Okuma fişlerini bilmeyenimiz yoktur.
Kırmızı kurdeleyi takmanın anahtarı, şifresi bu fişlerdir.
Yazımın başlığını bu fişlerden bazılarını seçerek yaptım.
Ama daha neler var neler.
“Otur Ayşe otur.
Meltem toka tak, tek tek limon al.
Ahmet sokağa çıkma.”
Bizdekiler; bakmakla, oturmakla, veya uyumakla ilgili.
Ya da Meltem'e toka taktırıp manavdan limon aldırmakla...
Ha, bir de Ahmet'e sokağa çıkma yasağı var!
Ne alakası varsa?
İhtilâllerden bilinçaltımıza işlemiş olsa gerek...
Gelişmiş ülkelerde aynı mı acaba?
Hayır, çok farklı.
Japonya'da şöyle:
“Yaşamak için üretmek zorundasın.”
“Üretmeden kalkınamazsın.”
Almanya'da ise:
“Üretim ve yaşam disiplinle başlar.”
“Disiplin olmadan başarıya ulaşamazsın.”
Bu sözcükler henüz okumayı bilmeyen bu körpe beyinlere adeta kazınıyor.
Aynı şekilde bizim çocukların da tabii ki...
E, bizim yavrular da ne yapsın?
Garibim Ali, bön bön öylece durup ata bakıyor;
Miskin Oya yan gelip yatıyor.
Tembel Ayşe oturuyor,
Süslü Meltem saçına toka takmadan dışarı çıkıp limon bile alamıyor...
Ama içlerinde en şanssız olanı; Ahmet. O bir şeyler yapmak istese de, ihtilâlden dolayı sokağa dahi çıkamıyor...
Oysa Japon Akira, üretmeden yaşamın mümkün olmadığını,
Alman Hans, başarıya ulaşmak için disiplinin şart olduğunu henüz okumaya başlamadan öğreniyor...
Ağaç yaşken eğilir.
Çok doğru...
Ama biz çocukları eğitmiyor, onların tazecik beyinlerini böyle boş, gereksiz hatta yanlış şeylerle dolduruyoruz.
Bir amaç, bir hedef yok!
Yazar Buket Uzuner
“Tek mucize vardır hayatta. O da, küçükken iyi bir öğretmene rastlamak! İyi bir öğretmen; merakı törpülemeyen, merakın önünü açan kişidir!” diyor.
Ne kadar da doğru.
Merak etmek, bir şeyleri araştırmak insanı geliştirir. Hele ki küçük yaşlarda edinilen bu alışkanlık ileride müthiş işlere olanak sağlar.
Diyelim ki, çocuğumuz çok şanslıydı ve böyle bir öğretmene denk geldi.
Harika.
Öğretim işini ebeveyn olarak bu güzide öğretmene yıktık, bu yükten güzelce kurtulduk.
Ne âlâ!
Ya o kadar şanslı değilsek?
Papazı bulduk o zaman!
İşte o zaman iş kimlere düşüyor?
Elbette, anne–babaya..
Buket Uzuner küçükken harika bir öğretmene rast gelmenin mucize olduğunu söyleyerek şahane bir tespit yapmış.
Ben de bir cümle ilave ederek bu tespite katılayım:
“Dünyada iki mucize vardır:
Biri, iyi bir anne-babaya sahip olmak; diğeri de harika bir öğretmene rastlamak!”
6 Yaşında konuşmaya başlayan, okumayı ise ancak 9'unda başarabilen Albert Einstein; şayet annesi, öğretmenin yazdığı o mektubu olduğu gibi kendisine okusaydı, acaba dünyaca tanınan böyle bir dâhi, bir fizikçi olabilir miydi?
Hiç sanmam, ilkokul diploması bile olmazdı.. Dünya da bu adı hiç duymamış olacaktı...
Bu yüzden en az öğretmen kadar anne baba da çocuğun gelişiminde oldukça önemlidir. İkisi de olmazsa, olmaz...
Ama ülkemizde pek sık göremeyiz ne yazık ki böyle mucizeleri...
Milli Piyangodan büyük ikramiyenin çıkma olasılığı kadar az.
Zaten adı üstünde; mucize!
Hayatımızda bunlardan biri eksikse, iş kötü.
Ama ikisi de yoksa, durum çok daha vahim, hatta berbat.
Geçmiş olsun!
Madem öyle, o zaman okuma fişlerine kaldığımız yerden devam edelim.
Durup dururken icat çıkarıp eski köye yeni âdet getirmeyelim...
“Ali sus artık, sen ata bak!”
“Ayşe otur!”
“Oya odana git, güzelce uyu.”
“Meltem manava git, limon al; çünkü Ahmet hâlâ sokağa çıkamıyor !...”
Güzel bir hafta sonu diliyorum.
Sağlıcakla kalın.