Cumhuriyeti ilan ettiğimiz 1923 yılından bu yana yaşanan darbelerde her zaman dışarıdan bir akıl var olmuştur. Bu daha çok NATO, tabii ki ABD aklıdır. NATO ile sadece ordumuza değil, devletin kılcal damarlarına nüfuz edilmiştir. Karşımıza adeta genleri ile oynanmış, ceberut yönü daha baskın bir devlet yapısı çıkarılmıştır. Yaşananları görmek için zaman tünelinde fazla detay yapmadan biraz dolaşalım.
Adnan Menderes; İngiltere, Irak, İran ve Pakistan’la 1955 yılında Bağdat Paktını imzalar. Karamanlis’le “Birleşik Kıbrıs” devletinin niteliği konusunda 5.2.1959 tarihinde anlaşma yapar ve garantör ülke statüsünü alırız. Ekonomik hamle için sanayi yatırımları yapmak isteyen Menderes’e batılı müttefikler karşı çıkarlar.
Gazeteci Nur Batur, İngiliz gizli belgelerine dayanarak;
Menderes-Amerika kavgası ve 27 Mayıs’a doğru başlıklı bir yazı dizisinde anlatır:
Türkiye’deki İngiliz kaynaklarının Londra’ya verdikleri raporlarda
ABD’nin Menderes ve Zorlu’dan yatırımları durduracak kararlar almalarını, Sanayileşmeden vazgeçmelerini istediklerini belirtiliyordu.
Menderes batıdan destek bulamayınca; Rusya ile temasa geçip kaynak arar.
NATO ve ABD dışı bir arayış onlar için çizgi dışına çıkmaktır. Bundan sonra bir sürü akla hayale gelmedik olaylar olur. Sorsan tesadüf derler. Şu tesadüflere bakalım mı?
Menderes 17 Şubat 1959 Cenevre’ye giderken uçağı düştü ama sağ kurtuldu. Hegemonyaya karşı çıkanın sağ kalmaması gerekiyordu. 1960 darbesi yapıldı.
1961 yılında idam edildiğinde Bağdat paktı dağıldı, Kıbrıs çözümsüzlüğe döndü.
Siyasi cinayetler/kuşkulu ölümler sürecini başlattılar.
Bir başka Not: Eisenhower Vakfının bursu ile Amerika’ya giden, Morrison şirketi temsilciliği nedeniyle Morrison Süleyman olarak adlandırılan, Siyasi hayatında devamlı Mason diye yüklenilen Süleyman Demirel bile: Ne zaman Rusya’ya yanaştıysam iktidardan düşürüldüm demiştir.
Devam: DP’nin varisi olarak kurulan Adalet Partisinin ilk genel başkanı ve eski Genel Kurmay Başkanı Ragıp Gümüşpala otel odasında ölü bulundu. (Tesadüf mü?) Menderes ailesinin üyeleri şüpheli ölümler ve kazalarla siyaset sahnesinden silindiler. 1 Mayıs 1977 kimliği bilinmeyenlerin ateşi sonucu 36 kişi Taksimde can verdi.
7 Mayıs 1977 Ecevit Kontrgerilla hareket halindedir, 1 Mayıs olaylarında parmağı vardır dedi, 22 gün sonra 29 Mayıs 1977 de İzmir Çiğli de Türkiye de sadece üç tane bulunan bir silahla; yakınındaki polis tarafından suikasta uğradı ama sağ kurtuldu.
24 Mayıs 1978 Kontrgerillayı ilk kez dava konusu yapan savcı Doğan Öz öldürüldü. Turgut Özal 1988 kongresinde Kartal Demirağ tarafından salonda suikasta uğradı, Özal yaralı kurtuldu. (Özal arkadaki gücü araştırdı ama ileri gitmedi/gidemedi bu tarihten sonra da cinayetler giderek hızlanmıştır)
1990 yılına gelindiğinde;
31 Ocak Prof. Muammer Aksoy (Atatürkçü üşünce Derneği başkanı)
7 Mart Çetin Emeç (Hürriyet gazetesi genel yayın yönetmeni)
4 Eylül Turan Dursun (İslâm dinini ve Peygamberi eleştiren eski müftü)
26 Eylül Hiram Abas (MİT müsteşarı)
6 Ekim Bahriye Üçok (Laiklik savunucusu ilahiyatçı akademisyen) suikasta uğradı.
20 Eylül 1992 tarihinde Kürt yazar Musa Anter öldürüldü.
PKK, terör, devlet, mafya ilişkilerini araştıran gazeteci Uğur Mumcu gizli belgelere ulaştığını telefonda Turgut Özal’a söyler, Özal’da Eşref Bitlis Paşa ile konuşup köşke gelmelerini söylemiş. Turgut Özal bu bilgiyi Adnan Kahveci ile de paylaşmış.
