Alper TAN

Tarih: 25.11.2024 19:11

Cinayet ve Şiddet Haberleri Toplumun Ruh ve Beden Sağlığını Bozuyor.

Facebook Twitter Linked-in

“Narin’i kim, niçin, nasıl öldürdü?” Türkiye televizyonları 2024’te tam 3 ay boyunca binlerce saat bu konuyu yayınladı. Muhabirler, bir dedektif, kolluk mensubu, savcı, hakim ve bilge insanlar rolüne bürünüp güya tolumu aydınlatmaya çalıştılar. Kadınlar kocalarından, erkekler karılarından, komşu komşudan, akrabalar birbirlerinden, çocuklar herkesten şüphe duymaya başladı. Toplumda “hiç kimseye güvenilmemesi gerektiğine” dair kanaatler pekişti.

Medya, topluluklara bilgi aktaran araçlardır. Bilgi ve haber akışını sağlar. İnsanları bilgilendirme, uyarma ve eğitme görevini yerine getirir. Gazete, posta, faks, radyo, televizyon ve internet medyanın araçlarıdır. Kitlelere bilgi akışını sağlamada temel rol oynarlar. Medya, toplumun bilgiye hızlı ve kolay erişimini sağlar.

Sosyal medya, insanların bildiklerini paylaşabileceği ve birbirlerinden öğrenebileceği bir alan oluşturur. Farklı bakış açılarına ve bilgi birikimlerine sahip bir sürü insan, sosyal medya sayesinde bildiklerini paylaşma imkânı bulur.

Yukarda anlatılanlar medyanın olumlu ve iyimser yanı. Ama durum böyle olumlu değil. İnternet teknolojilerinin sınır aşan boyutları, klasik medyayı “psikolojik savaş” sahası olmaya uygun hale getirirken, sosyal medyayı küresel bir “kitle ifsat silahına” dönüştürme potansiyeli taşımaktadır.

Bu tehdit ve tehlikelerden toplumların korunabilmesi için klasik medya araçları ve sosyal meyanın ciddi kuralları olmalıdır. Diğer medya unsurlarını ayrı bir tarafa koyup bu yazıda TV yayınlarının etkileri konusunda düşüncelerimizi paylaşmak istiyoruz.

Televizyonlarda sürekli olarak şiddet, cinayet, kaza, felaket, zulüm, adaletsizlik ve umutsuzluk içeren haber ve programların yayınlanması, farklı yaş ve cinsiyet gruplarını ciddi biçimde etkiliyor. Yayıncılar, güya bu kötü olayları topluma gösterip, “Bakın bunu yapanlar ne kadar kötü insanlar, aman ha siz böyle yapmayın” demek istiyor. Ya da sorsanız kendilerini bu ve benzer gerekçelerle savunacaklar. Ama mesele bundan ibaret değil ve bunun tam tersi etki oluşturuyor. Bu felaket haberleri ve yayınlarının nelere sebep olduğuna, bilimsel çalışmalar ışığında biraz değinelim.

Çocuklar Üzerindeki Etkileri:

Çocuklar, televizyon aracılığıyla şiddet içerikli görüntülere maruz kaldıklarında, bu tür davranışları normalleştiriyor ve model alıyorlar. Bu durum, ilerleyen yıllarda empati eksikliği ve antisosyal davranışların gelişmesine zemin hazırlıyor.

Gençler Üzerindeki Etkileri:

Cinayet, şiddet, kaza, felaket ve diğer olumsuz haberlerin insan sağlığı üzerindeki etkileri, hem fiziksel hem de ruhsal düzeyde ortaya çıkıyor. Bu etkiler genellikle aşağıdaki mekanizmalarla şekilleniyor.

Stres ve Kaygı Tepkileri: 

Bu tür haberler, beynin stresle ilişkili bölgelerini tetikleyerek kortizol gibi stres hormonlarının artmasına neden oluyor. Sürekli stres altında kalan bireylerde kalp-damar hastalıkları, bağışıklık sisteminde zayıflama ve uyku bozuklukları gelişiyor.

Anksiyete ve Depresyon:

Olumsuz haberler, geleceğe yönelik korku ve umutsuzluk duygularını artırıyor. Bu da genel ruh halini olumsuz etkileyerek depresyon ve kaygı bozukluklarını tetikliyor.

Travma Etkisi:

Özellikle şiddet içerikli görüntüler, insanlarda travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) belirtilerine yol açıyor. Haberlerde sürekli tekrarlanan felaket görüntüleri, olayı yaşamamış olsalar bile travmatik bir etki bırakıyor.

Duyarsızlaşma ve Normalleştirme:

Bu tür içeriklere uzun süre maruz kalanlarda, şiddet gibi olumsuz olaylara karşı duyarsızlık gelişiyor. Zamanla bu olaylar normalmiş gibi algılanıyor, bu da toplumda empati eksikliğine neden oluyor.

Fiziksel Sağlık Üzerindeki Etkiler:

Psikolojik baskı altında olan insanlar, sağlıksız baş etme yöntemlerine (aşırı yemek, sigara, alkol) yöneliyor. Bu durum ise obezite, diyabet ve diğer kronik hastalık riskini artırıyor.

Çocuklarda Gelişimsel Sorunlar:

Çocuklar, bu tür haberlerden daha derin etkileniyorlar. Gelişim çağındaki çocuklarda korku, güvensizlik, uyku sorunları ve davranış bozuklukları gözlemleniyor.

Televizyonlar, hem haber bültenlerinde hem de diğer programlarında buldukları ne kadar cinayet, şiddet, kaza, bela, sapkınlık, felaket ve aykırı olaylar varsa bunları bulup, yayınlayıp, üzerinde günlerce haftalarca olur-olmaz bütün ayrıntıları anlatarak reyting yapma peşindeler. Bunu yapmak yayıncılık değil bozgunculuktur, sorumsuzluktur, suçtur. Medya özgürlüğü bu olamaz. Topluma bu denli zarar veren bir özgürlükten söz edilemez.

Türkiye’deki televizyonların çok büyük çoğunluğu (muhalif-muvafık hepsi dahil) toplumu korkunç bir felakete sürüklüyor. Bu durum, Gazze’deki soykırımdan, yüzbinlerce insanın öldüğü Ukrayna’daki savaştan daha az zararlı değildir. Devletin bu duruna seyirci kalması düşünülemez.

Her şiddet haberini, her trafik kazasını, her cinayeti, her ahlaksızlığı, her sapkınlığı ekranlara getirmek, günlerce, aylarca üzerinde tepinmek bu ülkeye ne kazandırıyor? Bunların ne faydası var. Bunlar sürekli yayınlandıkça normalleşiyor, “olumsuz örnek” değil insanları “olumsuza yönlendiren örnek” olarak işlev görüyor.

Türkiye küresel bir savaşın merkezinde bir ülke ve çok hassas bir aşamadan geçiyor. Bu büyük savaş konusunda dünyadaki her türlü gelişmeleri halka aktararak insanların bu konuda bilinçlenmesini sağlamak icab eder. Savaş riskine karşı ne gibi tedbirler almaları gerektiğini anlatmak ve halkın moral üstünlüğünü kuvvetlendirecek işler yapmak gerekir.

Belki abartılı bir ifade olduğu düşünülebilir ama ne yazık ki gerçek bundan ibaret: Türk televizyonları düşmanın elinde olsaydı bundan farklı bir yayıncılık yapmazdı.

Kötülüğü İfşa Etmek Saf Zihinleri Bulandırıyor:

Batı değerleriyle örülmüş bir zihinle fert ve toplum hayatına anlam kazandırmaya ve yön vermeye çalışmak bu olumsuz etkileri doğuruyor. Bu anlayış, bizim toplum ve kültür değerlerimizle uyuşmuyor. Aslında bu zihniyet, Batı toplumlarını da hızla tüketiyor, çökertiyor. İslam dininde başkalarının günahlarını, hatalarını veya olumsuz davranışlarını ifşa etmemek ve gizlemek önemli bir ahlaki erdem olarak kabul edilir. Bu konudaki temel ilkeler vardır. İşte bunların bazılar.

Başkalarının Kusurlarını Gizlemek:

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) "Kim bir Müslümanın ayıbını örterse, Allah da kıyamet günü onun ayıbını örter" buyurmuştur. (Buhari, Mezalim, 3; Müslim, Birr, 72) Bu hadis, insanları birbirlerinin hatalarını araştırmamaya ve gördüklerini ifşa etmemeye teşvik eder.

Gıybetten Kaçınma:

Allah, gıybeti yasaklamış ve bunu ölü kardeşinin etini yemeye benzetmiştir. "Birbirinizin arkasından çekiştirmeyin. Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Bundan tiksindiniz değil mi?" ayeti son derece açıktır. (Hucurat Suresi, 49:12) Gıybet, başkalarının arkasından olumsuz yönlerini konuşmaktır ve bu, İslam'da kesin olarak yasaklanmıştır.

Fitne ve Fesattan Kaçınma:

Başkalarının hatalarını yaymak toplumda fitne ve huzursuzluk çıkarabilir. İslam, barışı ve güveni korumayı emreder. "Fitne, öldürmekten daha kötüdür." (Bakara Suresi, 2:191)

Tövbe ve Islah Fırsatı Vermek:

İnsanlar hata yapabilir, ancak bu hataların sürekli gündeme getirilmesi tövbe etmelerini veya ıslah olmalarını engelleyebilir. Bu yüzden İslam, hataların bağışlanmasını ve kişinin düzelmesi için fırsat tanınmasını tavsiye eder.

Adalet ve İyilik:

İslam, adaleti ve iyiliği esas alır. Bir Müslüman, bir başkasının kusurunu yayarak değil, ona nasihat ederek ve yardımcı olarak davranmalıdır. "Mümin, müminin aynasıdır. Onun eksiğini görür ve düzeltmesine yardım eder." (Ebu Davud, Edeb, 49)

Kendi Günahlarını Unutmamak:

Başkalarının günahlarını ortaya dökmek yerine, insan kendi günahları ve eksikleri üzerinde düşünmelidir. Peygamber Efendimiz bu konuda şöyle buyurur. "Bir insan kendi ayıplarını bırakıp, başkalarının ayıplarıyla uğraşırsa, Allah onu da ayıplarıyla rezil eder." (Tirmizi, Birr, 85)

Sonuç olarak, başkalarının günahlarını veya hatalarını ifşa etmemek, bireysel ve toplumsal huzurun sağlanması için İslam’da önemli bir ilkedir. Bu tavsiye, hem kişinin kendi ahlaki gelişimine hem de toplumun birlik ve beraberliğine katkıda bulunur. İslam, her zaman bağışlayıcı ve yapıcı bir yaklaşım sergilemeyi öğütler. Evet, İslam, kötülüklerin, suçların ve olumsuzlukların ifşa edilmesini genel olarak yasaklar. Bunun temel sebepleri arasında toplumun huzur ve güvenliğini korumak, insanların mahremiyetine saygı göstermek ve bireylerin hatalarını telafi etmelerine fırsat tanımak yer alır. Ancak, bu yasağın amacı kötülükleri görmezden gelmek değil, daha hikmetli ve yapıcı bir şekilde ve uygun yöntemlerle yaklaşmayı sağlamaktır.

Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulur. "Allah, çirkin sözün açıkça söylenmesini sevmez. Ancak bir kimseye zulmedilmiş olursa (o başka)." (Nisa Suresi, 4:148) Bu ayet, olumsuzlukların yayılmasını hoş karşılamaz ancak adaletin sağlanması gibi durumlarda istisnalara yer verir. 

Başkalarının kötülüklerini yaymak, toplumda fitne ve fesada yol açar. Peygamber Efendimiz de bu konuda insanları uyararak, ayıpları örtenlerin Allah katında ödüllendirileceğini müjdeler. Aynı zamanda, kötülüklerin ifşa edilmesi yerine, kötülüğün önlenmesi için bireylerin ıslah edilmesi ve topluma olumlu katkıda bulunması öğütlenir. Ancak adaletin tesisi için mahkemelerde suçların açıklanması gibi istisnai durumlar bu kapsamın dışındadır.

Bu konuda idari tedbirlerin yürütülmesi için RTÜK (Radyo ve Televizyon Üst Kurulu) İletişim Başkanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı’nın gerekli adımları atması önemlidir. Sayın Cumhurbaşkanı’nın iradesi elbette son derece etkili olacaktır. Yasal düzenleme gerekiyorsa da TBMM buna öncelik vermelidir.

Bu bir sansür talebi değildir. Medyanın sorumluluk hassasiyetiyle bilinçli ve faydalı, en azından zararsız yayın yapması beklentisidir. Medyamız bu sorunluluğu dikkate alırsa hiçbir düzenleme veya yaptırıma ihtiyaç kalmayacaktır.

 


 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —