Adalet olmadan mülk, mülk olmadan devamlılık tesis edilebilir mi?
Allah (C.C.) şöyle buyuruyor: “Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğütler veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi işitmekte, her şeyi görmektedir”. (Nisâ Suresi - 58)
İnsanların ve toplumların huzur ve mutlulukları iki sebeple kazanılır ve iki sebeple de kaybedilir: Adalet ve Emanet…
Adalet ve emanet aynı zamanda ülkelerin kalkınmışlıklarının ve ilerlemelerinin veyahut geri kalmışlıklarının önünde duran en büyük iki faktördür…
Adalet, kişilerin ve dolayısıyla da toplumun dirlik, birlik, düzen ve intizam içinde, hakkaniyet ölçülerine ve eşitlik ilkelerine uygun biçimde yaşamalarının sağlanması, yasalara uygun davranılması, hak ve hukuka göre hükümde doğru olunması, eşitliğe riayet edilmesidir.
Emanet ise, maddi bir eşyanın, manevi bir değerin veya çok önemli bir yer, durum ve konumun güvenilir bir kişiye belirli bir süreliğine muhafaza edilmesi amacıyla bırakılmasıdır. Sahibinin izni olmadan korunması için başkasına emanet bırakılan bir şeyin, bir başkasına emaneti doğru bir davranış olmayacağı gibi asla ve kat’a caiz de değildir. Yani emanetin emaneti olmaz ve ancak özel izne tabidir…
Münafıklığın alametlerinden biri de, şüphesiz “Emanete ihanet” etmektir. Günlük ve sosyal hayatlarında kendilerine bırakılan müşahhas ya da mücerret bir emaneti korumayanlar, yaptıkları hile ve kurdukları tuzaklarla bunları lehlerine çevirenler hiç düşünmeden her türlü kiri ve bilgiyi amaçları doğrultusunda kullanır, iftira etmekten çekinmez, bundan da pişmanlık duymazlar, hatta mutlu ve hoşnut olurlar.
Emanete ihanet edenlerin yani münafıkların sözleri sürekli devir-daim yaptıkları için çelişkiler ve ithamlarla doludur. Kendi yaptıkları ihanetlerini ve kirli işleri başkalarına yüklemeye, beceriksizliklerini örtbas etmeye, kusur ve kabahatlerini suçsuz insanlara yamamaya çalışırlar.
Emanet yalnızca somut ya da soyut bir nesnenin veyahut manevi bir değerin birisinin uhdesine bırakılmasından ibaret değildir.
Adaletle hükmedildiği sürece ve emanet de ehline verildiği müddetçe toplum huzur bulur, müreffeh ve mutlu olur, orada dirlik ve birlik sağlanır, gelişme, ilerleme ve kalkınma sağlanır.
Seçimle veya sözde seçimle kazanılan ve gerekse atamayla gelinen siyasetin ve bürokrasinin bütün makam ve mevkileri Allah’ın birer emanetidir.
Siyasilerin iktidar olmak ve ülkeyi yönetmek için girdikleri seçimlerde elde ettikleri başarıları, toplum hayatını ve insanların yaşantılarını kolaylaştırmak için atadıkları veya atandıkları idari makamlar, getirildikleri mevkiler, kendilerine verilen imkânlar Allah’ın birer emanetidir.
İktidar olma ve hükmetme duygusu insan tabiatının ve fıtratının bir sonucudur. İktidar olma, bir şeylere hükmetme, güç ve makam insana dünyayı bir başka gösterir. “Makam” hükmetme, buyruk etme, emir ve talimat verme duygusu barındırdığı için çok tehlikelidir. Hani şu meşhur oto-lastik reklam filmi repliğinde geçtiği gibi, “kontrolsüz güç, güç değildir”.
Seçilmiş ya da atanmışlar bunun gizemine, sihrine, nüfuzuna, etkisine, gücüne, otorite ve ihtirasına kapıldığında… Getirildikleri makam ve oturdukları koltukları başlarını döndürdüğünde, gözlerini, kalplerini ve vicdanlarını körleştirdiğinde, akıllarını yok ettiğinde çok tehlikeli sonuçlar doğurabilir, sahiplerini ve müsebbiplerini felaketten felakete sürükleyebilir.
İnsanlara haksızlık ve zorbalık yapmak, birine, birilerine veya belirli bir gruba kanun, yasa ve kurallara aykırı iltimas geçmek, onlara öncelik ve ayrıcalık tanımak “Kanun tanımazlık ve adaletsizliktir”. İşte bu durum, kanunsuzluk, adaletsizlik ve emanetin ve işlerin ehline verilmemesi toplumun huzursuzluklarının, kavgaların, anlaşmazlıkların, milli servet kaybı, yetişmiş insan kaynağının yitirilmesinin ve bir neslin yok edilmesinin baş sebebidir.
İnsanların güven duygusunu sarsacak, toplumun ihtiyacını karşılamaktan uzak, Allah’ın rızasına uygun kullanılmayan her şey ve dahi “Adil olunmaması” “Emanete ihanet edilmesi” ve “makamların işin ehli insanlara verilememesi” toplumları ortadan ikiye böldüğü gibi faydadan çok zarar verir.
Toplumun, hayatın ve insanlığın içinde kalması gereken ve ana erdem olması gereken adalet; makam, mevki, şan, şöhret, nam, statü veya iltimasla dağıtılan bir şey değildir. Olamaz ve olmamalıdır da.
Adalet, güçlü de olsa haksızın, güçsüz de olsa haklının hukuk karşısında eşit muamele görmesidir. Aksi halde herkes için temel esas olması gereken adaletten uzaklaşıldığı, hukukun sık sık ayaklar altına alındığı, kanunların sık sık çiğnendiği bir ülkede toplum hayatı mahvolmuş demektir. Böyle bir ülkede sürdürülebilir bir huzurdan, daimi kalkınmışlıktan, müreffehiyetten ve ilerlemeden bahsedilemeyeceği gibi, hiçbir vatandaş kendisini güven altında hissetmez.
Evet, bütün siyasi, idari ve mahalli imkânlar, mal, servet ve makam sahibi olunması, görünen dünyevi başarılar Allah’ın insanlara birer ikramı değil, emanetidir. O makamlar, o koltuklar hiçbir kimsenin tapulu malı veyahut tereke değildir. Kamu görevi, devlet yönetimi ve siyaset birer vekâlet müessesesidir.
Makamları işgal edenler, boş bulduğu koltuğa siyaseten oturanlar, kendilerine verilen emanetin ve vekâletin kirleticisi değil, emanetçisi ve bekçileri olmalıdır…
Adaletin tesis edildiği yerler adliyeler ve mahkemelerdir.
Adliye binalarının yeni ve sayıca çok oluşu, mimarisinin güzelliği ve büyüklüğü, koridorlarının genişliği, mahkeme salonlarının ferah ve havadar oluşu, hâkim ve savcıların niceliği (artıp eksilmeleri-azalıp çoğalmaları) adaletin varlığını ve hukukun gücünü (üstünlüğünü) göstermez.
UNUTMAYALİM Kİ…
Adaletin olmadığı yerde kargaşa, karışıklık, kaos ve keşmekeşlik vardır.
Hiçbir siyasi güç ve idari yetki, makam ve mevkii, para ve servet, şan ve şöhret, sahip olunan imkân… Hayallerin ve ihtirasların, heva ve heveslerin, öfke ve şehvetin kışkırttığı, tahrik ettiği hiçbir talebi karşılayamaz.
Adaletin tesis edilmediği hiçbir yerde ve hiçbir zaman huzurdan, refahtan ve istikrardan bahsedilemez…
Adalet olmadan mülk, mülk olmadan devamlılık ve egemenlik tesis edilemez…
Adaletin sağlanması ve tam bir hukuk devleti olunması için her zaman “Adil Yönetimlere”, iyi yetiştirilmiş (kendini iyi yetiştirmiş) temiz, vicdan ve ahlak sahibi “Emin İnsanlara” ihtiyaç var.
Unutmayalım ki; adalet, bir toplumu ayakta tutan ana kolonlardan, temel direklerden biridir.
Eğer bu kolon dükkânı genişletmek isteyen cahil güruhu gibi kesilir ve tıraşlanırsa; o bina toplum üzerine bir gün mutlaka çöker, toplum çözülmeye, çürümeye ve kokuşmaya başlar.
Eğer bu direk yıkılırsa; zulüm artar, güçlü olan zayıfı ezer, insanlar haklarını savunamaz olur.
Eğer adalet ortadan kaybolursa; insanlar kendi adaletlerini sağlamaya, “demircik kanunu” işlemeye başlar.