Sibel BİNGÖL


Bilim ve Tarihin Işığında Türk’ün Kaderi Kızılelma Yolu…

Zaman her şeye şahittir ve bilim tek gerçektir. Kişi bilmediğinin düşmanı olmamalı…


 Cumhuriyet dönemiyle birlikte getirilen yeniliklerin, ülkemizin Milli Mücadelesinin ulus bilinciyle var olmasının önemini daha derinden kavrayabilmemizi sağladığı gibi; tarikatlar ve dini duyguları istismar eden yapılarla ilgili daha güçlü bir bilinçlenmeye de ihtiyaç duyduğumuzu, yakın tarihimizde yaşadığımız darbelerle hepimiz acı bir şekilde sindirdik. 

Bu bağlamda, özgün İslam anlayışını, ilk doğduğu günlere giderek Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)’in bilime verdiği önemi ve sonrasında Hz. Ali’nin şehit edilmesi, dört halife döneminin bitiminde Kerbela olaylarından sonra, özellikle Emevilerin Siyasal İslam anlayışının yaygınlaşıp benimsenmesini ele alacağız. 

Osmanlı Devleti hilafeti almasıyla Halifeliğin merkezinin Kahire değil, İstanbul olduğunu ifade etmiştir. 

Türk milleti, ilmi, adaleti ve ahlakı rehber edindiğinde yükselmiş, bunlardan uzaklaştığında duraklamıştır. Türklerin bilimden uzaklaşmasının sonuçlarını ve Atatürk’ün idealini de vurgulayarak bir sonuca doğru ilerleyeceğiz. Bütün bu araştırmalarımın sonunda, ülkemizin yetiştirdiği ve dünyada adını bilimsel araştırmalarıyla altın harflerle zihnimize yazdıran Türk bilim insanlarımızın bu yazı hakkında değerli görüşlerini alarak bilimsel olarak da desteklettirdiğimi siz değerli okurlarımızla paylaşmak istiyorum. 

Yanılmıyorsam, Atatürk’ü, İslam’ın temel öğretilerini esas alarak anlamaya çalıştığım bu bakış açısıyla ilk defa böyle bir araştırmayı okuyorsunuz. İlk olarak, İslam’ın dönüşümünü ele alalım.

 PEYGAMBER’DEN SİYASAL İSLAM’A VE CUMHURİYET’E

 İslam, Hz. Muhammed’in önderliğinde Arap topraklarında doğduğu dönemde yalnızca bir inanç değil, aynı zamanda toplumda köklü değişiklikler yapan bir harekettir. Kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü, kadınların neredeyse hiçbir hakka sahip olmadığı, ekonomik adaletsizliğin derinleştiği bir topluma İslam, ahlaki, hukuki ve sosyal düzenlemeler getirmiştir. Hz. Muhammed, “İlim Çin’de dahi olsa gidin, alın” diyerek bilginin evrenselliğini vurgulamış, insanları kadın, erkek ayrım yapmadan okumaya, sorgulamaya ve öğrenmeye teşvik etmiştir. İlk vahyin “Oku!” (Alak 96:1) emri de bunun en büyük göstergesidir. Kadınlara miras (o günün şartlarında kadına 1, erkeğe 2 hak tanımış) ve boşanma gibi konularda haklar sağlamıştır. Hz. Muhammed’in vefatına kadar geçen sürede İslam, bilginin, hoşgörünün ve adaletin hâkim olduğu bir toplum inşa etmeye çalışmış; dini, bir baskı aracı değil, bireylerin özgür iradesiyle benimsemesi gereken bir yaşam tarzı olarak sunmuştur. İslam’ı bir teklif olarak insanlığa sunmuş ve bu öğretileri hayatınızda uygularsanız, iki cihanda da mutlu olursunuz diyerek mutlu bir yaşamın anahtarı olarak belirtmiştir. Hz. Muhammed yalnızca Peygamber değildi. Arap dünyasının aynı zamanda devlet başkanıydı üstelik yalnızca Müslümanların değil, Arap yarımadasında yaşayan Müslüman olmayanların da devlet başkanıydı. 

Hz. Muhammed’in vefatından sonra, dört halife döneminde de Hz. Ali’nin şehit edilmesine kadar İslam, orijinalini korumuş ancak Emevîler döneminden itibaren dinin siyasi bir araca dönüştüğü yeni bir süreç başlamıştır. Bu arada, Yazar Ahmet Turgut’un Gözyaşlarınızın Yağmur Olup Fırat’ın Kenarında Susuz Kalan Güllere Damlayacağı “Ayn, Şın, Kaf’la Yazılan Sır: Aşkın Elçisi, Aşkın Secdesi ve “Hak Kelamına Mim Koyan Hazreti Hüseyin”i yazdığı Aşkın Şehidi, Kerbela Serisi kitaplarını mutlaka okumanızı tavsiye ederim. Şam Şehidi Hz. Rukiye’nin babasının şehit edildikten sonraki halini görünce küçücük kalbinin nasıl bir özlem ve nasıl büyük bir acıyla durduğunu gözyaşlarıyla okumayana da aşk olsun!

Siyasal İslam’ın Doğuşu ve Kerbela! 

Dört Halife döneminde, İslam hâlâ Hz. Muhammed’in öğretilerine yakın bir çizgide ilerliyordu. Ancak Hz. Ali’nin şehit edilmesi ve ardından Emevîler’in iktidara gelişiyle din siyasetin merkezine yerleştirilmiştir. Kerbela Olayı, siyasal İslam’ın en dramatik kırılma noktalarından biridir. Hz. Hüseyin, Emevîler’in saltanat düzenine karşı çıkmış, ancak hilafetin bir saltanata dönüşmesini engelleyememiştir. Kerbela, İslam toplumlarında dinin nasıl bir otorite aracı haline getirildiğinin en büyük göstergelerinden biridir. Emevîler ve Abbasîler döneminde halifelik, yalnızca dini liderlik değil, aynı zamanda siyasi otoritenin de merkezi haline gelmiş, ulema sınıfı devletin meşruiyetini sağlayan bir yapı halini almıştır. Bu dönemde, din adamı kisvesi altında birçok kişi, dini yorumlama yetkisini tekeline alarak halkı baskı altına almış, şarlatanlık artmış ve İslam toplumları bilimsel düşünceden uzaklaşmaya başlamıştır.

