Son günlerde Ortadoğu’da, özellikle İsrail-Filistin eksenli çatışmalar, gelecekte bir üçüncü dünya savaşının işaretlerini vermektedir. Birinci Dünya Savaşı, 28 Haziran 1914'te Saraybosna'da Avusturya-Macaristan veliahtı Arşidük Franz Ferdinand ve eşi Arşidüşes Sophie'ye yapılan suikast sonucu başlamış ve dört yıl sürmüştür. İkinci Dünya Savaşı ise, Nazi Almanyası'nın 1 Eylül 1939'da Polonya'ya saldırmasıyla başlamış ve yaklaşık 80 milyon kişinin ölümüne yol açmıştır. Amerika’nın Pearl Harbor’daki yenilgiyi hazmedemeyip Uranyum’un silaha dönüştürüldüğü nükleer bombayı Japonya'nın Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine atmasıyla savaşı sonlandırmış; ancak bu bombaların etkisi üzerinden 79 yıl geçmiş olmasına rağmen bu bölgelerde halen bir bitki bile yeşermemektedir.
Savaşın ardından kimyasal ve biyolojik silahlar geliştirilmiştir. Her ne kadar Birleşmiş Milletler ve Dünya İnsan Hakları bu silahların kullanımını yasaklamış olsa da, emperyalist gelişmiş ülkeler piyon devletler veya örgütler aracılığıyla bu silahları kullanmaktadır. Klasik konvansiyonel silahlarla yapılan çatışmalarda bu silahları kullananlar da risk altında olacağından, emperyal devletler kendileri çoğunlukla çatışmanın dışında kalmakta, Suriye örneğinde olduğu gibi İŞİD benzeri örgütlere para ve silah yardımı yaparak hasımlarının üzerine saldırmaktadırlar. Irak’ta ise Saddam Hüseyin, yasak olmasına rağmen çok miktarda kimyasal silah kullanmış ve binlerce insanın ölümüne neden olmuştur.
Son yıllarda, bu emperyal güçler ülkemizdeki bazı yönetim zaafiyetlerinden yararlanarak kuş gribi, tavuk gribi, domuz gribi ve 2021’de yakalandığımız COVID-19 gibi hastalıklarla biyolojik harp uygulamaktadırlar. Bu hastalıklar nedeniyle kaybettiğimiz binlerce insanın yanı sıra, ilaç ve tedavi masrafları olarak milyarlarca dolar harcamak zorunda kaldık ve ekonomimiz giderek daha da zayıfladı. Peki, bizi yönetenler bütün bu gelişmelere karşı ne yapmaktadırlar? Türkiye’de, 1 Mart 2003 Tezkeresi’nde ABD askerlerinin Türkiye topraklarını kullanmasına izin verilmemesinin intikamının alınması için planlanan 4 Temmuz 2003’te Irak’ın Süleymaniye kentinde görev yapan Türk özel timinin başına çuval geçirilerek esir alınmasına nasıl tepkisiz kalındıysa, biyolojik saldırılar karşısında da yaşananlar "kader" olarak yorumlanmaktadır.
Zehirli Böcekler: Mardin’in Savur İlçesi Örneği
Son olarak sosyal medyada dikkat çeken bir haber daha vardı: Mardin’in Savur ilçesine bağlı Kulaca Mahallesi’nde ceviz üretimi yapan bir çiftçi, ağaçlarını ilaçlarken gökyüzünden küçük bir paraşütle önüne bir poşet düştü. Poşetin içinden çıkan böcekler uçmaya başladı. Çiftçi Mustafa Kaplan, öldürdüğü böcekleri ve paraşütü alıp Ziraat Odası’na götürdü ve "Topraklarımıza biyolojik saldırı yapılıyor!" diye şikayette bulundu.
Şark hizmetinde bulunduğumuz dönemlerde müttefikimiz olan Amerika ve diğer emperyal ülkeler, bazı dağ eteklerine sandıklar içerisinde silah, mermi ve üç dilden bildiriler bırakmaktaydı. Şu an aynı müttefikimiz Suriye’de ve Irak’ta yine bu örgütlerle iş birliği yapmaktadır. Bize karşı her türlü saldırı operasyonunu planlamakta ve uygulamaktadırlar. Biz hâlâ Suriye, Irak cephelerinde ve kendi vatanımızda bize emanet edilen gençlerimizi kaybetmekteyiz. Anadolu’da genç kalmadı, aileler artık bu terör belasından yoruldu, tükendi. "Vatan sağ olsun" diyen ailelerin göz yaşları kurudu. Amerika ile masaya oturulduğunda, ülkemizin gerçekleri ortaya konmalı ve hiçbir şekilde bizi önemsemeyen Amerika’ya NATO’dan çıkma resti bile çekilmelidir. Türk Milleti’nin ve Türk Devleti’nin şerefi bu kadar ayaklar altına alınmamalıdır.
Türk-Arap İlişkileri ve Tarihi Perspektif
Tarihi iyi okumak gerekir. Osmanlı'nın yıkılış dönemleri ile Cumhuriyetin kuruluş dönemlerini ciddi olarak incelerseniz, Müslüman olsun veya olmasın, hiçbir Arap devleti Türk milletinin dostu olmamış ve hatta Osmanlı'ya hep düşmanlık etmiştir. Osmanlı’nın Genelkurmay Başkanı Alman Liman Von Sanders iken, İngiliz Lavrens’in organizesinde Araplar, Osmanlı ordusunu bozguna uğratmış, binlerce askerimizin ölümüne ve kör olmasına neden olmuşlardır. Arabistan vahabi ailesi, Ürdün Kral Abdullah’ın dedesi ve Filistin devleti, bu İngiliz oyununun piyonları ve iş birlikçileri olmuştur. Filistinlilerin kendi arazilerini İsraillilere sattığına dair birçok güvenilir kaynak bulunmaktadır. Şimdi, Araplar bizi arkadan vurmuş, Filistinliler topraklarını İsraillilere satmış, İsrail devletinin kurulmasına öncülük etmişler fakat Cumhuriyet kurulduğundan beri bu Müslüman devletler (Sayın Kaddafi hariç) bir kere bile bize dostluğunu göstermemişlerdir.
Doğal Afetler ve Yardım Meselesi
Hepimiz 17 Ağustos 1999 depremi gibi büyük felaketleri hatırlarız. O gece, NATO üyesi ülkeler de dâhil olmak üzere birçok ülke yardıma koşmuşken, Arap ülkelerinden herhangi bir yardım gelmemiştir. İsrail, Azerbaycan, Güney Kore ve ABD gibi ülkeler yardıma koşarken, bahsettiğim Arap ülkeleri ve Filistin hiçbir faaliyete öncülük etmemiştir. 6 Şubat 2023'te yaşadığımız Hatay-Malatya-Kahramanmaraş depremleri gibi acılarımızda da Filistin yöneticileri kılını kıpırdatmamıştır.
Bu yaşadıklarımız bize, dostu ve düşmanı iyi tanımlamamız gerektiğini göstermektedir. Ülkemizin çıkarlarını geri planda bırakıp, tarihi gerçekleri göz ardı ederek yapılan stratejik hatalardan kaçınmalıyız. Türkiye'nin gerçek dostlarından biri olan Libya lideri Muammer Kaddafi, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı'nda en büyük desteği vererek harekâtın başarılı olmasını sağlamıştı. Ancak, emperyal ülkeler gerçek dostumuz Kaddafi’yi bizleri de kullanarak öldürerek dostluğumuzu yok etti.
Biyolojik Harp ve Stratejik Önlemler
Gelişen bu olaylar, üçüncü dünya savaşının nükleer güçlerin caydırıcılığı nedeniyle kimyasal ve biyolojik silahlar üzerinden yapılabileceğini göstermektedir. Biyolojik harp, biyolojik savaş olarak da bilinir ve hastalık yapıcı mikroorganizmaların veya toksinlerin düşman insanları, hayvanları veya tarımsal ürünleri enfekte etmek amacıyla kullanılmasıyla gerçekleştirilir. Biyolojik savaş, düşman kuvvetlerini zayıflatmak, lojistik ve tedarik zincirlerini bozmak, korku ve panik yaratmak gibi stratejik avantajlar sağlar.
Biyolojik harp unsurları arasında mikroorganizmalar, toksinler ve taşıyıcılar bulunur. Bu tür silahlar, uluslararası hukukta yasaklanmış olmasına rağmen bazı ülkeler tarafından gizlice geliştirilmektedir. Biyolojik harp, siviller üzerinde kontrolsüz ve yıkıcı etkileri nedeniyle son derece tehlikelidir ve bu tür silahların kullanımı uluslararası toplum tarafından şiddetle kınanmaktadır.
Sonuç: Barış ve Savaş
Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi, “Millet hayatı tehlikeye girmedikçe, çıkarılan savaş, savaş değil, cinayettir.” Savaş kaçınılması gereken bir durum olmakla beraber, tarihteki yaşanan olaylar dikkate alındığında, yok olmamak için her an savaşa hazır olmak gerekir. Konvansiyonel savaş taktikleri ve gayrinizami harp konularında deneyimli olan ülkemiz, NBC (Nükleer, Biyolojik ve Kimyasal) ve biyolojik harbe karşı da aktif ve pasif önlemler almalı, gerekirse karşı hamle yapabilecek teknolojik altyapıyı kurmalıdır.
Bu altyapı, ülkemize karşı yapılacak saldırıları bertaraf etmek ve gerektiğinde karşı saldırı için elzemdir. BARIŞ ANCAK SAVAŞA KARŞI EN GÜÇLÜ ŞEKİLDE HAZIRLIKLI OLMAKLA SAĞLANABİLİR. Kalın sağlıcakla.