“Bu imansız muhitte öyle yalnızsın ki sen
Bir teselli bulurdun ruhumu görebilsen!”
Türkolog Muharrem Yellice’nin Kalemiyle Çağlayan Atalarımızın Nağmelerini okuyunca Nazım Hikmet’in Cami şiirini ve yüzyıllar boyunca bir taşı bile yerinden oynamamış Beyoğlu İstiklal Caddesinde bulunan Hüseyin Ağa Camii’nin hazin öyküsünü sizinle paylaşmak istiyorum.
Önce Türkolog Muharrem Yellice’yi dinleyelim: “BİR MEHMET AKİF GEÇTİ BU DÜNYADAN.
Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince,
Günler şu heyulayı da, er geç silecektir.
Rahmetle anılmak… Ebediyet budur, amma,
Sessiz yaşadım, kim, beni nerden bilecektir?
Akif ittihatçı ve teşkilatı mahsusa üyesi idi. Meşrutiyeti özgürlük açışından gerekli buluyordu. Meşrutiyetin ilânı taşkınlık yarattı. Herkes meydanlara döküldü. Taşkınlığı Sultan Ahmet Meydanı almadı .Yaşa var olan nidaları arşı âlâya yükseliyordu. Akif soruyor, kim yaşasın? Cevabı kendisi veriyor. Ömrü olan !
Meşrutiyetin arkasından İngiliz menşeili 31 mart vakıası. Din elden gidiyor, naraları kanlı eylemler! Alaylı Abdülhamid askerleriyle, eğitimli askerlerin çarpışması ve ayaklanmanın kanlı bir şekilde bastırılması. Avusturya bu kargaşadan istifade ederek ,Bosna Hersek’i ilhak etti. Zaten Balkanlarda Osmanlı aydınları İttihat Terakki ve Hürriyet ve itilâf Partisi arasında şiddetli fikir ayrılıkları oluşmuştu. İlmiye sınıfını oluşturan medrese mensuplarında bir siyasi davranış görülmüyordu. Onlar öbür âlemin cazibesini anlatan soyut fikirler üretmeye devam ediyorlardı.
1911 yılında Hristiyan İtalyanlar ,İslam ülkesi olan Trablusgarp’ı işgal etti. Bu olay Fas, Cezayir ve Hindistan’a kadar bir İslâmi uyanışa sebep oldu . Bu uyanış, alışık olunmadığı veçhile Osmanlı ‘da ki İslâmcı çevreleri ikiye böldü.
Yenilikçi İslâmcı olarak nitelendirilen bu gurubun başını Mehmet Akif Ersoy çekti. İslâmî yaşayışın bünyesindeki hurafelere bu gurup savaş açtı. Akif; “ Doğrudan doğruya kurandan alıp ilhâmı asrın idrâkine söyletmeliyiz İslam'ı “ dedi. Şemseddin Günaltay, İsmail Hakkı İzmirli, Mehmet Şerafettin Yaltkaya vs. bu gurubun içinde bulunuyordu. İkinci gurupta gelenekçi yeniliğe kapalı, Ahmet Naim, Said’i Kürdi, İskilipli Atıf vs.m bulunuyordu. Bu iki gurubun ayrıldığı noktaya İslâmi akîdeler girmiyordu. Tartışılan konu İslâmî hudutlar içindeki, çalışma üretim, gelişme, Avrupa ile ilişkilerdeki farklı yaklaşımlardı.
Zannedilenin aksine dönemin şeyhülislamları olmak üzere ilmiye sınıfı olarak adlandırılan kesim yenilikçi gurubu desteklemişlerdir. Bu gurubun tamamı 1914 birinci Paylaşım savaşına girişimizin yayınladığı kararnameyi toptan desteklemişlerdir. Akif’in Çanakkale Şehitlerine, Bülbül, Süleymaniye kürsüsü , Fatih kürsüsü, istiklal marşı şiirleri birinci cihan ve kurtuluş savaşımızı destekleyen önemli destansı şiirlerdir. 1918 yılından sonra Sevr’i, Mondros’u destekleyen İngiliz beslemesi dinî yapı , birkaç katli vaciptir fetvasını Vahdeddin desteğiyle verdi! 1920 den sonra milli yapı içinde eriyip görünmez oldu. Şeyh Sait ve Dersim ayaklanmaları gibi birkaç başkaldırıdan sonra yer altına indiler. Değişik bir yapıda 15 temmuz FETÖ darbesi ile tekrar su yüzüne çıktılar ve tekrar cumhuriyetin dinamik güçleri tarafından tepelendi.
16 mart 1920 işgal güçleri tarafından İstanbul’un işgali ve arkasından dayatılan Sevr , Akif’in manevi dünyasında derin bir yara açtı. Hiç bir vatan sever bu zillete katlanamazdı. Fransız General kendisini Roma İmparatoruna benzeterek , Beyaz giysiler içinde Beyoğlu’nda tören düzenledi ve Beyoğlu’ndaki tek camiye Fransız bayrağını astırdı, camide ezan sustu. Beyoğlu’ndaki kilise canlarının sesleri birbirlerine karışarak afâkı kapladı. Bu saldırıya ilk heyecanlı edebî tepki Nazım’dan geldi;
Havsalam almıyordu bu hazin hali önce
Ah, ey zavallı cami, seni böyle görünce
Dertli bir çocuk gibi imanıma bağlandım;
Allah’ımın ismini daha çok candan andım.
Ne kadar yabancısın böyle sokaklarda sen!
Böyle sokaklarda ki, anası can verirken,
Işıklı kahvelerde kendi öz evladı var...
Böyle sokaklarda ki, çamurlu kaldırımlar,
En kirlenmiş bayrağın taşıyor gölgesini,
Üstünde orospular yükseltiyor sesini.
Burada bütün gözleri bir siyah el bağlıyor,
Yalnız senin göğsünde büyük ruhun ağlıyor.
Kendi elemim gibi anlıyorum ben bunu,
Anlıyorum bu yerde azap çeken ruhunu
Bu imansız muhitte öyle yalnızsın ki sen
Bir teselli bulurdun ruhumu görebilsen!
Ey bu caminin ruhu: Bize mucize göster
Mukaddes huzurunda el bağlamayan bu yer
Bir gün harap olmazsa Türkün kılıç kınıyla,
Baştan başa tutuşsun göklerin yangınıyla.
Nazım Hikmet
1902doğumlu olan Nazım Hikmet 18 yaşındadır, Bahriye mektebinde okumaktadır.1921 de cepheye katılmak için İnebolu üzerinden Ankara’ya gidip Atatürk’le görüşür, Anılarında “O’nun pamuk elleri öptüm” der. Atatürk cepheye göndermez Bolu’ya öğretmen olarak atanmasını sağlar.
İstanbul’un işgalinde Akif 47 yaşındadır. Daru’l Hikeme de memurdur ve Sebilürreşad Dergisinde Milli mücadele lehine yazılar yazmaktadır. İşgali öven yazılar istenmiştir O’ndan!
Bu yüzsüzlere, bu vicdansızlara ,bu zorbalara , bu alçaklara şöyle haykırmıştır.
Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım! ...
-Boğamazsın ki!
-Hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale;
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırmada geç git! , diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu!
Balıkesir Zağnos Paşa Camisinde Sevr ve işgal aleyhine konuşmalar yaptı. Halkı milli mücadeleye yüreklendirdi.
Akif’in bu eylemlerinden haberdar olan Atatürk Akif’in Çengelköy’deki evine bir adam göndererek, Akif’in gizlice İstanbul’dan ayrılarak Ankara’ya gelmesini sağladı. Taceddin Dergahında misafir edildi, hemen isyan kıpırtıları olan Konya’ya gönderildi. Konya’daki bu ayaklanma girişimi ikna yoluyla çözdü. Kastamonu ve kazalarında verdiği vaazlar halkın milli mücadele bayrağı altında toplanmasında etkin oldu. Kastamonu’da çıkan Sebilürreşad’ın sayıları tüm Anadolu’ya ulaştırıldı. Bu dergi Anadolu’da milli heyecan yarattı. Burdur Mebusu seçildiğini, Kastamonu’nun köylerini gezerken öğrendi.
Yazmış olduğu İstiklal marşı şiirinin ilk kelimesi olan “ Korkma” teşkilat-ı mahsusa üyesi olarak gittiği Berlin de yazıldı. Berlin Hatıralarında geçen bu ümit aşılayan sihirli kelime daha sonraları istiklal marşımızın anahtar kelimesi olacaktır.
Mandacı fikirlere karşı olmuş bu konuda Atatürk gibi düşünmüştür. Sebilürreşad’ın 21 Ağustos 1919 tarihli sayısında Manda için şöyle diyordu.
“Türklerin yirmi beş asırdan beri istiklallerini muhafaza etmiş bir millet oldukları tarihen müsbet bir hakikattir. Tarih göstermiştir ki Türk istiklal siz yaşamamıştır.” İslâmcı ve yobaz olarak yaftalanan Akif bir yıl sonra,
Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım,
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım,
ifadelerine Türk tarihinin destansı mücadelesini sindirmiştir.
27 aralık 1936 da hayatını kaybetti. Resmi tören düzenlenmedi. Beyazıt Camisinde kılınan cenaze namazından sonra, Üniversite öğrencilerinin omuzlarında Edirne Kapı mezarlığına gömüldü.
Ruhu şad olsun.
Muharrem Yellice”
Sayın Yellice’nin bu yazısını okuyunca Nazım Hikmet’in şiiri yazdığı camiyi merak ettiniz değil mi?
Nazım Hikmet, cami şiirini henüz 18 yaşlarında Beyoğlu İstiklal Caddesinde yangınlar, ihtilaller arasında harap kalmış Hüseyin Ağa Camii için yazmış. 1938’de onarılıp, tarihi izleri korunmuş olan Hüseyin Ağa Camii’nin 2008 yılında yanı başında bir AVM yapılmaya başlar; yerin 30 metre altına inen hafriyat çalışmalarıyla yüzyılların bir taşını bile oynatamadığı tarihi mirasın duvarları çatlar. Tahrip olur ve taşlarını yerinden oynatır.
(kaynak: www.sehriyar.info Osman Aydoğan)
2012 yılında Restorasyonunu üstlenenler 2 yıl bu camiye perde çeker ve kendi reklamlarını yapar “zarar verdik onarıyoruz” diyemez ya “ bizim tarafımızdan onarılmaktadır” yazar.
Ağa Camisinin onarılma işleri 2014 yılında bitikten sonra açılışı, Vakıflar Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu o dönemin Devlet Bakanı Bülent Arınç tarafından yapılır. Gazetelerin sayfalarına haber “Hüseyin Ağa Camii'ne Nazım Hikmetli Açılış” olarak yazılır. Açılışta Nazım Hikmet’in Cami şiirini okuyan Arınç, şiiri Nazım Hikmet’in yazdığına önce inanamaz, araştırma gereği duyar. Ve onarımı yapan firmaya teşekkür ederek, şilt takdim edilir. Oysa caminin tarihi izleri bu onarımla silinmiştir.
“Burada bütün gözleri bir siyah el bağlıyor,
Yalnız senin göğsünde büyük ruhun ağlıyor.
Kendi elemim gibi anlıyorum ben bunu,
Anlıyorum bu yerde azap çeken ruhunu
Bu imansız muhitte öyle yalnızsın ki sen
Bir teselli bulurdun ruhumu görebilsen!
Ey bu caminin ruhu: Bize mucize göster
Mukaddes huzurunda el bağlamayan bu yer..” Ezanlar susup çan sesleri yükselince bu sözleri yazan Nazım Hikmet şimdi dünyada bütün bu insanlık dışı yaşanan savaşları, çocukları görseydi, kim bilir, nasıl kanatırdı ciğerimizi her bir hecede?
Harp görmüş, destan yazmış, istiklal mücadelesi vermiş, sadece vatanın edebiyatını yapmamış kurtuluş mücadelesi vermiş, vatanın çilesini de çekmişler. Bize bitmeyen tükenmeyen bir davanın şuurunu hâlâ ilahi bir esintiyle gönderen şairlerimizi andık. Ruhları şad olsun. Mevla'm tarihimizin izlerini yurdumuzdan, zihnimizden; nağmelerini, gönlümüzden sildirmesin.
Sibel Bingöl