Özellikle Kerbela Olayı, Müslüman dünyasında büyük bir kırılma noktası olmuş ve Şii-Sünni ayrımını derinleştirmiştir. Abbasiler döneminde bilim, sanat ve felsefe büyük ilerlemeler kaydetmiş, Bağdat’taki Beytül Hikme gibi kurumlar bilimsel çalışmaların merkezi haline gelmiştir. Ancak zamanla akılcılık yerini taassuba bırakmış, iç çekişmeler ve Moğol istilaları gibi dış tehditler İslam dünyasını zayıflatmıştır.

Bu arada Osmanlı’da neler olduğuna bakalım…

İhtişamlı Saltanat bilimin kapılarını sonuna kadar açıp sonra yavaş yavaş kapatmış…

Osmanlı Devleti, İslam dünyasında güçlü bir merkez olarak yükselmiş ve hilafeti alarak Müslümanların liderliğini üstlenmiştir. Osmanlı’nın ilk dönemlerinde bilim ve sanat gelişirken, zamanla medrese eğitimi durağanlaşmış, içtihat kapıları kapanmış ve bilimsel ilerlemelere ayak uydurulamamıştır. Matbaanın geç gelmesi, dini düşüncenin baskın hale gelmesi ve yeniliklere kapalı bir eğitim anlayışının benimsenmesi,  Şeyhülislam’ların Padişahları yanlış yönlendirmesi, Hz. Muhammed’in öğretilerinden uzaklaşmaları ‘’haram, uğursuzluk getirir’’ düşüncesiyle İhtişamlı Saltanat, bilimin kapılarını kapatmış ve Osmanlı’nın duraklama ve gerileme sürecine girmesinde etkili olmuştur.

19.yüzyılda Osmanlı Devleti, çöküşü önlemek için reform hareketlerine girişmiş, Tanzimat ve Islahat Fermanları ilan edilerek modernleşme çabaları hız kazanmıştır. Ancak bu reformlar, yeterince köklü bir dönüşüm sağlayamamış, devletin parçalanmasını ve güç kaybını engelleyememiştir. Bu süreçte Batı’nın bilim ve teknolojide ilerlemesine karşın Osmanlı, hâlâ geleneksel yapıyı koruma çabası içinde kalmıştır.

Siyasal İslam ve Bilimin Gerileyişi Osmanlı Devleti

 Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde İslam, devletin temel direklerinden biri olmakla birlikte, bilime ve ilerlemeye açık bir yapıdadır. Özellikle Fatih Sultan Mehmed gibi padişahlar, bilime, sanata ve felsefeye büyük önem vermiş, İstanbul’un fethi sonrası şehir bir bilim merkezi haline getirilmiştir. 

Yavuz Sultan Selim, 8 yıllık hükümdarlığında Osmanlı topraklarının sınırlarını kat be kat büyütmüş, Osmanlı Devletine dini ve siyasi tehdit oluşturan Şah İsmail’in ordusunu Çaldıran Ovasında geri püskürtmüş Tebriz’e girerek adına hutbe okutmuş. Suriye, Lübnan, Filistin’i, Osmanlı topraklarına katmış ve Şam’dan Halep’e kadar ilerleyip Kahire’ye girerek Mısır tahtına oturmuş böylece Hilafet Abbasi soyundan Osmanlı soyuna geçmiştir. Kudüs’ün yani Mekke ve Medine’nin koruyucusu Hadimü’l Haremeyn unvanını almıştır. Ayrıca yüz yılda bir uyarıcı, yenileyici olduğuna inanılan Müceddid ilan edilmiştir. Abbasilerden Hilafeti alınca Halife ve beraberindeki ulemayı (mollaları)da İstanbul’a getirerek devlet içinde önemi görevler vermiştir. Halifeliğin merkezinin Kahire değil, İstanbul olduğunu ifade etmiştir. Kutsal emanetleri de İstanbul’a getiren Yavuz sultan Selim Osmanlı'nın Arap Yarımadası'ndaki hakimiyetinin başlamasını sağlamıştır. Tarih boyunca en fazla kitap okuyan padişahtır. Mana aleminde de 250 yıl önceden Yavuz’un kutsal topraklara varacağı işaret edildiği rivayet edilir… Bize ders kitaplarımızda küpeli gösterilen fotoğrafın yıllar sonra Yavuz’un hayatı boyunca bitirmeye çalıştığı Şah İsmail olduğunu geçte olsa öğrenmiş olduk. 

Daha sonra Kanuni Sultan Süleyman döneminde ise, Süleymaniye medreselerini yaptırmış ve bu medreselerde; hadis, tıp, riyaziye ve tabii ilimler uzmanları yetiştirilmiştir.Lale döneminden sonra duraklama dönemi de yine Kanuni döneminde başlamıştır.

Osmanlı Devleti’nde medreseler, yalnızca dini eğitim veren kurumlara dönüşmeye başlamasıyla bilimsel ilerlemeyi yavaşlatan en büyük etkenlerden biri olmuştur. Tıp eğitiminin “günah” olduğu gerekçesiyle Müslüman çocuklara verilmemesi, bilimsel ilerlemenin nasıl kesintiye uğradığını gösteren en çarpıcı örneklerden biridir. Avrupa’da Rönesans ve Reform hareketleri yaşanırken, Osmanlı’da bilimin yerini dogmalar almıştır. Din, yalnızca ibadet eksenli bir yapıdan çıkarılıp siyasetle iç içe geçiren bu anlayış, zamanla dinin bir ticaret aracı haline gelmesine yol açmıştır. Tarikatlar, şeyhler ve sahte din adamları, halkı yönlendiren otoritelere dönüşmüş ve bu, Osmanlı’nın ilerleyememesinin ve çöküş sürecine girmesinin en büyük sebeplerinden biri olmuştur. 

GAVUR PADİŞAH II. Mahmud

Osmanlı Devleti’nin çöküş sürecini uzatan ise sanata, bilime önem verip yenilikçi bir anlayış benimseyen II. Mahmud dönemi de, Tazminat Fermanı’nın yayınlanmasına öncülük ettiği için çok önemlidir. Osmanlı Hanedanı’nın üçüncü ve son atasıdır. 31 yıl tahta kalmış ve tarihin siyasi açıdan en bunalımlı dönemine tanık olmuştur. En çok orduya önem vermiş, yeni ordu kurmuş, donanma ve askeri binalar inşa etmiştir. İlk resmi gazete Takvim-i Vakayi (Olayların Takvimi) çıkarmış ve bu gazeteyi Arapça, Rumca, Ermenice ve Fransızca dillerinde günlük yayımlatmıştır ve ilk buharlı gemiyi satın almış, bakanlıkları nazırlık ismi ile yenilemiş, devlet yönetiminde ve eğitim sisteminde Osmanlı tarihinin en köklü reformlarını yapmıştır.

II. Mahmud’un özellikle fesi getirmesi, devlet memurlarına kıyafet mecburiyeti koyması, yurt dışına öğrenci göndermesi,Sarayda Avrupai davranışlar:  Masa, sandalye, porselen, tabak, çatal, kaşık kullanılmaya başlanması,kıyafetlerin modernleştirilmesi, Yurt dışına özellikle Paris, Londra ve Viyana’ya daimi elçiler gönderilip yenilikler izlenmeye devam edilmesi, kiliseler yapılması, posta teşkilatı kurulması, av partileri düzenleyip Avrupalıları davet etmesi,resmi dairelere Sultan II. Mahmud’un setre pantolonlu, fesli ve kısa kesilmiş sakallı resimleri asılmasıgibi yaptığı yeniliklerden dolayı ‘’Gavur Padişah’’ diye yaftalamasına neden olmuştur.II. Mahmud amcası III. Selim’in yarım bırakmak zorunda kaldığı yenileşme hareketlerine sahip çıkmıştır ve 1836 ‘da yine bugünkü anlamda Sağlık, Adalet, Maliye bakanlıklarını kurmuştur.

Osmanlı Devletinde yapılan yenilikler genellikle Saray ve çevresiyle sınırlı kaldığı için halka ulaşması mümkün olmamıştır. Dolayısıyla halka bu yenilikler yeterince anlatılamadığı ve ulaşmadığı için benimsenmemiştir. Halk üzerinde etkili olan bağnaz kesim tam tersine yeniliklere karşı çıkmasına neden olmuştur.

İstanbul Rasathanesi ve astronomi ilmi üzerine çalışmalar

10 yıl önce 1579 yılında sultan IV. Murat döneminde Şeyhulislam Hoca Saddetin’in de desteğiyle İstanbul Rasathanesi ve astronomi ilmi üzerine çalışmalar yapan Müneccimbaşı Takıyyuddin Efendi ne kadar cahil zümre tarafından engellenmek istense de vazgeçmemiş 20’ye yakın eser vermiştir. Şeyhulislam değişince ‘’Astronomi ilminin sırlarına vakıf olmanın istikbali öğrenmeye çalışmanın devlete uğursuzluk getireceği’’ gerekçesiyle sultanı etkilemiş ve rasathane yıktırılmış. Sultan tabi Şeyhulislama tabi olacağına Hz. Muhammed’e tabi olsaydı ilim ayağına kadar gelmişken yıkmazmış.

Hazârfen Hasan Çelebi Dünyada ilk kez uçmayı başaran Türk bilginidir. Geniş bilgisinden ötürü ‘’Hazârfen’’ denilmiştir. Sultan IV. Murat zamanında uçma tasarısını gerçekleştirmiştir.

Hasan Çelebi füzeciliğin atasıdır. 1633 yılında IV. Murat döneminde füzeye uçmak hünerini göstermiştir. Evliya Çelebi Seyahatnamesine göre, ‘’Hasan Çelebi 50 okkalık barut macunuyla dolu 7 kollu, kendi icadı olan bir fişeğe binerek yardımcılarının ateşlemesiyle uçmayı başarmıştır. Barut bitince de kanatları açmış Sinan Paşa sarayı önünde denize iniş gerçekleştirmiştir.’’ Padişah bu kadar akıllı ve hünerli adamın varlığından kuşkuya düşerek Hazârfen’i Cezayir’e sürgün etmiştir.

Norveçli Bilim insanı Roffavik, ilk uzay roketinin Türkler tarafından icat edildiğini batıya kabul ettiren bir araştırma yapmıştır. 

Osmanlı Devleti’nin en acı kırılma noktası (Sadrazam Mustafa ve Genç Osman)

Osmanlı Devleti’nin en önemli ve en acı kırılma noktası Kanunu Sultan Süleyman’ın hakkında dedikodu çıkartılan oğlu Şehzade Mustafa’nın katli ve Yeniçeri ordusunu tasfiye etmek için yanında bir tane bile güveneceği kimsesi olmayan Genç Osman. Daha 14 yaşında birçok ilim ve sanata hâkim olan bilgisi ve şahsiyetiyle hayranlık uyandırarak Sultan olan,  halkın çok sevdiği yeni filizlenen umudu Genç Osman…Ne Müslümanlığa ne hiç bir dine ne de insanlığa yakışacak şekilde türlü işkencelerle öldürülen Sultan II. Osman (Genç Osman).   

Türk milletinin bütün umudunu bağladığı Mustafa’yı tam 400 yıl sonra bu topraklar yeniden yetiştirecek ve yeni bir destan yazdıracaktır fakat Genç Osman Türk’ün kalbinde bir sızı olarak kalacaktır.

Genç Osman’ın 17.yüzyılın sonlarında tahta çıkması ve Saray içindeki otoritelerle öldürülmesinden sonra 18.yüzyıl ortalarında neredeyse 200 yıl sonra Genç Osman’ın intikamı diyerek, yerel yönetimlerin baskıcı tutumuna ve ekonomik sıkıntılar içinde vergiye bağlanan halkın isyanında dikkat çeken Türk Beyleri Erzurum’dan yola çıkan Abaza Mustafa isyanında en az 300 yeniçeriyi öldürmüştür. Dikkatimi çeken ise halkın sorunlarına çözüm getirilmeyip elini kaldıranı kesmiş hatta kesmekten yorulup diri diri kuyulara gömmüşler Türk halkı canlı canlı toprağa gömülürken, devşirme Müslümanlar devletin ulema sınıfı olmuş.  Tarihçiler de Osmanlıya leke sürmeden, ecdada leke gelmesin diyerek yazanlar, Osmanlı karşıtı yazanlar, Cumhuriyet dönemi tarihçileri gibi sınıflara ayrılıyor. Hiçbir Türk vergi ödeyemeyen halkın evine zorla girip, ‘’ya parayı verirsin ya da karını, kızını?’’ demez ve böyle bir duruma da boyun eğmez.

 Devlete, ecdada leke getirmemek için örterek yazılan çok tarih konusu var. En önemli ayrıntıda devşirme Müslümanlar dışında sarayda ilerleyeceğini fark eden uyanıklar hemen Müslüman olmuş. Tabi hepsini aynı kefeye koymamak gerekiyor yapılan icraatları devlete hizmetleri ve sadakatleri konusunda tek tek araştırılıp ancak hüküm verebiliriz. Önemli olaylarda dikkatimi çekti sadece…Aynı Fetö’nün parladığı dönemlerde koltuğu sallanan, terfi etmek isteyenlerin hemen hacca gitmesi gibi. Kuyucu Muratpaşa ne kadar Müslüman olabilir? İslam’da ‘’aman diyene kılıç kalkmaz’’ hükmünü Osmanlı bütün savaşlarda uygulamış Kuyucu Murat ise; haklı, haksız, suçlu suçsuz bütün Türkleri kesmekten kolu yorulmuş… Ya da Genç II. Osman’ın yedi kule zindanlarına götüren Devşirme Müslüman Sadrazam Hırvat Halil Hamdi Paşa ne kadar insan ki bir de Müslüman denilerek övülmüş. Hürrem’e hizmet eden Mustafa hakkında dedikodu yayan paşa rüşvetçi Opukoviç ailesinin Osmanlı Sadrazamı Rüstem Paşa, Şehzade Mustafa’nın acısı geçene kadar sürgün eden babası bir süreliğine yerine, Arnavut Kara Ahmed Paşayı  getirmiş. Rüstem Paşa’nın arkasında Hürrem Sultan olunca entrikalara kurban gitmiş Kara Ahmed Paşa. Bu böyle devam eder gider…

‘’Genç Osman dediğin bir küçük uşak,

Beline bağlamış ibrişim kuşak,

Askerin içinde birinci uşak,

Allah Allah deyip geçer Geçer Genç Osman.

Genç Osman dediğin bir küçük uşak, 

Bağdat’ın içine girilmez yastan,

Her ana doğurmaz böyle bir Aslan,

Alalh Allah deyip geçer Genç Osman.’’ 

(Kayıkçı Kul Mustafa Genç Osman Destanı)

 

Bağdat Fatih’i Aksaraylı 17 yaşında ki Genç Osman’ı yazmazsak bu yazının ruhuna ihanet olur.

Padişah IV. Murat Aksaray’a uğrayınca orduya katılmak ister yaşı tutmadığı için alınmaz. Güreş, okçuluk ve kılıç kullanmada mahirdir.  Gizlice Osmanlı ordusuna karışan Genç Osman, Bağdat’ın fethi sırasında burçlara sancağı dikmiş ve orada şehit düşmüştür. Rivayete göre IV. Murat Han şöyle der: ’’Keşke Bağdat’ı feth etmeseydim de Genç Osman’ım ölmeseydi.’’

Büyük bir kültür ve bilgi taşıyıcısı Türklerin Kızılelma yolu…

 Türk’ün Asırlık Öncülüğü ve Medeniyet Yolculuğu Bir milletin büyüklüğü, yalnızca savaş meydanlarında kazandığı zaferlerle değil, insanlığa sunduğu fikirler, medeniyet anlayışı ve ilmi mirasıyla ölçülür. Türk milleti, tarih boyunca sadece ordularıyla değil, adalet anlayışıyla, ilim öncülüğüyle, devlet nizamıyla ve yüksek ahlakıyla dünyaya yön vermiştir. Ve şimdi, çağın dönüm noktasında, bu misyonunu yeniden hatırlamak, Kızılelma ruhuyla yeni bir medeniyet yürüyüşü başlatmak zorundadır. 

Tarihte Medeniyetin Öncüsü İlk Türk devletlerinden itibaren, Türkler göçebe bir topluluk olmanın ötesinde, büyük bir kültür ve bilgi taşıyıcısı olmuştur. Köktürkler, tarihte bilinen ilk yazılı Türk metinlerini bırakırken, aynı zamanda devlet teşkilatlanmasında adalet ve halkçılığı esas almışlardır. Uygurlar, dünya tarihinde matbaayı ilk kez kullanan milletlerden biri olarak bilginin yayılmasını hızlandırmış, sanat ve şehircilikte Asya’nın en gelişmiş toplumlarından biri olmuştur. İslam’la buluşan Türkler, Karahanlılar ve Gazneliler döneminde İslam dünyasına askeri ve ilmi katkılar sunmuş, bilhassa Büyük Selçuklu İmparatorluğu ile bu öncülüğü doruk noktasına çıkarmıştır. 

Nizamülmülk’ün açtığı medreseler, sadece bir eğitim kurumu değil, Batı’nın ancak yüzyıllar sonra kavrayabileceği sistematik düşüncenin temel taşları olmuştur. Bu medreselerden yetişen Ömer Hayyam, El-Biruni, İbn Sina ve Gazali, sadece İslam dünyasını değil, tüm insanlığı etkileyen eserler vermiştir. Osmanlı, sadece bir cihan devleti kurmakla kalmamış, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethiyle bilim ve sanatı birleştiren bir Rönesans başlatmıştır. Mimar Sinan, bugün dahi mimari açıdan çözülemeyen eserler bırakırken, Ali Kuşçu gibi bilim insanları astronomi ve matematik alanlarında Batı’ya öncülük etmiştir. 

Tüm bu başarıların temelinde yatan en büyük gerçek şudur: Türk milleti, ilmi, adaleti ve ahlakı rehber edindiğinde yükselmiş, bunlardan uzaklaştığında duraklamıştır. 

Kızılelma’nın Yeni Tanımı Bugün, Türk milleti bir yol ayrımındadır. Geçmişin şanlı mirasını bir hatıra olarak taşımak mı, yoksa o mirası bilimle yeniden inşa ederek geleceği kurmak mı? Kızılelma artık yalnızca bir fetih hedefi değil, bilimde, teknolojide, sanatta ve insan haklarında dünyaya öncülük etme ülküsüdür. Eğer Selçuklular medreseleriyle dünyayı aydınlattıysa, bugün Türk üniversiteleri bilimde çığır açmalıdır. Eğer Osmanlı adalet anlayışıyla üç kıtada düzen sağladıysa, bugün Türk milleti dünya barışına katkı sunmalıdır. Eğer Mimar Sinan çağının en büyük eserlerini inşa ettiyse, bugün Türk mühendisi ve sanatçısı, çağın en büyük projelerini üretmelidir. Türk milleti, tarihin her döneminde öncü oldu. Ancak bugün o öncülüğü tekrar devralmak için silkelenmeli, bilimi, sanatı, ahlakı ve adaleti kılavuz edinmelidir. Kızılelma’ya yürüyüş, geçmişin mirasını geleceğe taşımakla mümkündür. Ve bu sancak, ancak ilimle, vicdanla ve çalışkanlıkla hak ettiği gibi dalgalanacaktır.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, Türk’ün Kaderini Yazarken Stratejisi

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Kuran’ın öğretilerini ve Osmanlı Devleti’ndeki kırılma noktalarını en iyi analiz edip, en iyi okuyabilen akıl ve stratejik bilgiye sahip olduğunu, Fatih Sultan Mehmed ’in İstanbul fethiyle İstanbul’u bilim şehri yapmasını, Kanuni Sultan Süleyman’ın tabii bilimleri öne çıkarmasını  ve II. Mahmud Dönemlerini Cumhuriyetle harmanlayıp yenilikçi bir yaklaşımla, dinin devletin içerisinde rol almasının sakıncalarını o dönemlerde Hristiyan, Yahudi dinlerinde de toplumsal olayları iyi analiz ettiği anlaşılıyor. 

İstanbul’un fethi de en basit anlatımla: Hristiyanların birbirlerine düşmeleri, kendi içlerinde din savaşları vermelerinden bir anlamda da İstanbul’u kaybetmediler mi? 

Cumhuriyet ile Çağdaş, Akılcı Sistem

Cumhuriyet ve Atatürk’ün İslam Anlayışı, Osmanlı’nın çöküşüyle birlikte, halkı geri bırakan ve dini dogmalarla baskı altına alan anlayışın yerine çağdaş ve akılcı bir sistem inşa etmek gerekiyordu. Mustafa Kemal Atatürk, bunu görerek hareket etmiş ve dinin halkı sömüren bir araç haline gelmesini engellemek için adımlar atmıştır.

Kur’an-ı ‘’Oku’’ya bilenlerden olmak için…

 Atatürk’ün İslam anlayışı, doğrudan Hz. Muhammed’in öğretilerine dayanıyordu. O, İslam’ın bir Arap geleneği olmadığını, evrensel bir din olduğunu vurgulamıştır. Bu nedenle Kur’an-ı Kerim’in Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır tarafından Türkçeye çevrilmesini sağlamış, böylece halk, dini doğrudan kaynağından okuyabilecek ve din adamlarının tekeline bırakmayacaktı. Yazır, Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında ve Cumhuriyet Döneminde yaşamış Türk Din Alimi, Tercüman ve Hattattır. Kur’an’ın Türkçe Tefsirini telif etmiştir. Atatürk, o dönem kendini Şeyh, Din Adamı gibi gösterip etrafına cemaatler toplayan hacı, hocaları sınav etmiş; Peygamberimizin öğretilerinin dışında halkı aldatıcı bilgiler sunanları halkın görebileceği şekilde ibret olsun diye cezalandırmıştır.

İnanç, vicdan ve akılda yaşayabilir…

Atatürk, dini bir baskı aracı olmaktan çıkararak bireylerin özgür inancına bırakırken, eğitimi laik bir zemine oturtarak bilimin önünü açmıştır. Bu noktada sorgulamamız gereken, FETÖ gibi cemaatlerin neden ülkemizde ahtapot gibi dallanıp budaklanabildiğidir. Demek ki hâlâ tarihimizi doğru okuyamıyoruz. ‘’Eti senin, kemiği benim’’ anlayışıyla kendi çocuklarını cemaatlere teslim eden anne-babalar, ne oldu? Beyni yıkanarak ziyan olmuş bir nesil, kendi ülkesine hain olarak yetiştirildiğinin bile farkına 15 Temmuz darbesiyle fark eden aydınlarımız ve ülkenin en üstünden en alt birimlerine kadar her yerden sarıp sarmalayan ve kardeşi kardeşe dahi küstüren olaylar zinciriyle yüzleştik.

Erzurum’da bu cemaatin 5 yıldızlı otel konforu olan yurdunda kalmıştım. Ailem köyde yaşıyordu. Liseyi bitirmek için çok mücadele vermiştim çünkü bulunduğum çevrede 80’li yılların sonları, 90’lı yılların ortalarında hiç kız çocuğunu okutan yoktu. Hatta karşılardı. Tek hedefim üniversiteyi okumaktı. Hatırlıyorum, ilk gittiğim gün yurdun müdürünü beklerken hakkında bilgi de toplamıştım. Atatürk Üniversitesi’nde bir ana bilim dalının başkanıydı. Heyecanla beklerken, duvarda büyük harflerle bir yazıya ilişmişti gözüm: ‘’Başıboş Değilsin!’’ Müdür beni çok şaşırtmıştı çünkü o gün özellikle yeni aldığım kot pantolonum, beyaz mavi çizgili gömleğimi giyip, yeni moda kaset çalarlı volkmenin büyük kulaklıklarını kulaklarıma takarak gitmiştim. (Çok havalı oluyordu. (!)) Akademisyen müdür, annelerimizin oyalı yazmasına benzer bir yazmayı başına iliştirmiş olarak beklediğim müdür odasına gelmişti. Gerçekten çok şaşırmıştım. ‘’Müzik dinlemek, erkeklerle konuşmak, 6’dan sonra giriş ve bir işte çalışmak yasak! Ve Perşembe akşam 9’da mecburi sohbete katılman gerekiyor’’ Namaz kılıyor musun? ‘’Hayır, kılarım. Hepimiz Müslüman evladıyız, çabuk öğrenirim.’’ Müzik de dinlemeyeceksin. Radyo da mı yasak? ‘’Olur’’ deyince, müdür abla bana: ‘’Nasıl her şeyden, bütün alışkanlıklarından bir anda vazgeçebiliyorsun?’’ diye sormuştu. ‘’Çünkü üniversiteyi okumak istiyorum’’ demiştim. Yeminle aynen böyle geçmişti konuşma. Sohbet geceleriyle ilgili aklımda kalan ise duygu sömürüsüyle gençlerin nasıl kullanıldığına bir defasında tanık olmuştum .’’Zaman gazetesinin tirajı düştü. Hocaefendi hastalandı. Himmet!’’ zaten öğrenci adam parası yok fakat ölmüş babasının hatırası,  çıkarıp bileğindeki künyesini veren olmuştu

 

‘’Dereyi Geçtin Çayda Boğulma’’ (Çay: Küçük akarsu)

Erzurum standartlarında kalabileceğim o dönemin en lüks ve güvenli yurdu Yadigâr Kız Öğrenci Yurdu’ydu. Birkaç ay sonra yurdun müdürü: “Üniversite bir araç, amaç olmamalı. Çok girişkensin, al şu kitapları, yakın arkadaşın M.’yi de araştırdık, ailesi oldukça iyi, onu da buraya getir. Artık bizimlesin ve evleneceğin kişiye dahi biz karar vereceğiz.” (M’nin babası Erzurum’da çok sevilen bir bürokrattı.) Benim gibi “Vatan, Millet, Sakarya” milliyetçiliğiyle yetiştirilmiş, kimsenin buyruğuna giremeyen ve daha o yaşlarda boyundan büyük mücadelelerin ortasında olan birine böyle söylenince, hemen köye gittim. Anneme başımı kapatmamı istediklerini ve konuşmaları anlattım. “Hiçbir şey için mecbur değilsin. Başını da kapatmak zorunda değilsin. Yapamazsın. Başkaları senin adına buna karar veremez, ben de veremem,” dedi. “Ailem okumamı istemiyor, akrabamla evlendirecekler,” diye ayrılmam için beni daha sonra da aramasınlar diye bir yol buldum. Babamı kasabanın kahvehanesinde bulup ikna etmeye çalıştıklarını hatırlıyorum. Bana sundukları imkânlara kapılabilirdim. Çıkarım için devam edebilirdim. Neden etmediysem, şu an da aynı duygularla bu satırları yazıyorum. 

Madem çok eskiye gittik, hiç kimseyi rol model almadım; yalnızca Ortaokul Matematik Öğretmenim Süha Mühürdaroğlu’nu gerçekten Atatürk’e çok benzetirdim, giyimini ve fikirlerini… Gerçekten yolumuzu aydınlattı, en azından ben ondan ilham aldım. Hâlâ görüşüyoruz. Bu satırları ilk okuyacak kişilerden biri olacak, o nedenle huzurunuzda sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. 

Atatürk’ün icraatlarıyla devam edelim…

Atatürk Bir Fikir Hareketidir!

Cumhuriyet, yalnızca bir yönetim biçimi değil, özgürlüğün ve akılcılığın simgesidir.

1924’te Halifeliğin kaldırılması, 1925’te Tekke ve Zaviyelerin kapatılması, 1928’de harf devrimi gibi adımlar, halkın dogmalardan arınarak ilerlemesini sağlamıştır. Ancak günümüzde, dinin tekrar siyasetle iç içe geçirilmek istendiğini ve dini kendi çıkarlarına alet eden kişilerin arttığını görüyoruz. Ve Atatürk’ü de çıkarları için kullanan bir kesim daha oluştu. Atatürk’ün mücadelesi, yalnızca bir dönem için değil, geleceği aydınlatmak içindi. Bugün, onun fikirlerini anlamak ve bu doğrultuda hareket etmek, çağdaş Türkiye’nin devamlılığı için hayati öneme sahiptir. 

Atatürk’ün Latin alfabesine geçişiyle ilgili olarak, halkın bir gecede cahil bırakıldığı yönünde toplumda yaygın yanlış bir görüş var. Ne yazık ki hâlâ bu görüşü savunan insanlar var.“Bir gecede cahil bırakmak” söylemini ilk defa bir siyasetçiden duymuştum, maalesef çok abartılı; çünkü Osmanlı dönemindeki Arap harfli alfabe herkes tarafından okunup yazılan bir sistem değildi. Zaten okuma yazma oranı çok düşüktü. Özellikle kadınlar 1869’daki Maarifi Umumiye Nizamnamesine kadar doğru dürüst okula gitmiyorlar ve kadınların çoğu okur- yazar değildi. Latin alfabesine geçiş, Atatürk’ün en köklü reformlarından biriydi ve uzun vadeli bir kalkınma hamlesiydi.

Bu değişiklik, eğitimi kolaylaştırmak ve modernleşmeyi hızlandırmak için yapıldı. Tabii ki bir adaptasyon süreci oldu, ama uzun vadede halkın okuryazarlığını artırdı.

 İlk yaptığı şeylerden biri de Türk dilini sadeleştirmek ve halka daha ulaşılabilir hale getirmekti. Atatürk’ün Türkleri bir araya toplama fikri, aslında daha Milli Mücadele döneminde şekillenmeye başladı. İşgal kuvvetlerine karşı Milli Şuurla, halkı Milli Mücadele gibi ortak bir amaç etrafında topladı ve ulusal bir bilinç oluşturdu. Ancak bu süreç sadece askeri zaferle sınırlı değildi. Cumhuriyetin ilanından sonra, dil, tarih ve eğitim reformlarıyla Türk kimliğini pekiştirdi. 

Cumhuriyet Türk’ün Kaderini Yeniden Yazdı

Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu gibi kurumlar kurarak, Türklük bilincini güçlendirdi. Ama esas olarak, halkı birleştiren şey onun “millet egemenliği” anlayışıydı. Osmanlı’daki ümmetçi yapının yerine, modern, laik ve ulusal bir kimlik inşa etti. Bu süreç, özellikle alfabe devrimi, tarih çalışmaları ve eğitim reformlarıyla daha da hız kazandı. Mustafa Kemal Atatürk’ün gerçekleştirdiği inkılaplar, yalnızca belirli bir dönemi değil, geleceği de aydınlatan adımlardı. O, dinin bir baskı unsuru değil, bireyin vicdanında yaşaması gereken bir inanç sistemi olduğuna inanıyordu. Bugün, eğer birileri Atatürk’ü anlamak istiyorsa, onun yalnızca bir lider değil, bir fikir hareketi olduğunu görmelidir. O, Hz. Muhammed’in getirdiği akılcı ve ilerici din anlayışını esas alarak, bir ulusun kaderini yeniden yazmıştır. 

Manevi olarak çöktük!

Biz kendi özümüzden koparsak, çocuklarımız ne olacak? Deist, ateist, satanist gibi kavramlarla yüzleştik. 18 yaş altı binlerce çocuğumuz cinsiyet değiştirmek için başvuru yapmış, kimlik arayışında kaybolan çocuklarımızı hep tekrar ettiğim gibi:Biz dolduramazsak boş kalan beyinlerini hemen istila edecek birçok şeytani vasıflılar hatta bilim adamı gibi sincice zihinleri doldurmaya başlıyor. Bilgisayara bağımlı olan çocuklarımızı biz yetiştirmiyoruz, TikTok daha etkili bizden. Daha ortaokul öğrencilerimiz maddeyle, sigarayla, alkolle bir şekilde yoldan çıkarılıyor, çünkü bütün bunlarla mücadele edecek kapasitede olamıyoruz. 

Özel okullar, çocuklarımıza hak etmedikleri notlarla karneleri şişiriyor. Sorgulamadık, göz ardı ettiğimiz küçük detaylar büyüyünce baş edemeyeceğimiz sorunların silsilesi olunca, aile, komşuluk, dostluk bağlarımızda zayıfladı ve 10 kişiden 8’imiz antidepresanlarla yaşıyoruz.

Sosyal medyada eğitimli, eğitimsiz en çok yaşam koçlarını neden daha çok takip ediyoruz? Uyanmamız için daha neler yaşamamız gerekiyor? 

Türk’ün Genetik bilimin Işığında 12 Bin Yıllık Karakteri

Sevgili okuyucularımız, Elimde, genetik biliminin ışığında 12 bin yıllık Türk karakterinin yazıldığı bir eser var. Bu kitap: Savaşın ve Barışın Ustaları. 20 ciltlik bilgiyi yazarı Fethiye Sarper Erdemgil, 317 sayfaya sığdırabilecek zekâ ve yetenekle, cesurca kaleme almış. 

Daha önce yazdığım Atatürk’ün İlk İşaretleri: Eğitim, Asker ve Çiftçi kitabında asker konusunu ele almıştım; yakın zamanda da çiftçi konusunu yazmıştım. Şimdi ise uzun zamandır yazmayı planladığım eğitim konusunu, bu eseri okuyunca, ivedilikle yazmam gerektiğini fark ettim. Bunu, bu vatana, bayrağımıza ve Türk milletine bir borç biliyorum. Her fırsatta yazıyorum ya da röportajlarımda mutlaka dile getiriyorum: Son 30 yılda eğitimde köklü bir reform neden yapılamadı? Ezbere dayalı eğitimle sorgulamaktan, araştırmaktan uzaklaşıyoruz. Özür dilerim, değerli okuyucularımız, 30 yıl benim iyimser bakış açımmış. 1941’lere inmek ve sorgulamak gerekiyormuş. 

Ciddi anlamda çok üzücü… 

Kendi tarihimizi bilmeden büyük davamız Kızılelma’ya nasıl yürüyeceğiz? 

Cehalet mi, Hıyanet mi?

Savaşın ve Barışın Ustaları, gerçek sandığımız birçok tarih bilgimizi genetik bilimle ters düz ediyor. Beynimize reset atıp yeniden araştırmalıyız. Düşününce insan hayretler içinde kalıyor. Bizim tarihimizi bilim kanıtlıyor, fakat dünyada sadece biz bilmiyoruz. “Türk’ün kaderi” başlığının altında Etrüskleri yazmamak olur mu? Soru şu: Etrüks Türk Medeniyeti neden 1941 yılında ders kitaplarımızdan çıkartıldı? Tarihçilerimiz neden sorgulamadı? İlave bilgi olması değil, sorun silinen bilginin ehemmiyeti ve sonucu. En azından şanslıyız; çünkü cevabı bulmak için nereden başlayacağımızı artık biliyoruz. Bu soruların cevabını bulabilmek için o yılların tarihi kaynaklarına gömüleceğimi ve o dönemin siyaset iklimini de derinlemesine araştıracağımı bilginize sunmak istiyorum.

 Bu eserde, Türk Genetik ve Tarih Bilimci Erdemgil ’in dediği gibi: “Bilmiyorsan neden bilmiyorsun? Biliyorsan neden söylemiyorsun? Görünüşte sonuç ortada: Ya cehalet ya da hıyanet. Gerçek ise bu değil. Gerçek, Atatürk ölür ölmez kolonicilerin bize biçtiği elbiseyi giymemizdir. Cehalet ve hıyanet bunun sonucudur.”

Osmanlı Devleti bilimden uzaklaşınca ne kadar çabalasa da bir daha toparlanamadığını yukarıda uzunca açıklamaya çalıştım. 

Kendi yolumuzdan sapmamalıyız, özümüzden ayrılmamalıyız. Ucanur Atalı’yı ve bu güzel ismi layık görerek güzel dünyası ve ışığıyla tanıştıran Yazar Eluca Atalı’ yı kalbimizde tahtına oturtup, Ucanur ’un enerjisiyle Sibel Bingöl olarak yürümeye devam ediyoruz. 

Ramazan ayının bu ulvi ikliminde size milli tarih şuurumuzla ruhumuza ılık ılık esen bir araştırma yazısı hazırladım. Aslında hızlı geçtiğim kadın konusuna tekrar detaylı dönüş yapabilirim…

Zaman her şeye şahittir ve bilim tek gerçektir. Kişi bilmediğinin düşmanı olmamalı…

 

 

 Kaynaklar:

Kızılelma Vakfı Murat Turhan’a, Atilla Sarper Edemgil’e, Prof. Dr. Meşkure Yılmaz’a ve Türkolog Muharrem Yellice’ye değerli katkılarından dolayı teşekkürü bir borç bilirim.

1. Kur’an-ı Kerim, Alak Suresi (96:1) 

2. Ahmed Hulûsi - Hazreti Muhammed’in Açıkladığı Allah 

3. Prof. Dr. İlber Ortaylı - Osmanlı’da Eğitim ve Bilim

 4. Fethiye Sarper Erdemgil - Savaşın ve Barışın Ustaları-Genetik Bilimin Işığında 12 Bin Yıllık Türk Karakteri

 5. Prof. Dr. Şerif Mardin - Din ve İdeoloji 

6. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır - Hak Dini Kur’an Dili 

7. Sina Akşin - Türkiye’de Siyasal Değişim ve Atatürk 

 8. Ahmet Turgut -Aşk Serisi - Kerbela 

 9.  Prof. Dr. İbrahim Canan - Hadis Ansiklopedisi Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi 

10. Musa Kocaman, Prof. Dr. İsmail Hakkı Eraslan - Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Stratejik Liderliği Işığında Sosyal Devlet 

11. Prof. Dr. Ahmed Akgündüz, Doç. Dr. Said Öztürk - Bilinmeyen Osmanlı 

12.Paul Kennedy – Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri 12. www.mevzuatdergisi.com 

13. www.aksarayktb.gov.tr ( Genç Osman)

 

ÜNLÜ OTOMOBİL MARKASI 1.3 MİLYON ARACINI GERİ ÇAĞIRDI

İsrail saldırılarında hayatını kaybedenlerin sayısı 50 bini geçti

İstanbul'da Irak Başkonsolosluğu'na silahlı saldırı düzenlendi

PANAMA'DA 6.2 BÜYÜKLÜĞÜNDE DEPREM

Dışişleri Bakanı Fidan: ABD öncülüğünde devam eden ateşkes görüşmelerini destekliyoruz

LONDRA'DA BÜYÜK YANGIN

UZAYDA 9 AY MAHSUR KALAN ASTRONOTLARA KÖTÜ HABER

KREMLİN : PUTİN ERDOĞAN'IN TÜRKİYE DAVETİNİ KABUL ETTİ

İsrail'in Gazze'nin farklı yerlerine düzenlediği saldırılarda en az 35 kişi öldü

İngiltere, Rusya’yı nükleer silahla vurma konusunda ABD’den bağımsız olmak istiyor

LİG TABLOSU

Takım O G M B Av P
1.Galatasaray 27 22 0 5 41 71
2.Fenerbahçe 26 19 2 5 40 62
3.Samsunspor 27 15 6 6 14 51
4.Beşiktaş 26 12 6 8 13 44
5.Eyüpspor 27 12 7 8 11 44
6.Gazişehir Gaziantep 26 11 10 5 1 38
7.Göztepe 26 10 9 7 10 37
8.İstanbul Başakşehir 26 10 10 6 4 36
9.Trabzonspor 26 9 9 8 12 35
10.Kasımpaşa 27 8 8 11 -5 35
11.Rizespor 27 10 14 3 -12 33
12.Antalyaspor 27 9 12 6 -21 33
13.Konyaspor 27 8 12 7 -7 31
14.Alanyaspor 27 8 12 7 -9 31
15.Bodrum FK 27 8 13 6 -9 30
16.Sivasspor 27 7 14 6 -12 27
17.Kayserispor 26 6 11 9 -19 27
18.Hatayspor 26 4 15 7 -17 19
19.Adana Demirspor 26 2 20 4 -35

YAZARLAR