Dr. Özcan Kars

Tarih: 21.10.2024 09:43

Can’ın Özünden-18 / Sosyal Bakış-6 / Sosyal çürümüşlük hali…

Facebook Twitter Linked-in

… 
“Bir kıssa (Gök Gürültüsü*)
“Sokrates bir gün eve geç gelmiş. Eşi de bunun nedenini sormuş. Kadın konuşmuş, bağırmış, çağırmış. Sokrates hiçbir tepki vermeyip önüne bakmaya devam etmiş. Bunun üzerine kadın bir kova suyu Sokrates’in kafasına dükmüş. Sokrates gayet sakin bir şekilde cevap vermiş:
Bu gök gürültüsünden sonra yağmur kaçınılmazdı….”
Kıssadan hisse, siz siz olun yaşadıklarımızı iyi analiz edin. Sonra biz niye sele kapıldık demeyin. Yazıyı sonuna kadar okuyun (isterseniz).  
(* Cengiz Erşahin, Hayat Değiştiren Bilgelik Öyküleri, Tutku Yayınevi, 2009)

Son günlerde bize bir şeyler oluyor. Daha doğrusu “bizde olanlar”, “su üstüne çıktıkça” tek tek yaşadığımız sıkıntılar toplumsal bir travmaya dönüşüyor. Çevremizde en çok bu olanlardan çocuk ve gençler olumsuz etkileniyor. Yaşı kırkı aşmış bireyler, yaşamış oldukları toplumsal travmalar sonrası “aşılı” gibi görünseler de, onlar da çocuk ve gençlere izah edemiyorlar. 
...
Neden bahsettiğimi anladınız galiba…
Yaşandığı zamanlarda sadece birkaç kişiyi, aileyi etkileyen ama ortaya çıktıktan sonra; “yok artık, olmaz böyle şey” dedirten hadiseler arka arkaya gündem olmaya başladı. Narin, Sıla ve şimdi de yenidoğan bebeklerin başına gelenler…
...
Uzunca bir süredir öfke kontrol problemi olan bir toplum haline gelmeye başladık. Sokakta gözümüzün önünde cereyan eden şiddetin adresi çoğu zaman yanındaki çocuğuna rağmen bir kadın, bir anne, bir kız arkadaş, sevgili (nasıl bir sevgiyse, ya da bu vahşeti sevgi ile aynı cümlede kullanmak bile başlı başına bir çelişki iken), küçük bir çocuk, engelli bir birey, yaşlı bir insan… şiddet adres sormuyor ve sokaktaki can dostlarımız bile bu öfke selinden kurtulamıyor.

“Kükremiş sel gibiyim bendimi çiğner taşarım,
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.”…
Rahmetli Mehmet Akif Ersoy’un, İstiklal Marşımızdaki bu dizeleri, sanki yine bir başka  “Milli” durumumuzu ifade ediyor. Toplumsal olarak “öfkemizi kontrol edemiyoruz”. Herkesin kendince “haklı bahanesi” var. Şiddetin hiçbir bahanesi olamaz. Önceki yazılarımızda değinmiştik, “Dayak cennetten çıkma” değildir, dayak “cennetten kovulmuştur yani çıkarılmıştır”. Kimsenin attığı tokat sonrası orasında gül bitmiyor…  
...
Hepimiz evimizde, dolabımızda uzun süre kalmış ve bir şekilde çürümüş meyve ve sebzeye tanık olmuşuzdur. Bir yerden bizi rahatsız eden bir koku gelir de, araştıra araştıra buluruz. Bulmasına buluruz da, o kokuya yaklaştıkça, burnumuzun direği neredeyse kırılır o kötü kokudan, midemiz kalkar, o çürümüş, bir zamanlar (tazeyken) yeseydik bize ilaç olacak kadar değerli olan o gıda, artık başka bir hal almıştır…
Ya toplumsal düzeyde yaşanan çürüme sonrası durum? Aslında bugün her birimiz nasılsak işte öyle… Umutları kırılmış, yaşananlara öfkeli, kızgın, ağlamaklı, adaleti arayan ama her gün sokakta, tv, ekranlarda göre göre “kanıksadığımız”, adeta “sistematik duyarsızlaştığımız” bu görüntüleri birbiri ardınca ekranlarda görmeye başlayınca, gecenin bir karanlığında üzerine fenerle ışık tutulmuş tavşan gibi “kaskatı kesildik”, insanlığımızdan utandık. Birilerinin cebine biraz daha fazla para girmesi için sağlıklı bebeklerin bile yoğun bakımda tutularak ölümlerine sebep olunması, her halde “şeytanın bile aklına gelmeyecek” türden bir durum.
Hani derler ya, adalet hepimiz için “elzem, vazgeçilmez” bir ihtiyaç. Belki giden canlar geri gelmeyecek, gözü yaşlı anne ve babaların gözyaşları dinmeyecek. Ama “toplumsal vicdanın” temsilcisi olan “savcılarımız” konuyu yakından takip ediyor. Tek tek olaylardan bahsetmiyorum. Az önce dediğim gibi öfkenin kontrolsüz bir şekilde açığa çıkması tedavisi zor bir toplumsal travma yaratıyor.

“Sosyal çürüme, toplumun temel ahlaki ve etik değerlerinin zayıflaması, bireyler arası güvenin azalması ve sosyal bağların kopması süreci olarak tanımlanabilir. Bu süreç, toplumun genel refah seviyesini düşürür ve uzun vadede ekonomik, politik ve kültürel sorunlara yol açar” (https://hemhal.org/sosyal-curume/).
Kavram sosyolojik bir ifade olmakla birlikte, günlük yaşamımızda etkileriyle karşılaştığımız bir durumdur. Dilimize pelesenk olmuş “değerler eğitimini”, günlük yaşam içerisinde uygulamalara, davranışlara dökmediğimiz sürece maalesef “süslü duvar yazısı tabelası” ötesine geçemeyecekler…

Bir başka yazımızda sizlere sormuştum, bireysel sorunlarımız çözmek için psiko-terapi seansı almak zorunda kalabiliyoruz. Peki sosyal-terapi ihtiyacımız olursa kime / kimlere gideceğiz? Nerede bu sosyo-terapistler?

Öncelikle çocuk ve gençleri bu konuda dinlemek lazım sadece dinlemek. İçlerinde taşıdıkları şaşkınlığı, korkuyu ifade etmelerine fırsat tanımak için “etkili dinleme” sanatını icra edebilecek profesyonellere ihtiyaç var. Kim bunlar derseniz buna bir cevabım var tabii, ama önce biraz siz düşünün. Toplumsal travmalardan sonra nasıl ayağa kalktınız? Size kim / kimler merhem oldu? Sorun geçici olarak mı çözüldü? Kalıcı mı?  
Sosyal çürüme alanlarının belirlenip, bir an önce psiko-sosyal tedavinin hem birebir bireysel boyutta hem de sorunun yaşandığı aile ve topluluklardan başlayarak toplumsal düzeyde ele alınması için sen de çözümün bir parçası ol...

Kuran- Kerim’de; Nahl Suresi 90. Ayette;
“Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayasızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.”

Peygamberimizin (S.A.V.) bir hadisinde;
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın: "İçlerinde kötülükler işlenen bir cemiyet, bu kötülükleri bertaraf edecek güçte olduğu halde, seyirci kalır, müdâhale etmezse, Allah'ın hepsini saran umumî bir belâ göndermesi yakındır" dediğini işittim.” (Tirmizi, Sünen, Fiten, 34/8 (IV, 469).

Canın Özünden, Can-ı Gönülden … 
Sağlıklı ve topluma faydalı günler geçirmeniz dileğiyle, saygı ve selamlarımla...
   
Dr. Özcan Kars / drozcankars.yenibaskent@gmail.com / @drozcankars
 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —