Bu yazıda çatışma halindeki ülkeler ve gruplar arasındaki sorunları çözme konusunda Türkiye’nin yöntem farklarına dikkat çekmek istiyoruz. Uluslararası sorunların çözümü konusunda Batı Dünyası ile Türkiye arasında çok derin farklılıklar var. Batı, “barış” dediğinde kafasının arkasında tek bir soru vardır: “Bu iş bize ne kazandırır?” Türkiye ise aynı dosyaya baktığında tek bir soru sorar: “Bu iş adalete, hakkaniyete, insanlığın ortak vicdanına ne kadar uygun?”
Aradaki fark, birinin hesap defteriyle, diğerinin vicdan terazisiyle hareket etmesidir. Batı’nın ulusal çıkar hesabı soğuk, net ve acımasızdır. Şimdi bazı örnekleri kısaca hatırlayalım.
Kosova:
Yugoslavya’nın çöküşüyle Batıdan cesaret alan Sırp milliyetçiler, Arnavutları yok sayan bir tutum gösterdi. Batı’nın “Yeni Dünya Düzeni” şovu için çıkan çatışmalarda binlerce insan öldü.
1998’de soykırımcı Miloseviç ‘Kosova Sırbistan’dır’ derken, NATO ‘hayır, artık bizimdir’ diye bombaladı. Binlerce Kosovalı Arnavut çatışmalarda can verdi. Nihayetinde Kosova bağımsızlığını ilan etti ama uluslararası tanınma konusunda hala ciddi sıkıntılar var. En çok kazanan Camp Bondsteel’de bayrak çeken ve çok sayıda asker ile bölgeyi kontrol altında tutan ABD oldu. Tam ve kesin çözüm getirmediler. Sorundan besleniyorlar. Kosova’yı koparıp NATO’ya üye yaptılar, Camp Bondsteel diye dev bir üs kurdular. Bugün Kosova’nın bağımsızlığı hâlâ tam tanınmıyor ama ABD’nin Balkanlar’daki en büyük askeri üssü orada. Barış mı? Hayır, ABD için jeostratejik kazanım.
Kıbrıs:
1960’lardan bu yana adada çok ciddi sıkıntılar var. 1974’te Türkiye’nin Barış Harekatı yapıldı. Ada fiilen ikiye bölündü. 1983’te KKTC kuruldu. Batı Dünyası, Türk tarafını tanımadı. Kıbrıs Rum tarafını 2004’te adanın tamamının temsilcisi olarak AB’ye aldılar çünkü Yunan lobisi güçlüydü, Doğu Akdeniz’de enerji koridoru lazımdı. Türk tarafını 50 yıldır ambargolarla cezalandırıyorlar. Ama bu sorunu Türkiye yine kendi yöntemiyle nihai çözüme kavuşturacak.
Ukrayna-Rusya:
Ukrayna’yı “AB’ye ve NATO’ya alacağız” diye Rusya’ya karşı cesaretlendirdiler. 2022’nin Şubat ayında Rusya’nın saldırısı ile savaş başladı. Yüzbinlerce Ukraynalı öldü, milyonlarcası ülkeyi terk etti. Ülke parçalandı. Şimdi ABD Başkanı Trump, Ukrayna halkına ve yönetimine sormadan Moskova ile pazarlık ediyor. Avrupa ülkeleri ise sadece arada bir toplanıp homurdanıyorlar. İnsanlık adına utanç verici. Ukrayna’nın toprak bütünlüğü, halkının iradesi ikinci planda. Önemli olan, ABD’nin çıkar hesabı. Trump, kendi seçimlerinde “barış getiren başkan” imajı satsın… Zelenskiy’nin “onur” diye haykırdığı şey, Washington’da sadece “pazarlık konusu”.
Türkiye’nin tarzı ise tam tersi. Sessiz, inatçı, sonuç odaklı. Tahıl Koridorunu hatırlayalım. 2022 Temmuz’u… Dünya “gıda krizi” diye feryat ediyor, BM Genel Sekreteri Guterres İstanbul’a geliyor, Lavrov geliyor, Şoygu geliyor. Kameralar açık ama Türkiye konuşmuyor; Erdoğan, Fidan, Akar gece gündüz kulis yapıyor. 4 taraf da (Rusya, Ukrayna, BM, Türkiye) aynı masada. 3 haftada anlaşma imzalandı. 33 milyon ton tahıl taşındı, Afrika’da insanlar açlıktan kurtuldu. Peki Batı nerede? Hâlâ “tarihi başarı” diye BM’yi alkışlıyordu. Halbuki işin mutfağında Türkiye vardı.
Esir takaslarını düşünelim. 2022 Eylül’ünde 215 Ukraynalı asker (Azov komutanları dahil) karşılığı Medvedchuk + 55 Rus askeri. 2025 Mayıs’ında 1000+1000 esir takası. 2025 Temmuz’unda yine yüzlerce kişi. Her seferinde aynı manzara: Batı medyası “büyük takas” diye Zelenskiy’nin teşekkür videosunu yayınladı ama kimse “bu işin mimarı kim?” diye sormadı.
2025’te Trump “Bir günde bitiririm” diye nutuk attı, Cenevre’de, Londra’da, Riyad’da toplantılar… Macron “Avrupa barış gücü gönderebiliriz” diye poz verdi, Starmer “yeni çerçeve” diye açıklama yaptı, Rubio her gün “ilerleme var” diye brifing verdi. Sonuç? Hâlâ Kharkiv bombalanıyor, hâlâ Ukrayna topraklarının %19’u işgal altında. Şov çok, barış yok.
Türkiye, Ukrayna’ya Bayraktar, zırhlı araç, eğitim verdi. Rusya’yla S-400 anlaşmasını da bozmadı, Montrö’yü uyguladı, Karadeniz’i savaş gemilerine kapattı. İstanbul’da masayı kurdu, tahıl koridorunu açtı, esir takaslarını yaptırdı. Rusya’nın Kırım’ın ilhakı haksızdı. Bu sebeple Türkiye bunu hiçbir zaman tanımadı ama milyonlarca insan da açlıktan ölmesin diye insani diplomasi uyguladı. Adalet ve insanlık aynı anda korundu.
Libya:
2011’de Kaddafi’yi devirdiler çünkü petrol kontratları Fransız ve İngiliz şirketlerine açılsın diye. Sonra ülke iç savaşa gömülünce “Berlin Süreci” diye yıllarca oyaladılar. Berlin Konferansı 1, Berlin Konferansı 2, Paris Konferansı, Palermo Konferansı… Herkes kırmızı halıda yürüdü, Merkel “tarihi adım” dedi, Macron “Libya’nın geleceği” diye nutuk attı. Toplanıp toplanıp dağıldılar. Hiç sonuç çıkmadı. Türkiye gelip denge kurunca birden “egemenlik ihlali” diye yaygara kopardılar. Çünkü Trablus hükümeti Türkiye’yle münhasır ekonomik bölge anlaşması yaptı; Doğu Akdeniz’de Batı’nın enerji haritası bozuldu. Ankara Libya’daki tarafların beklentilerini karşılayacak formüllerle ülkenin toprak ve siyasi bütünlüğünü tesis etti. Hem Libya hem de insanlık kazandı. 2020’de kimse Türkiye’ye inanmıyordu. “Trablus düşer” diyorlardı. Türkiye sessizce askerî danışman gönderdi, drone verdi, deniz anlaşması yaptı. 6 ay sonra Hafter Sirte’ye kadar püskürtüldü. Batı hâlâ “Berlin Süreci” diye açıklama yaparken, Libya’da ateşkes imzalandı, 5+5 komite kuruldu, seçim yolu açıldı. Türkiye bir kerecik “biz yaptık” diye reklam yapmadı.
Karabağ:
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Rusya ve Batılı ülkeler Ermenileri kışkırtarak Azerbaycan topraklarının işgal edilmesine yol açtı. Aynı güçler, işgal sonrası sorunu çözmek istiyor gibi yaptılar ama kesinlikle samimi, bir çözüm istemediler. Sorundan yararlandılar. Türkiye’nin de destekleriyle Azerbaycan işgal altındaki topraklarını kurtardı. 30 yıllık işgali bitirdi, 1 milyon mültecinin evine dönme hakkını sağladı. Batı’nın Minsk Grubu 26 yıl boyunca Ermenistan işgalini “statüko” diye korumuştu. Türkiye “bu işgal haksızdır, biter” dedi ve bitirdi. Kendi çıkarı mı? Evet, Kafkasya’da kardeş ülke güçlendi, enerji koridoru güvenceye alındı. Ama önce adalet geldi. 2020 zaferinden sonra 10 Kasım 2020 anlaşması… Batı “ateşkes” diye sevindi, AGİT Minsk Grubu “süreç devam etmeli” dedi. Türkiye ne yaptı? Sessizce Şuşa Beyannamesi’ni imzaladı, ortak merkez kurdu, Zengezur koridoru açılma sürecinde, 2025’te Nahçıvan’la kara bağlantısı için somut adım attırdı. Kimse fark etmedi ama iş bitti.
Suriye:
4 milyon mülteciye yıllarca kalbini ve kucağını açan Türkiye, “Ben bunların yükünü çekemem” demedi. Evlerine dönecekleri güvenli alan lazım” dedi ve çözüm için Batıya bel bağlamadı kendi göbeğini kesti. Batı bu sorunu Türkiye, Irak ve Suriye’nin istikrarsızlaştırılması ve İsrail’in manipülasyonlarını kolaylaştırmak için kullandı. “IŞID’la mücadele” yalanı ile terör örgütü YPG’ye on binlerce TIR silah verdi. Türkiye “terör koridoru kabul edilemez” dedi, harekât yaptı, Suriye’deki diktatör devrildi, ülke hürriyetine kavuştu, 500 binin üzerinde insan gönüllü eve döndü. Böylece hem Suriyelinin evine dönme hakkı korundu, hem Türkiye’nin ve bölgenin güvenliği sağlandı.
Batı’nın şovları efsanedir:
Kıbrıs’la ilgili yarım asırdan bu yana her yıl Cenevre’de, Crans-Montana’da, Bürgenstock’ta zirve… BM Genel Sekreteri kürsüye çıkar, “tarihi fırsat” der, AB temsilcisi “yeni momentum” diye twit atar, Rum lider alkışlanır, Türk tarafı yine “yapıcı olmamakla” suçlanır. Sonuç? Sıfır. 2025’te hâlâ aynı tiyatro devam ediyor.
Batı zihniyeti ile Türkiye arasında çok derin farklılıklar var. Batı barış denince önce kürsüye çıkar, ışıklar yakılır, kameralar çevrilir, “derin kaygı” nutukları çekilir, ortak bildiri imzalanır, selfie çekilir, sonra da herkes evine gider. Arada bir şey değişmez. Türkiye ise kameraları kapatır, telefonu kapatmaz, gece gündüz çalışır, kimsenin görmediği odalarda tarafları konuşturur, “tamam” dedirtir, sonra sessizce kenara çekilir.
Biri şov yapar, diğeri sonuç alır. Batı barış dediğinde cebini düşünür, Türkiye vicdanını düşünür. Biri ‘bu iş bize ne kazandırır’ der, diğeri ‘bu zulmü nasıl bitirebiriz’ der. Biri Nobel Barış Ödülü peşinde koşar, diğeri milyonlarca insanın duasına talip olur.
Batı konuşur, Türkiye yapar. Batı zirve yapar, Türkiye masa kurar. Batı alkış alır, Türkiye dua alır. Batı “tarihi fırsat” diye twit atar, Türkiye tarihe not düşer. Biri mikrofonu bırakmaz, diğeri telefonu kapatmaz.
Batı “Bizim çıkarımız” der, Türkiye “Adalet” der.
Bundan sonra bu farkları daha çok göreceğiz.
