Kutsal darbe başlığı dememin sebebi; çok partili siyasi hayatımızda yapılan ya da yaptırılan askeri darbe / muhtıra gibi antidemokratik müdahalelerin tamamının cuma günlerine denk getirilmesidir. (27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980,
28 Şubat 1997, 27 Nisan 2007 ve 15 Temmuz 2016)
Ayrıca 27 Nisan-e-muhtırasının tarihi bilinçli bir seçimdir.
Sebebi de bir gün önce ya da birkaç gün sonra değil de niçin 27 Nisan seçilmiştir?
Çünkü 27 Nisan 1909 günü Sultan Abdülhamit han tahttan indirilmişti.
Her müdahale sonrası gerekçe ve meşruiyet tartışması yaşanmıştır fakat hiçbir zaman sınıfsal düzeyi ciddi bir entelektüel sorgulamaya tabi tutulmamıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti Osmanlı’nın külleri üzerinde inşa edilmiştir. İstanbul bürokrasisi bilahare yeni devlet içinde yerini almada çok gecikmedi. (Bu bürokratik sınıf İttihat ve terakki ağırlıklıdır. Kazım Karabekir Paşa bile ittihatçıydı) Her ne kadar monarşiden cumhuriyete geçmiş olsak da bazı temel alışkanlıklar zihinlerde devamlı olarak pratik alan aramış ve bulmuştur.
Öyle ki bütün dünya ile tezat teşkil edecek derecede yapılanmalar oluşmuş, batıdaki sağ tanımına uyan statükocu duruş bizde sol kanat tarafından sergilenmiştir.
Osmanlı’dan gelen iki kanattan biri, İttihat ve Terakki, Halk Fırkası (10 Kasım 1924 tarihinde Cumhuriyet Halk Fırkası, dördüncü kurultayda da CHP adını almıştır)
Bu yapılanma Atatürk’ün sağlığında yeni devlet için oturtmaya çalıştığı değişim süreci hariç tutulduğunda “devletçi seçkinci” bir dünyayı işaret eder. Merkezcidir, birinci önceliği devlettir, halk sonradan gelir.
Atatürk sonrası ise halk bir obje (Nesne, eşya, cisim) olmaktan öteye geçememiştir. Böylesine bir devletçi yapılanma batıda “sağ” olarak tanımlanır. Bizde ise bu yapıyı “ortanın solundayız” diyen kesim temsil etmiştir.
Bu geleneğin temsilcilerinin batıcılığı da tepeden inmeci ve dayatmacı olup batı modernizmini; sulandırıp giyime, kuşama, günlük bazı hareketlere indirgediler. Sonuçları itibariyle Atatürk’ün işaret ettiği muasır medeniyet çizgisinden uzaktır.
Uzun bir zaman diliminde bu çizgi merkez güçleri elinde tuttuğundan, dolayısıyla devlete de hâkim olduğundan, yerine gelenler ve gelecek olanlar da bu kadronun devamı mahiyetinde olmuştur.
Bu nedenle darbeler hiçbir zaman devletçi seçkinci kesimin sınıfsal çıkarlarına zarar vermemiştir. Hatta bu kesim demokratik trendin yükseliş gösterdiği zamanlarda kaybeden olduklarından, darbelerde kaybettiklerini kâr payı ile geri almıştır.
Türkiye’de sağ diye nitelenen yapılanma aslında sol bir refleks / tepki çizgisinde yer alır. Özetle, Jakoben ve dayatmacı Merkeze karşı bir başkaldırı, bir halk hareketi söz konusudur. Tek Parti yönetimine karşı Demokrat Parti zaferi bir başkaldırıdır. 1960-65 darbe dönemine karşı Adalet Partisi zaferi bir başkaldırıdır. 1980 askeri darbe dönemine karşı (Evren’in tarafgir tutumuna rağmen) Anavatan Partisi zaferi ve 28 Şubat darbe sürecinin kaotik ortamına karşı Ak Parti zaferi bir başkaldırıdır.
Dikkat edilirse çevreden (seçkinciler tarafından parsellenmiş, gasp edilmiş olan) merkeze taşınmanın adresi hep sağ muhafazakâr partiler olmuştur
1946 yılından bu yana tek başına iktidar olamayan CHP ne zaman devletçi seçkinci görüntüsünden uzaklaşıp çevreye göz kırptıysa seçimlerden birinci parti çıkmıştır. Ecevit bu başarıyı yakalarken çıkış noktası olarak “Türkiye’de ilerlemeci atılımların sadece tepeden yapılan değişikliklerle olamayacağını, ekonomik gücün de yayılması/el değiştirmesi gerektiğini ileri sürüyordu”
Cumhuriyet döneminde darbe gerekçeler aşağıdaki cepheleşmelere dayandırılır.
1958-1960 yılları arasında Vatan cephesi (DP-CHP)
1965-1980 yılları arasında sağ-sol cepheleşmesi
1990’lı yıllarda laik-İslamcı cepheleşmeleri
Darbe virüsü, komitacılık geleneğinden gelen İsmet Paşa’yı enfekte etmişti. Bulaşı sonucu başta ordu olmak üzere siyasi alan enfeksiyona maruz kalmıştır.
27 Ekim 1957 seçimlerden hemen sonra Menderes şöyle bir konuşma yapmıştır: “Muhterem arkadaşlar, size esefle haber vermek isterim ki, iktidara gelişimiz henüz bir ayı bulmadığı halde, bazı zaruri değişiklikleri mesele ittihaz ederek CHP orduyu aleyhimize tahrik etmek yoluna sapmıştır”
Her darbe dönemi hayatlar karartılmış, devlet kurumları çok ciddi yaralar almıştır.
Mesela 1960 darbesinde 235 general ve 3500 civarında subay (daha çok albay, yarbay, binbaşı) emekliye sevk edilerek, darbeciler orduyu;
1402 üniversite öğretim görevlisi görevden alınarak ve bazı üniversiteler kapatılıp el konularak, darbeciler üniversiteleri;
520 hâkim ve savcı görevden alınarak, darbeciler yargıyı kontrol altına alınmıştır.
Bu rakamlara bugünden bakınca basit gelebilir. Türkiye’nin1960’ta nüfusunun 27.754.820 olduğunu belirtirsek; işin boyutu anlaşılır. Mesela bizim kuşak iyi hatırlar. Üniversitelerde Prof. Dr. Değil de sadece Prof. Ünvanlı hocalar vardı. Bu kişiler o dönem Üniversitelere direkt olarak atanıyordu. Hukuk hocası mı lazım, ağır ceza hakimini üniversiteye öğretim üyesi olarak atıyorlardı. Kısaca devlet ayağa düşmüştü.
Yassıada’da gerçekleşen (çadır tiyatrosu yargılamaları) dokuz aydan fazla sürmüştü. Sonuç olarak otuz bir kişi müebbet hapis cezasına; Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Maliye Bakanı Hasan Polatkan, Meclis Başkanı Refik Koraltan ve Demokrat Partili Milletvekilleri, Agah Erozan, İbrahim Kirazoğlu, Ahmet Hamdi Sancar, Nusret Kirişoğlu, Bahadır Dülger, Emin Kalafat, Baha Akşit, Osman Kavrakoğlu ve Zeki Erataman ise ölüm cezasına çarptırılmışlardır. Fakat sadece Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan idam edilmiştir.
1961 anayasası ile askeriye kurumsallaşmış ve özerk bir yapı elde etmiştir, bunun yanında yönetimde de çok ciddi söz sahibi olmuştur. Çünkü Milli Güvenlik Kurulu ile amaçlanan; yönetimde bu müessese sayesinde askerlerin daha çok söz sahibi olmasını sağlamaktı.
Ayrıca 1961 Anayasası ile. Anayasa Mahkemesi kurulmuş ve TBMM kontrol altına alınmıştır. AYM uzun yıllar vesayet sisteminin tokmağı olmuştur. Amiyane deyimiyle hak, hukuk “hak getire” Mesela AYM, anayasa değişikliklerini şekil yönünden inceler içeriğine giremez. (Değişiklikle ilgili kurallara uyulmuş mu? oylamalar belirtilen sürelerde yapılmış mı gibi) Buna rağmen AYM içeriğe girerek adeta ben yaptım oldu mantığı ile Milli İradenin tecelli ettiği TBMM kararlarını iptal etmiştir.
27 Mayıs 1960 askeri darbe sonrası askerlere tanınan ayrıcalıklar ile askeri kesim, halk içinden soyutlanıp ayrı bir yapıya bürünmüştür. (Askeri hastaneler, askeri yargıtay, askeri danıştay) Kurulan Ordu Pazarlarından alışverişlerini neredeyse ürün maliyetine yapıyorlardı. Bunun sonucu vatandaş, peygamber ocağı dediği göz bebeği askere karşı büyük bir güven kaybı yaşamıştır.
Mesele sistemin bazı haddi aşanlarca yanlış kodlanmasıdır. Yoksa askerin kötü kişiler olduğunu kimse iddia edemez. Uzun yıllar kuvvet komutanları dahil Genel Kurmay Başkanlarının isimlerini sayabiliyorduk. Bugün Genel Kurmay Başkanının ismini kaç kişi biliyor? Doğru olan budur ve asker “Durumdan vazife çıkardık demiyor, iç hizmet kanunu 35 madde diyerek darbeye kalkışmıyor”
Vesayet döneminde silahlı güç karşısında siyasetçiler için de her an bir silahlı müdahale olabilir korkusu, siyaset alanını malul (Sakat, hasta) hale sokmuştur.
Süleyman Demirel kendisine yapılan tehditleri anlatırken “Miting esnasında bir not geliyor Adnan beyi astık senide asarız”