Hayrettin ÇAKMAK

Tarih: 09.10.2024 12:39

BÜROKRATİK VESAYET

Facebook Twitter Linked-in

Kabaca; Bürokrasinin (asker, yargı, üniversiteler vb) seçilmiş iktidar üzerinde kontrol kurması, iktidarın bürokrasi ile bölüşülmesi olarak tarif edebiliriz.

Tarihçi Halil Berktay: Türkiye kendi askeri tarafından sürekli olarak olgunlaşmayan bir çocuk muamelesi gördü” Bu nedenle asker, hem cumhuriyetin hem de vatan topraklarının öncelikli “sahibi”  kendisini sayardı. Kurtarıcı oydu, sıklıkla demokrasiyi askıya alması da; bu kurtarıcılığın fiili (eylem) hali idi.

Hasan Cemal; devletin tepe noktasında görev yapmış bir sivil bürokratın yakınmasını anlatır “Bir albay koltuğunun altında bir dosyayla Maliye Bakanlığına gelir, İşte bizim bütçemiz deyip dosyasını masaya bırakıp gider. TBMM’de de komisyonda gizli oturumda okunur iş biterdi. Askeri harcamalar konusunda bazı bakımlardan sıfır denetim söz konusuydu.”

Bütün bunları anlatmamın sebebi; asker karşıtlığı değil, batı demokrasilerinde olduğu gibi sivil siyasetin emrinde bir askeri yapı için çok zaman kaybettiğimizdir.

Siyaset kurumuna saygı duymayan, küçümseyen, şımarık bazı hödük apoletliler,

Türkiye’nin gerçek yöneticisi havasındaydı. Genelkurmay Başkanlarından İsmail Hakkı Karadayı’nın görevdeyken, 1990’ların sonunda  önemli bir merkezde büyükelçi olan bir diplomata “Bir Reagan, bir Thatcher vardı da mı, selam durmadık önlerinde” deme küstahlığını gösterebiliyordu.

Türkiye’de “sivillerin asker korkusu”, “askerin ise demokrasi korkusu” ülkemizi yerinde saydıran iki güçlü pranga olmuştur.

Bu günlere gelirken Türkiye’deki erkler içerisinde (güç, kudret, iktidar sahibi) yetkili olup sorumlu olmayan, dokunulamayan erkler vardı. Her dönem gelen iktidarlar için çizilen Kırmızı Çizgilerle engellemeler yapılıyordu.

Batı demokrasilerinde devlet başkanı hükümet çekişmesi 17 ve 18. asırda hükümet lehine çözümlenmiştir. İngiltere’de bilinen en son imza krizi 1707 yılında yaşanmıştır. Biz ise Parlamenter sistemde 21. asırda, çağı geçmiş bu sıkıntıyı yaşayarak girmiştik.

Demokrasiyi içselleştirmede çok ciddi hazımsızlık yaşadık. Doğrusu içselleştirmek için yeterli zamanımızın olduğunu da söyleyemem.1961 anayasası  (Atatürk dönemi 1921 ve 1924 anayasalarının aksine “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir` prensibini kontrol mekanizmaları ile kâğıt üzerinde bir ifade konumuna düşürdü. Çünkü TBMM Anayasa Mahkemesi ile hükümet; Danıştay ile kelepçelenmişti. Mecliste çıkarılan kanunlar Anayasa mahkemesinin, Hükümet icraatları ise Danıştay’ın kontrolündeydi.

Yargı yerindelik denetimi yapabiliyor, amiyane deyimiyle “yaptığın iş yerinde mi değil mi bir bakayım diyordu” Sana mı kaldı yerinde mi değil mi? sen ancak kanuna aykırı bir durum var mı yok mu ona bakabilirsin. Kamu yararı görülmemiştir deyip iptal hükmü veriyordu. 1961 sonrasında meşhur idare hukuku profesörü -Lütfi Duran- Danıştay’a her zaman her fırsatta hükümeti engelleme çağrısı yapmıştır.

Bütün bunlara rağmen 1961 anayasası o günün şartlarında özgürlükler noktasında ileri bir anayasa iddiasındaydı. Örgütlenme (dernek, vakıf), sendikal faaliyetler düşünceyi açıklama vb. gibi alanlardaki açılımları ile Demokrasi açısından öne doğru iki adım atıldığı söyleniyordu. 1982 anayasası ise tepki gerekçeleriyle hazırlanmış olduğundan bizi geriye doğru maraton koşturmuştur. Kenan Evren 1961 anayasası için '' O Anayasa bize bol geldi; içinde oynamaya başladık.'' Diyerek eleştiriyordu.

Şaka değil 19 kez değiştirilen 1982 darbe anayasası ile yönetiliyoruz. Sadece Ak Parti döneminde 12 kez düzenleme yapılmış, 177 maddelik anayasanın 30’u aynı maddelerde olmak üzere toplam 134 hükmünde değişikliğe gidilmiştir.

19 kez ameliyat olan birinin yaşaması mucizedir.

Darbe yönetimi 12 Eylül tarihinden 1.Özal Hükümetinin onaylandığı 13 Aralık 1983 tarihine kadar (üç yıl üç ay) fiilen yasama ve yürütmeyi elinde tutmuştur. Seçimler 6 Kasım 1983 tarihinde yapılmış, TBMM başkanlık divanı ise 7 Aralık 1983 tarihinde oluşmuştur. Üyelerini kendilerinin atadıkları Danışma meclisinin varlığı sona ermiştir. O son günde (7 Aralık) çıkardıkları 2969 sayılı kanunla 12 Eylül harekâtı ile icraatının eleştirilmesi yasaklanmıştır. Ayrıca 6 Kasımda yapılan seçimin galibi Turgut Özal’a hükümeti kurma görevi ancak 12 Aralıkta yani seçimden tam 36 gün sonra verilmiştir.

