Hasan Yakup CANGÜVEN


Bir Dil Bilimcinin (Diyalektoloğun) Akademik Portresi

Dil, insanın varoluş hikâyesidir. Her ağız, her lehçe, her şive o hikâyenin benzersiz bir parçasıdır.


Bazı akademisyenler vardır; çalışmaları sadece bilime katkı sunmakla kalmaz, aynı zamanda kültürün, dilin, sanatın ve insan hikâyelerinin unutulmaz bir kaydına dönüşür. Sabrı, merakı, mesleğine olan inancı, dilinin geçmişine ve yaşayan ruhuna duyduğu sarsılmaz sadakati, onları “akademik sahada derin izler bırakmış idealist birer akademisyen portresine” dönüştürür. 

Sadece akademik çalışma yapan akademisyenler değil; her bir fert, vatanına, devletine, milletine, konuştuğu dile ve köklerine yürekten bağlılık duyar. Hissettikleri bu güçlü bağ onların kimliğini, tarihini, kültürünü ve hatta ait olduğu dini daha derinden anlamalarına, kavramalarına ve yaşamalarına imkân tanır. Dil, bir milletin hafızasıdır. Bir dili sevmek, o dilin zengin kelime dağarcığına sahip olmak, düzgün, akıcı ve anlaşılır konuşmak, aslında o hafızayı koruma sorumluluğunu da üstlenmek demektir. 

Milliyetçilik bir duygudur, inanç ve hisler bütünüdür. Dili kurallarıyla öğrenmek, yabancı kelimelerin etkisinden uzak, iyi ve etkili konuşmak bir “dil milliyetçiliğidir” aslında. Dil milliyetçiliği, diline sahip çıkmakla, onu yozlaşmadan, köklerinden kopmadan korumakla mümkündür. Ve eğer bir dil sağlıklı bir şekilde konuşulur, yaşanır ve yaşatılırsa, konuşanı daha anlaşılır, daha bilinçli ve daha cesur yapar. İnsanın kendi kimliğini, kendi kültürünü, kendi tarihini sevmesi, onu yüceltmek istemesi “şovenistlik” olmadığı gibi, aksine duyulan bu yüksek sevgi ve milliyetçilik, güçlü bir dil ve kimlikle dünyaya daha sağlam bakabilmesini sağlar. Ve bu yüksek sevgi başka kimlikleri ve başka dilleri yok saymak ve dışlamak anlamına gelmez.

Milliyetçilik duygusu ağır basanlar milletinin dertlerini, tarihindeki acıları da yüreklerinde taşırlar. Bu bilinç; hangi alanda, hangi sektörde, hangi meslekte ve hangi zanaatta ve hatta hangi akademik çalışmada olursa olsun, çalışırken, üretirken, konuşurken, dinlenirken, hatta uyurken bile ruhlarında ve yüreklerinde taşıdıkları o milli sevgi ve şuur onları dimdik ayakta tutar ve aynı zamanda onları kalben daha güçlü kılar.

Her birey, doğup büyüdüğü, kök saldığı vatanına ve mensubu olduğu milletine derin bir maddi ve manevi borç yükü taşır.

Bu borç; atalarının fedakârlıkları, çektikleri çileler ve verdikleri mücadeleler sayesinde bugün üzerinde yaşadığı vatan topraklarını ve geçmişin mirasını ileriye taşımak, kendinden sonraki kuşaklara daha temiz, daha bilinçli, daha huzurlu, daha müreffeh, daha gelişmiş ve daha sağlam bir vatan bırakmak, bu zincirin kopmaması için üzerine düşen görevi tam ve eksiksiz yapmaktır

Bu borç; kendini yetiştiren, yarınlara hazırlayan ailesine, gelişimine katkı sağlayan eğitimcilere, kendisine güvenen akrabalarına, komşularına mahallelisine, arkadaşlarına dostlarına varıncaya kadar bütün bir topluma faydalı bir fert olması, vatanına, milletine, devletine sevgi, sadakat ve hizmet bilinciyle yaklaşması, dürüst, çalışkan ve erdemli bir birey olarak ait olduğu topluma karşı manevi sorumluluğunun farkında olması, iyilik ve adaletle hareket etmesidir

Bu borç;zorunluluktan değil, gönülden gelmelidir. Vatanını ve milletini gerçekten seven biri, borcunu ödemek için çalışır, kendini geliştirir, gerektiğinde fedakârlık yapar. Çünkü bilir ki, bir milletin yükselmesi bireylerinin çalışmaları, vatandaşlarının üretmeleri, toplumun ilerlemesi ve kalkınmasıyla mümkündür.

Ve bu borç; insan yaşadığı sürece, müebbet devam eder. Çünkü bu borç vatan borcudur, çünkü bu sevgi vatan sevgisidir. 

Vatan borcu, namus borcudur. Eğer bir fert, vatanına ve milletine karşı olan sorumluluğunu reddeder, bunu ödemekten kaçınırsa ortak bir ideali ve tarih boyunca verilen fedakârlıkları görmezden geliyor demektir. Ve bu tavır giderek yaygınlaştığında, milletin birlik ruhu zedelenir, dayanışma zayıflar ve toplumsal çürüme baş gösterir.Çünkü bir milletin yükselmesi, her bireyin elini taşın altına koymasıyla mümkündür. Eğer insanlar sadece kendi çıkarlarını gözetir, toplumsal sorumluluklardan kaçınırlarsa; ülke ekonomisi çöker, bilim ve kültür ilerleyemez, üretim durur, dışa bağımlılık artar. Ortak değerler ve ideal birliği kaybolursa, bireycilik ve bencillik hâkim olursa, adalet terazini doğru tutulmaz, adalet dağıtacak kurumlar zaafa uğrar ve adalet yara alırsa, adalete ulaşmanın ve adaleti tesis etmenin tek aracı olan “hukuk” yok sayılırsa, torpil ve rüşvetten yakasını kurtaramazsa, ehliyet ve liyakate dikkat edilmezse, helal ve harama özen gösterilmezse toplumda güvensizlik yayılır.  Millet olma şuurunu kaybeden toplumlar, dış müdahalelere açık hâle gelir ve kimliğini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalır, Milli bilinç zayıflar. Atalarının fedakârlığını anlayamayan nesiller, vatan sevgisini içselleştiremez ve bir milletin geleceğini tehlikeye atar, gelecek nesiller savunmasız kalır.

Evet, bu yüzden, vatan sevgisi sadece sözde kalmamalı, bir yaşam biçimi olmalıdır. Bir insanın milletine karşı olan borcunu ödemesi; bilgiyle, üretimle, mücadeleyle ve gerektiğinde fedakârlıkla olur. Çünkü her bireyin omzunda taşınan bu sorumluluk, milletin istikbali için bir güvencedir."Ben yok, biz varız" şuuruyla hareket etmeyen milletler, kendi sonlarını hazırlamış olurlar.Siyasi Atlas Tarihinebaktığınızda, Yugoslavya’ya, Irak’a, Suriye’ye, Filistin’e, Gürcistan’a, Libya’ya baktığınızda,nice milletlerin birlik ve beraberlik ruhunu kaybettiğinde nasıl dağıldığını, nice medeniyetlerin içten çöküşle nasıl yok olduklarını size hatırlatacaktır.

Büyük siyaset ve devlet adamı Başbuğ Alparslan Türkeş’in şu sözleri çok değerlidir: “Milletler yabancı kuvvetlerin orduları ve diğer maddi güçleri tarafından yok edilmeden önce, manevi ve fikir güçleri tarafından esaret atına alınırlar. Böyle bir toplumun esir ve yok olması kesin hale gelir.”

Ne diyordu hakiki ve gerçek reis, milletin adamı, şehit lider Muhsin Yazıcıoğlu; “Vatan aşkı, maya gibidir. Sütü bozuk olanlarda tutmaz!”

Evet; dilbilimciler için saha çalışmaları çok önemli bilgi kaynağıdır. Dilin coğrafyayla, kültürle ve tarihî yolculuklarla nasıl şekillendiğini anlamak, insanlığın kolektif hafızasına dokunmak gibidir. Dilbilimi, dilin yerel bütün varyasyonlarını, farklı karakteristik özelliklerini inceleyerek geçmişin izlerini bugüne taşır. Bu bilim dalı, yalnızca kelime hazinesine dair bir keşif değil, aynı zamanda halkın ruhunu, yaşama biçimlerini ve dünyayı algılama tarzlarını da kayıt altına alır.Teknolojik araçlar, dil kayıtlarının arşivlenmesini ne kadar kolaylaştırsa da, yerel halkla birebir kurulan insani bağ, dilin yaşayan dinamiklerini anlamada eşsiz bir fırsat sunar. 

Şimdi size diline ve kültürüne duyduğu derin bağlılıkla yola çıkan genç bir insandan, üniversite yıllarında teorik çalışmalarda ve kaynak kitaplar arasında kaybolmak yerine Anadolu’nun seslerini keşfetmeyi seçen idealist bir akademisyenden, saha gözlemlerinden ve anlatımlarından bahsetmek istiyorum. 

Lisans eğitiminin ilk yıllarından itibaren Türk dili ve edebiyatına gönül vermiş bu akademisyen, mezuniyetinin ve bitirdiği yüksek lisansın hemen ardından başladığı doktora tezi için eline kayıt cihazını, defterini ve kalemini alır, Anadolu’nun toprak kokan yollarına düşer. Kasaba meydanlarında, köy kahvehanelerinde çocuklarla, gençlerle, yaşlılarla sohbet eder, mahalli dilin derin izlerini sürer.

Saha çalışması yaptığı köylerdekaynak kişilerden dinlediği mahalli kelimeler ve araştırmalarında kullandığı transkripsiyon işaretleri ona akademik hayatında önemli bir tecrübe kazandırır. Yaptığı çalışmalarda kaybolmaya yüz tutmuş birçok yerel sözcüğü kayıtlara geçirir.Her kaydedilen sesin, dilin ölümsüzlüğüne atılmış bir imza olduğunu o gün fark eder. Bir kelimenin ses yapısını incelerken, o sesin değişimlerini analiz ederkeno kelimenin halk hafızasında taşıdığı anlamı çözebilmek için kayıtları dakikalarca dinler. Dilin, sosyokültürel bağlarını ortaya koyar. Çünkü ona göre dil, sadece seslerden ibaret değil, duygular ve hatıralarla yüklüdür.

Dilbilimciler hazırladıkları tezlerinde mahalli lehçe, şive ve ağızlarla, ana diliyle bir köprü kurarak geçmişi geleceğe taşır. Onlar için dilbilim, yaşayan kültürel bir miras, derlediği ve kayıt altına aldığı sözlükler ise gelecek nesillere bırakılacak birer kültür hazinesidir. 

Anlatımının sonunda kurduğu şu cümle çok önemlidir: “Dil (ana dil, lehçe, şive, ağız) sadece bir iletişim aracı değil, insan ruhunun en derin yankısıdır. Dil Bilimci (Diyalektolog) ise bu yankıyı kayıt altına alan bir zaman yolcusudur.”

Evet, dil, insanın varoluş hikâyesidir. Her ağız, her lehçe, her şive o hikâyenin benzersiz bir parçasıdır. Dilbilimi, bu parçaları sabırla toplayarak, dilin çok katmanlı yapısını anlamamıza ve insanlığın sözlü tarihine daha derin bir perspektiften bakmamıza imkân tanır. 

İdealist “Dil Milliyetçisi”akademisyenler sayesinde, Türkçenin köklü geçmişi, geleceğin dili olmaya devam edecek. Onlar, birer zaman yolcusu ve sessiz kâşifler olarak Türkçe’nin izinde yürümeye devam edecekler...

 

 

HİNDİSTAN VE PAKİSTAN ARASINDA NELER OLUYOR

YENİ PAPA KİM OLACAK

DÜNYA LİDERLERİ BİR BİR AÇIKLIYOR

Rusya’nın tamamen yerli SJ-100 yolcu uçağı gökyüzüyle buluştu

MEKKE'YE GİRİŞLERDE KISITLAMA

PAPA FRANCİS'İN CENAZE PROGRAMI BELLİ OLDU

HiİNDİSTAN'DA TURİ;STLERE SİLAHLI SALDIRI

PAPA'NIN HALEFLERİ AÇIKLANDI

Papa'nın ölümünün ardından 900 yıllık kehanet yeniden gündemde

Katoliklerin Ruhani Lideri ve Vatikan Devlet Başkanı Papa Francis hayatını kaybetti

LİG TABLOSU

Takım O G M B Av P
1.Galatasaray 30 24 1 5 44 77
2.Fenerbahçe 30 22 2 6 47 72
3.Samsunspor 31 15 10 6 8 51
4.Eyüpspor 31 14 9 8 15 50
5.Beşiktaş 30 13 7 10 12 49
6.İstanbul Başakşehir 30 14 10 6 10 48
7.Trabzonspor 30 11 10 9 12 42
8.Gazişehir Gaziantep 30 12 12 6 0 42
9.Kasımpaşa 31 10 9 12 -2 42
10.Göztepe 30 10 10 10 9 40
11.Konyaspor 31 11 13 7 -5 40
12.Antalyaspor 30 11 12 7 -19 40
13.Kayserispor 30 9 11 10 -11 37
14.Rizespor 30 11 15 4 -13 37
15.Alanyaspor 30 9 14 7 -10 34
16.Bodrum FK 31 9 15 7 -12 34
17.Sivasspor 31 8 16 7 -12 31
18.Hatayspor 30 4 19 7 -25 19
19.Adana Demirspor 30 2 24 4 -48

YAZARLAR