göz diktiği kanaatini oluşturmaktadır.
Belgede ABD, Avustralya ve İngiltere arasındaki AUKUS paktından hiç bahsedilmemesi dikkat çekmektedir.
3-Avrupa
Belge, Avrupa'nın göç politikaları, düşen doğum oranları ve kimlik erozyonu nedeniyle "medeniyet düzeyinde bir silinme" riskiyle karşı karşıya olduğu, "Avrupa'nın medeniyet özgüveninin ve Batı kimliğinin yeniden tesis edilmesi” gerektiği iddiasını içermekte, Avrupa Birliği “siyasi özgürlük" ve "egemenlik" kavramlarını baltalamakla, sansür ve (aşırı sağcı) siyasi muhalefeti bastırmakla suçlanmaktadır. NSS’de yer alan "Avrupa'da, Anglo-Sakson dünyasında ve dünyanın geri kalanında, özellikle müttefiklerimiz arasında, temel özgürlüklere yönelik seçkinci, anti-demokratik kısıtlamalara karşı çıkacağız." ifadesi dikkat çekmektedir. Yeni stratejideki üstenci, Avrupa siyasetine müdahaleci ve eleştirel dil, Avrupa-ABD ilişkilerinde kırılmaya ve ABD’nin aşırı sağcılardan yana aktif tavır koymasıyla iç siyasi gerilimleri beslemeye hizmet edecek görünüyor.
NSS’de, ABD’nin Avrupa’yı gözden çıkaramayacağı, Avrupa’nın transatlantik ticaretin, küresel ekonominin ve Amerikan refahının temel sütunlarından biri olmaya devam edeceği vurgulanmaktadır. Avrupa’dan pazarlarını ABD mal ve hizmetlerine açması ve ABD işçileri ile işletmelerine adil muamele edilmesi istenmektedir.
Strateji belgesinde müttefiklerin (özellikle Avrupa ve NATO) bölgelerinin birincil sorumluluğunu üstlenmesi ve kolektif savunmaya çok daha fazla katkıda bulunması, kendi ayakları üzerinde durması, NATO’nun “sonsuz genişleyen ittifak” olmaktan çıkarılması beklenmektedir.
Belgede, Ukrayna'da hızlı bir çözüm için müzakerelerde bulunmasının ve Rusya ile “stratejik istikrarı” yeniden sağlamasının ABD'nin stratejik çıkarına olduğu belirtilmektedir. Rusya’nın herhangi bir eleştiriden muaf tutulduğu ve önceki belgelerin aksine Rusya’nın ABD’nin bir düşmanı olarak tanımlanmadığı dikkat çekmektedir. Avrupa hükümetleri ise Ukrayna-Rusya barışına engel olan "gerçekçi olmayan" beklentileri nedeniyle eleştiriliyor.
4-Orta Doğu
NSS’de belirtildiğine göre en az yarım yüzyıldır Amerikan dış politikası, diğer tüm bölgelerin üzerinde Orta Doğu’yu önceliklendirmiştir. Yeni Stratejide Ortadoğu’nun Amerikan dış politikasına hakim olduğu günlerin artık geride kaldığı “neyse ki” vurgusuyla belirtilmektedir. ABD'nin kendi enerji üretimini artırmasıyla "Amerika'nın Ortadoğu'ya odaklanmasının tarihi nedeni" ortadan kalkmıştır. Belgede yer alan, "Çatışma, Orta Doğu'nun en sorunlu dinamiği olmaya devam ediyor, ancak bugün bu sorun, manşetlerin bizi inandırdığından daha az önemli." cümlesi dikkat çekmektedir. Ancak ABD, Hürmüz Boğazı ve Kızıldeniz’de enerji kaynakları ile nakliye yollarını korumak gibi temel çıkarlara sahip olmaya devam ettiğini beyan etmektedir.
Belgenin (IV. Strateji 1. İlkeler) bölümünde, yabancı güçlerin veya yapıların ABD politikalarını yönlendirme veya ülkeyi yabancı çatışmalara sürüklemeyi amaçlayan lobi ve etki operasyonlarına, ülke içinde yabancı çıkarlara sadık oy blokları oluşturulmasına engel olunacağına dair açıklamalarla İsrail ve Yahudi lobileri kastedilmekte, bu ABD’nin kendi kaderini tayin derecesinde önemli görülmektedir. Yeni stratejide, ABD'nin Ortadoğu'da "İsrail'in güvenliğini sağlamak” taahhüdünü sürdürmesiyle beraber dış politikasını İsrail ve Yahudi lobilerinin tasalluttan kurtarma iradesi net ifadelerle ortaya çıkmaktadır.
NSS’ye göre, Orta Doğu ile başarılı ilişkilerin anahtarı, bölgeyi, liderlerini ve uluslarını oldukları gibi kabul etmek ve ortak çıkar alanlarında birlikte çalışmaktır. ABD yönetimi, Körfez monarşilerini- geleneklerini ve tarihi yönetim biçimlerini terk etmeye zorlamadan- Ortadoğu'nun yapay zeka da dahil olmak üzere "giderek daha fazla uluslararası yatırımın kaynağı ve hedefi haline geleceğini" belirterek bölge için parlak bir gelecek öngörmektedir. Belgede, İbrahim Anlaşmaları'nın bölgede daha fazla ulusa ve Müslüman dünyadaki diğer ülkelere genişletilmesinin ABD’nin çıkarına olacağı vurgulanmaktadır.
5- Afrika
2025 stratejisinde ABD, Afrika ile ilişkisinin yardım odaklı bir ilişkiden ticaret ve yatırım odaklı bir ilişkiye dönüştürülmesini, yatırımların enerji sektörü ve kritik mineral geliştirmesine yönelik olmasını, kritik mineraller konusunda Afrika’daki hedeflerine ulaşmak için Avrupa ve Asyalı müttefik ve ortaklarının sürece katılmasını, pazarlarını ABD mal ve hizmetlerine açmayı taahhüt eden yetkin ve güvenilir devletlerle ortaklık yapılmasını öncelemektedir.
ABD stratejisinde Çin’in Afrika’daki genişlemesini engellemek önem taşımaktadır. Askeri açıdan ABD’nin kıtaya yönelik stratejisi, büyük ölçekli ve uzun süreli asker konuşlanmalardan, taahhütlerden kaçınma, Afrika'daki terör tehdidine karşı yerel ve bölgesel ortak kuvvetleri eğitme, donatma ve istihbarat desteği sağlama ile sınırlıdır.
ABD 2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi Belgesi’nde bölgesel boşluklar ve Türkiye
ABD 2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesinde Türkiye’nin adı tek bir yerde geçmektedir. Bu da, potansiyel sorun Suriye’den bahsederken, "Amerikan, Arap, İsrail ve Türk desteğiyle istikrar kazanabilir" değerlendirmesinden ibarettir. Türkiye’den Belgede tek cümle ile bahsedilmesi kimilerince Türkiye’nin ABD için çok da önem arz etmediği şeklinde yorumlanmıştır.
Yukarıda da bahsettiğimiz üzere NSS’de, “Ne kadar değerli olursa olsun her ülke, bölge, mesele veya dava Amerikan stratejisinin odağında olamaz. Dış politikanın amacı çekirdek ulusal çıkarların korunmasıdır; bu stratejinin tek odağı da budur… Başka ülkelerin işleri, ancak faaliyetleri doğrudan çıkarlarımızı tehdit ediyorsa bizi ilgilendirir.” açıklamaları eleştirilere yeterli cevabı vermektedir.
Belgede, Türkiye’nin ilgi alanında bulunan Orta Asya, Kafkaslar, Balkanlar, Güney ve Güneydoğu Asya hakkında herhangi bir görüş beyan edilmemiştir. Doğu-Batı, Kuzey-Güney lojistik hatlarının geçtiği, petrol ve doğalgaz, madenler, kritik nadir elementler zengini bu coğrafyadan bahsedilmemesi bu coğrafyayı önemsizleştirmediği gibi Türkiye’den tek kelimeyle söz edilmesi de önemini azaltmaz.
ABD’nin birinci derecede “mutlak hâkimiyet alanı” olarak kabul ettiği Batı Yarımküre ve “ticari-ekonomik rekabet alanı” olarak ilan ettiği Hint-Pasifik Okyanusu’ndaki ulusal çıkarlarına odaklanması, güç ve imkânlarını buraya önceliklendirmesi, geri kalan coğrafyada(çekildiği coğrafya dahil) Türkiye’ye büyük nüfuz alanları açmaktadır.
Bu yönüyle bölgeler Türkiye’nin ilgi alanları itibariyle aşağıdaki gibi değerlendirilmiştir.
Avrupa
ABD’nin terbiye etmeye çalıştığı Avrupa ve taahhütlerini gevşettiği NATO’da Türkiye’nin savunma sanayisi ve askeri kapasitesi Avrupa güvenliği için vazgeçilmez kabul edilmektedir ve bu ihtiyaç nerdeyse her gün, her seviyede dillendirilmektedir.
Avrupa ile ilişkiler bağlamında Ege, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin menfaatlerinin korunması, Balkanlar’da barış-istikrarın devam ettirilmesi Millî Güvenlik Siyaseti Belgesi'nde (MGSB) vurgulanan Türkiye’nin özel hassasiyetleridir. Öte yandan, Karadeniz'e kıyısı olan devletlerle işbirliği halinde Karadeniz güvenliğini sağlama ve Montrö kısıtlamaları çerçevesinde NATO'nun bölgeye aşırı askeri yığınağını engelleyerek NATO-Rusya arasında denge kurma politikası Türkiye’nin jeopolitik güç kapasitesinin örneklerindendir.
Muhtemel Ukrayna-Rusya barış görüşmelerinin İstanbul’da yapılması beklenmektedir ve ABD Başkanı Trump bu görüşmelere katılmak üzere İstanbul’a gelmeye can atmaktadır. Türkiye’nin küresel barışa katkı sağlayan misyonu dünya kamuoyunda takdir görmektedir.
Orta Doğu
ABD’nin çekildiği Ortadoğu’da Türkiye’nin ağırlığı her geçen gün artmaktadır. Hem Levant bölgesi (Suriye, Ürdün, Lübnan, Mısır) hem Körfez ülkeleri (Suudi Arabistan, BAE, Katar, Kuveyt, Bahreyn, Umman) hem de Irak ile kurulan stratejik savunma işbirlikleri, Gazze savaşı ile somutlaşan dış politika ortaklıkları bunu göstermektedir. İslam İşbirliği Teşkilatı(İİT) ve Arap Birliği’nin müşterek kararları doğrultusunda kurulan, içinde Türkiye dışişleri bakanının da bulunduğu Gazze Temas Grubu’nun olağanüstü çabaları Müslüman devletlerin kendi meselelerinde inisiyatifi ele almalarının en somut örneği olmuş ve ABD-İsrail direnişine rağmen dünyayı iki devletli çözüm noktasına taşımıştır. Hamas, Türkiye tarafından her platformda bağımsızlık savaşçıları olarak savunulmuştur.
ABD Başkanı Donald Trump tarafından Suriye, Türkiye’nin nüfuz alanında kabul edilmekte ve İsrail’in Suriye topraklarından çekilmesi istenmektedir. ABD yönetimince Türkiye, bölgenin lideri olarak görülmekte, Türkiye’nin katkısı olmasaydı Trump’ın Gazze Barış planının hayata geçemeyeceği ifade edilmektedir. İsrail’in Türkiye’nin Uluslararası İstikrar Gücü (ISF) içinde yer almasına itiraz etmesine karşılık, bu güçte yer alacak diğer ülkelerin “Türkiye yoksa biz de yokuz” açıklamaları bu liderliği belirginleştirmiş, Türkiye’nin rolü konusunda Trump yönetimi İsrail üzerinde baskısını artırmıştır. NSS’de, yabancı devletler ve lobilerinin artık ABD dış politikasını belirlemesine izin verilmeyeceği açıklaması, bekasını ABD’ye bağlamış olan İsrail için büyük hayal kırıklığı oluşturmuş, İsrail’e sınırlarının çizileceği dönemin habercisi olmuştur.
Körfez'de ABD’nin geri çekilmesiyle doğan boşluk bölge ülkeleri tarafından hızla kendi inisiyatifleriyle doldurulmaya çalışılmaktadır. 3 Aralık 2025’te Bahreyn’in başkenti Manama’da toplanan Körfez İşbirliği Konseyi’nin (KİK) 46. Zirvesi’nde kabul edilen 162 maddeden oluşan bildiri ile Körfez ülkelerinin entegrasyonu hedeflenmiş, Körfez ülkelerinin güvenliğinin bir bütün olduğu, bir üyeyi hedef alan bir tehdidin bütün üyelere yönelmiş bir tehdit sayılacağı kabul edilmiştir. Pakistan’ın 17 Eylül 2025’te imzaladığı kapsamlı savunma paktıyla –her ne kadar açıkça ifade edilmese de- Suudi Arabistan’a nükleer şemsiye sağladığı bilinmektedir.
Bölgede, Türkiye ve Irak’ın temel aktörler olarak inşa etmekte olduğu (Katar ve BAE’nin de ortağı olduğu) Kalkınma Yolu, Hürmüz Boğazı’ndan geçip Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaşacak Çin malları için önemli bir güzergah olacak ve tedarik zinciri güvenliğinde hayati rol oynayacaktır.
Öte yandan, bölgenin önemli aktörü İran’ın Direniş Ekseni stratejisi Gazze savaşı ve Suriye’de Esed yönetiminin devrilmesiyle boşa çıkmıştır. İsrail ve ABD saldırılarıyla sarsılan İran’ın Şii yayılmacılığından uzaklaşarak bölge ülkeleriyle normalleşmeye yönelmesi bölge istikrarı için önemli katkı sağlayacaktır. Bu, öteden beri İran’ın bölgeyle normalleşmesini teşvik eden Türkiye için bir kazanımdır.
Orta Asya ve Kafkaslar
NSS’de Orta Asya ve Kafkaslar’dan söz edilmemektedir. Ancak, Türk Devletleri Teşkilatı(TDT) Orta Asya’da Türk Dünyası’nın kültürel, ekonomik, siyasi ve askeri entegrasyonunu gerçekleştirmek için büyük adımlar atmaktadır. Teşkilatın bölgesel ve küresel bir güç haline getirilmesi gündemdedir. 11-12 Eylül 2025 Bişkek’te gerçekleştirilen TDT MGK/Güvenlik Konseyi Sekreterleri toplantısında Türk Devletlerinin küresel ölçekteki potansiyeli göz önüne alınarak daha iddialı hedefler belirlenmesi, küresel karar alma süreçlerindeki görünürlüğünü ve etkisini artırması gündeme alınarak vizyon küresel boyuta taşınmıştır.
Öte yandan, Kasım ayı sonunda Taşkent’te düzenlenen 7. Orta Asya Devlet Başkanları İstişare Toplantısı’nda Azerbaycan’ın tam üyeliğe kabul edilmesi Orta Asya ile Güney Kafkasya arasındaki stratejik bağları derinleştirmiş, denize kıyısı olmayan Orta Asya ülkelerinin Orta Koridor üzerinden Güney Kafkasya'ya ulaşıp, Türkiye üzerinden Avrupa ülkeleri ve açık denizlere erişimini sağlayacak küresel yeni bir jeopolitik alanın adımları atılmıştır. Güney Kafkasya’da Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’ın uzlaşmasıyla Hazar’ı Karadeniz’e bağlayacak bu yeni küresel jeopolitik alan, çok kutuplu dünyada önemli bir eksen olacak, Trans-Hazar Doğu-Batı Orta Koridoru’nun İpek Yolu (BRI) ile uyumlaştırılması ABD-Çin rekabetinde ve tedarik zinciri güvenliğinde etkili bir faktör olacaktır.
Asya’da, Türkiye-Azerbaycan-Pakistan stratejik işbirliğine Bengladeş’in de katılması ile ortaya çıkan ittifakın Hint coğrafyasında etki ve nüfuzu her geçen gün artırmaktadır. Mayıs ayında Pakistan-Hindistan arasında çıkan 4 günlük savaş bu ittifakın gücünü ve savaş kapasitesini göstermeye yeterli olmuştur. Yine, Güney Doğu Asya’da Malezya ve Endonezya ile Türkiye ilişkileri olağanüstü bir yükseliş göstermektedir.
Afrika
ABD için Afrika ikinci derecede önem taşımaktadır. Yeni stratejisinde, ABD’nin Afrika’ya yardım politikasından vazgeçerek zengin kaynakları bulunan ülkelerle seçici yatırım işbirliğine yönelmesi, kıtada kapsamlı ve uzun vadeli askeri güç bulundurmama kararı, Türkiye’ye önemli derecede alan açmaktadır. Kıtada yüzyıllardan beri varlığı bulunan Türkler Afrikalılar tarafından sömürgeci olarak görülmemektedir. Türkiye, kıta ülkelerinin en büyük baş ağrısı olan terörizmle mücadelesinde, yönetimlere İHA/SİHA desteği vermekte, ordularını eğitmekte, yaptığı savunma işbirliği anlaşmaları kıtada istikrarın sağlanmasında önemli rol oynamaktadır. Sömürü yerine kazan-kazan prensibiyle hareket eden Türkiye, Afrika’da yatırımlarını yoğunlaştırmaktadır. Somali ile ilişkiler bunun en somut örneğidir.
Kuzey Afrika, Batı Afrika ve Doğu Afrika’da Türkiye’nin ağırlığı ve ortak işbirliği alanları her geçen gün artmakta, Kızıldeniz’den Atlas Okyanusu’na yatay, Akdeniz’den Hint Okyanusu’na dikey uzanan hatlarda yeni bölgesel entegrasyonların ve işbirliklerin önünü açılmaktadır.
Türkiye’nin Mısır ile son dönemde gelişen siyasi ve askeri ilişkileri, Kızıldeniz, Doğu Akdeniz ve Afrika’da dengeleri yeniden kurma ve istikrarı sağlama imkânı sağlayan güç birliği olarak dikkat çekmektedir.
Türk Savunma Sanayi ortakları NSS’nin odak coğrafyasında değil
Türkiye, geliştirdiği uçak, İHA-SİHA, gemi, denizaltı, tank, füze sistemleri, mühimmatlar ve diğer savunma sanayi ürünleri ile dünyanın en önemli tedarik alternatiflerden birisi haline gelmiştir. Pakistan, Endonezya, Malezya, Azerbaycan, Suudi Arabistan, BAE, Katar, Kuveyt, Mısır, Irak, Türk Devletler Teşkilatı üyesi diğer ülkelerin savunma sanayi tedarikçisi olmasının ötesinde üretim paydaşları da oldukları bir ilişkiler ağı kurulmuştur.
Dünyanın yeniden yapılandığı, çok kutuplu bir dünya beklentisinin yükseldiği içinde bulunduğumuz dönemde, devletler saflarını, ittifaklarını yeniden belirlemek, silah tedarikini de yeni küresel düzen içindeki güvenilir müttefiklerinden tedarik etmek durumundadırlar. Türk savunma sanayi ile yapılan bu ortaklıklar geniş bir coğrafyada, ortak dost-düşman anlayışına sahip, güvene dayalı yeni bir askeri- siyasi ittifakın doğmakta olduğunu göstermektedir. Ve bu coğrafya, 2025 ABD Ulusal Güvenlik Belgesi’nde işaretlenen ABD’nin ulusal çıkar öncelikli odak bölgeleri arasında bulunmuyor.
Sonuç
Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi, “Barışın Başkanı” Donald Trump’ın kişisel vizyonu ve liderlik becerisi/başarısı çerçevesinde sunulmuş, Trump’ın başkanlığının ilk sekiz ayında dünyadaki sekiz çatışmada eşi benzeri görülmemiş bir barışı sağlaması yeni stratejinin başarısının kanıtı olarak konulmuştur. Açıkçası, ortada Trump tarafından tam manasıyla sağlanmış barışlar olmadığı gibi, bitirdim dediği çatışmaların bir kısmı halen devam etmektedir. Seçildikten hemen sonra bitireceğini vadettiği Ukrayna-Rusya savaşı ise hız kesmeden sürmektedir. Çatışmaların sebepleri ortadan kalkmadan Trump’ın diplomatik hüneri ve tehditleriyle çatışmaların sona ereceği iddiası ve beklentisi çocukçadır. ABD yönetiminin sergilediği tehdide dayalı politikalar küresel ağırlığın ve gücün yitirildiğini göstermektedir.
ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisini dünya kamuoyuna açması, kaybetmekte olduğu küresel hâkimiyetin hiç olmazsa bir kısmını kurtarma çabası içine girdiğini göstermektedir. Tek kutuplu dünyadan çok kutupluluğa geçildiği dönemde, tıpkı Soğuk Savaş döneminde dünyayı SSCB ile paylaştığı gibi, ABD yeni güç odaklarına dünyayı paylaşmayı teklif etmektedir. Batı Yarımküre ABD’nin elinde tutmaya, Hint-Pasifik ise tutunmaya çalıştığı bölgeler olarak öne çıkmaktadır. Geriye kalan coğrafyalar ise ABD’nin çekildiği ve gücü yeterse üzerinde pazarlık yapacağı alanlardır.
Ancak bu pazarlık, dünya düzenini yeniden inşa edecek olanların kabulüne bağlı olarak sonuçlanacaktır. Transatlantik müttefikleri ile kanlı bıçaklı hale gelen, Hint-Pasifikteki ortaklarına güven vermeyen ve giderek dünyada yalnızlaşan ABD’nin yeni güç odaklarına dayatmada bulunma kabiliyetinin azalmakta olduğu görülmektedir.
EKLER:
[1] Batı Yarımküre

Dikey çizginin sol yanı Batı Yarımküre
[2] Hint-Pasifik’te İlk ve İkinci Ada Zinciri

İlk ve İkinci Ada Zinciri