 Vesayeti tahkim eden Temel Kanunlar  3 yıl 3 aylık bu süreçte 669 kanun, 139 kanun hükmünde kararname ile Türkiye’nin hukuk noktasında şekli şemaili değiştirilmiştir. Anayasal kurumlardan temel hak ve özgürlüklere uzanan her sahada yasalar çıkarıldı. Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, HSK, TRT ve YÖK gibi kurumları düzenleyen metinlerin yanında Siyasi Partiler, Seçim, Sendikalar, Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt, Dernekler, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu, Olağanüstü hal, seferberlik gibi temel kanunlar.

Bu anayasayı özgürlükçü bir anayasa haline getirmek için olağan dönemde hem toplum hem de Meclisimiz yorulmuştur. Halen yeni değişikliklere ihtiyacı olan bir anayasamız var. Hatta bu anayasadan kurtulup sivil bir anayasa yapılabilse; Türkiye her alanda hızlı bir yükselme yaşayacaktır.

Sistem devamlı kesintiye uğradığı için 1961 ve 1982 anayasaları paraşütle inen anayasalardır. Bu nedenle de her zaman ödevleri olan bir toplum çizgisinde yürümek zorunda kaldık. Oysa demokrasilerde haklar; ödevlerden önce gelir. Zihinlerde cumhuriyet; monist / tek tipçi görüntüden arınıp demokrasinin çoğulculuğuna evrilmesi gerekir. Bunu elbirliği ile başaramazsak; dünya siyasetinin varoşundan merkezine taşınmamız mümkün değildir.

Yıllarca demokratik cesaretin yerine,  antidemokratik esaret kabul görünce; halkı en mutsuz ülkeler arasında yer aldık maalesef.

Bu gün şikâyet ettiğimiz müneccim misali niyet okuma, korku ve vehimlere dayalı reflekslerimiz de irsidir (kalıtsaldır).

Osmanlı’ya “devletin bekası için masum şehzadeleri boğdurdu” gerekçesiyle sövenler; Cumhuriyeti koruma ve kollama adına aynı suçtan defalarca sabıkalıdır.

Eski Yargıtay savcısı (toprağı bol olsun) Vural Savaş; kapak ismi (İrtica ve bölücülüğe karşı Militan demokrasi)  kitabını yazmıştır. Refah Partisi ve Fazilet Partisi’ni aklınca devletin bekası için kapattırmıştı.

Aynı kişi büyük kongrelerini yapmayan Ecevit’in DSP’si için dava açsaydı suç sabitti parti kapatılırdı. Ne demişti? “Dava açsaydım şık olmazdı” Böyle hukukçu olur mu?

 Refah Partisini kapatmak için ise Siyasi Partiler kanunu engeldi. Odak olmak için kanun maddesinde aranan hususlar gerçekleşmemişti. Ne yaptılar? Devam eden davada AYM o maddeyi iptal etti ondan sonra Refah Partisi kapatıldı.  (Merhum Erbakan hoca haklı olarak “kanuna uymak suç oldu” demişti.)

Her dönem korkutacak bir öcü buldular. (Soğuk savaş döneminde NATO üyesi bir Türkiye “komünist olma” tehlikesiyle korkutuldu, AB ile müzakere yaparken de “irtica” ile korkutulma komedisi yaşandı bu ülkede)

 Bu ülkede yıllardır kavga ettiriliyoruz. Çünkü vesayet sisteminde alınan yaralar kolay kabuk bağlamadığı gibi, yerli ve yabancı etki ajanlarıyla yaralar kaşınıyor. Bugün İsrail’in, ABD ve İngiltere hamiliğinde bölgeyi ateşe verdiği gerçeği ile karşı karşıyayız. Artık sadece yeni bir anayasa yapımında değil, devletin, milletin bekası için uzlaşma zamanıdır. İçeride 85 milyon kenetlenmek zorundayız. Savaş sınırımıza yaklaştı. Biz hâlâ “Kürt Türk, Alevi Sünnî, Laik anti laik” vb. onlarca ayrışma noktalarını kaşırsak; felâketimiz olur hafazanallah!

Unutmayın 1980 darbesine giderken Sünni Alevi çatışmasını organize eden CİA ajanları olmuştu. O dönem aynı silahla hem solcu hem de sağcılar insan öldürmüştür. Bunu yaptıranlar içimize sızmış ajanlardı. Bugünde aynı ajanların olmadığını kim iddia edebilir. Havlar gibi konuşan etki ajanları vardır ve olacaktır. Aklın yolu birdir. Sosyal medya Manipülasyonlarına karşı çok dikkatli olmalıyız. Devletin resmi beyanları dışında hiçbir şeye itibar edilemez.

Merak etmeyin ve korkmayın. Askerimiz bugün siyaset yapmıyor kendi işini yapıyor, hem de çok iyi yapıyor. Güçlü bir ordumuz var.

Mehmet Akif merhumun Birlik şiirinden mısralarla bitirelim

Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz.

Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz;

Değil mi cephemizin sinesinde iman bir;

Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir;

Değil mi ortada bir sine çarpıyor, yılmaz,

Cihan yıkılsa emin ol bu cephe sarsılmaz!


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —