“-Ey Beşeriyet! Saadet, hayatı olduğu gibi kabul edip, insana yüklediği yüklere razı olup, bunun daha iyi olması için gayret etmektir.”
Bazı kitaplar vardır ki yalnızca okunmaz,insanın ruhuna dokunur, düşündürür, sarsar ve kendi iç yolculuğuna davet eder. Filibeli Ahmet Hilmi’nin “Amak-ı Hayal”i de işte böyle bir eserdir. Adı bile çok şey anlatır: Hayalin derinlikleri.
“İnsan, doğa bahçesinde yetişmiş güzel bir çiçektir. Fakat akıl denilen büyüleyici bir koku ile diğer çiçeklerden ayrılır.”
1865’te Filibe’de doğan Ahmed Hilmi veya daha çok bilinen ismiyle Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi Meşrutiyet dönemi aydınlarından biridir. Babasının görevi (şehbender/konsolos) sebebiyle de Şehbenderzâde olarak anılır. Meşrutiyet dönemi aydınlarından biridir. İttihat ve Terakki ile yaşadığı fikir ayrılıkları, onun sürgün ve zorluklarla dolu bir hayat yaşamasına sebep olur. Gazetecilik, felsefe, tasavvuf ve edebiyat alanlarında eserler verir. 1910’larda kaleme aldığı “Amak-ı Hayal”, en bilinen ve en çok okunan eseridir. 1914’te, yani Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı yıllarda genç yaşta hayata veda eden Ahmet Hilmi, arkasında düşünce ve edebiyat dünyamız için derin izler bırakır.
"İnsanlar yaratılış ve terbiye bakımından delidir. Tesadüfen akıllı bulundukları anlar pek kısadır."
Eserin kahramanı Râci, dönemin modernleşme sancılarıyla boğuşan, aklıyla kalbi arasında sıkışıp kalmış bir gençtir. O, bir yandan Batı düşüncesine hayran, diğer yandan içindeki boşluğu dolduramayan bir arayışın temsilcisidir. İşte bu noktada karşısına Aynalı Baba çıkar. Ona hayalin, rüyanın ve tasavvufî tecrübelerin kapılarını açar. Her bölümde Râci, farklı bir âleme, farklı bir hayal katmanına girer. Kimi zaman felsefenin soğuk koridorlarında kaybolur, kimi zaman aşkın ve hakikatin sıcak ışığında yolunu bulur.
Eser, Osmanlı’nın Batı karşısında bocaladığı, modernleşme ve gelenek arasında kalındığı bir dönemin ürünüdür. Bu yüzden Râci’nin bunalımları aslında bir gencin değil, bir toplumun bunalımıdır. O yıllarda pozitivizm ve materyalizm Osmanlı gençliğini etkisi altına alırken, Ahmet Hilmi bu eserle adeta bir uyarı yapar:
“Aklı küçümseme, ama kalbi de unutma.”
Okur, “Amak-ı Hayal”i okurken aslında kendi iç âlemine de bir yolculuğa çıkar. Hepimizin içinde bir Râci vardır, aklın bitmeyen sorularıyla, kalbin susmayan fısıltıları arasında kalmış bir benlik. Aynalı Baba ise yol göstericidir, bazen bir mürşid, bazen de insanın kendi vicdanı gibidir.
Bu eseri farklı kılan, kuru bir öğüt kitabı olmaması. Tam tersine, hikâye içinde hikâye, hayal içinde hayal kurarak bize düşündürür. Kimi zaman bir hikâye anlatıcısı gibi sürükler, kimi zaman bir filozof gibi sorgulatır.
Bir bölümde Râci, bütün dünyanın bir kum tanesi kadar küçük kaldığı bir sonsuzluk âlemine götürülür. İnsan aklının sınırlı olduğunu, hakikatin sonsuz bir deniz gibi olduğunu idrak eder. Bir başka bölümdeyse Râci’ye şu ders verilir:
“Sen kendini bir damla sanırsın ama aslında koca bir deryasın.”
Bu örneklerde görüleceği üzere, kitap sadece bir roman değil, aynı zamanda felsefî, tasavvufî ve psikolojik yolculuk yaşatan bir eser.
Bir köşe yazısı için bu kitabı gündeme almamın sebebi, onun sadece bir “edebî eser” olmayışı, aynı zamanda bugünümüzü de aydınlatan bir düşünce aynası olmasıdır. Çünkü Râci’nin çıkmazları, aslında günümüz gençlerinin çıkmazlarına çok benzer. Batıya hayranlık, teknolojiye sarılış, ama bir türlü tatmin olmayan ruh… Aynalı Baba’nın öğütleri ise hâlâ taze, hâlâ bize bir şeyler söylüyor:
“Yürü ey güçsüz seyyah, yürü durma yürü.
Seni vuslattan alıkoymasın bu sahte zevkler.
Bu harikalıklar,bu sanatlar hepsi rüya ve hayal.
Yürü ey biçare ziyaretçi, yürü durma yürü.
Yürü ki,vuslatın nezih ortamında yükselesin.
Yürü nefsini yok et; budur olgunluk tavrı.
Yürü gösterişi terk et, içesin kavuşma kadehini.
Yürü ki, saf-soyut âlemde var olmayı göresin.”
Sevgili okur, siz de belki kimi zaman kendinizi boşlukta hissettiniz, hayatın anlamını sorguladınız. İşte tam o anda “Amak-ı Hayal” size bir dost gibi eşlik edebilir. Kitabı okurken, yalnızca Râci’nin yolculuğunu değil, kendi iç yolculuğunuzu da izlersiniz.
Bugün bu köşeden size tavsiyem, bir akşam çayınızı alın, telefonu bir kenara bırakın, sessiz bir köşeye çekilin ve “Amak-ı Hayal”in sayfalarını açın. Okudukça fark edeceksiniz, aslında hepimizin içinde bir Aynalı Baba’nın sesi var. Onu duyabilmek için sadece biraz susmak, biraz dinlemek, biraz da hayalin derinliklerine dalmak gerekiyor.
“Vay! Sen varsın ha! Acaba var mısın....?”