Bu bilgiye sahip olan dört kişiden;
Uğur Mumcu 24 Ocak 1993 tarihinde arabasına konan bomba ile suikast sonucu,
Mumcu’dan 12 gün sonra Adnan Kahveci 5 Şubat 1993 tarihinde trafik kazasında,
Kahveci’den 12 gün sonra Eşref Bitlis 17 Şubat 1993 tarihinde uçak kazasında. Bitlis Paşa’dan iki ay sonra Turgut Özal 17 Nisan 1993 tarihinde spor yaparken kalp krizi sonucu öldüler!
Bir devlet görevlisi Uğur Mumcu olayı ile ilgili
“Bu tuğlayı çekersek duvar üzerimize yıkılır” demişti.
2 Temmuz 1993’te Sivas Madımak otelinde 37 Alevi aydın yanarak can verdi.
Bundan üç gün sonra 5 Temmuz 1993 tarihinde Erzincan Başbağlar köyünde Sünni 29 kişi katledildi.
Jandarma Binbaşı Cem Ersever, güney doğuda PKK ile ilgili tüm istihbarat çalışmalarını yönetmişti. Eşref Bitlis’in kuşkulu ölümünden bir ay kadar sonra, binbaşı rütbesindeyken, 17 Mart 1993’de 30 arkadaşı ile birlikte görevinden istifa etmiş, kendisine bir şey olursa Hanefi Avcı’ya haber verilmesini istemişti. Ersever, Aydınlık gazetesine anlattıklarıyla ilgili olarak mahkemeye ifade vermek için 24 Ekim 1993’te Ankara’ya gitmiş ve bir daha kendisinden haber alınamamıştı.
1 Kasım’da Ankara Çamlıdere’de sevgilisi Neval Boz’un,
2 Kasım’da Ankara Polatlı’da itirafçı Murat Demir’in
4 Kasım 1993’de Ankara Elmadağ’da Ahmet Cem Ersever’in cesetleri jandarma tarafından bulunmuştu.
Birbirlerini tanıyan bu üç kişiyi kimlerin öldürdüğü bir sır olarak kaldı.
24 Mayıs 1993 silahların bırakılması görüşülürken 33 er PKK tarafından şehit edildi.
9 Ocak 1996 Sabancı suikastı, (İş merkezi 25. Katta Sakıp Sabancı’yı bulamayanlar Özdemir Sabancı Haluk Görgün ve Ayşe Nilgün Hasefe’yi öldürdüler)
3 Kasım 1996 Susurluk kazası,
28 Şubat 1997 Post modern darbe ile batan / batırılan 22 Banka
(İçleri boşatılan kamu ve özel bankalarının, bugünün Deva Partisi Lideri
Ali Babacan’ın tespitine göre Hazine’ye maliyeti 380 milyar liraya ulaşmıştı.)
21 Ekim 1999 Ahmet Taner Kışlalı,
24 Ocak 2001 Gaffar Okan suikastı,
18 Aralık 2002 Necip Hablemitoğlu öldürüldü,
15 Kasım 2003 Sinagog baskını,
20 Kasım 2003 İngiltere konsolosluğu ve HCCB banka saldırı,
9 Kasım 2005 Şemdinli olayları,
5 Şubat 2006 Trabzon’da Rahip Santaro cinayeti,
5-10 ve 11 Mayıs 2006 Cumhuriyet gazetesine bombalı saldırılar,
17 Mayıs 2006 Danıştay saldırısı,
19 Ocak 2007 Hrant Dink suikastı
NATO ve BM (Birleşmiş Milletler) teşkilatları, her ikisi de ikinci dünya savaşı sonrası birer ABD projesidir. (Ne gariptir ki; bugün NATO’dan çıkarım diye trampet çalan bir Trump ABD’nin başındadır) O dönem Yalta’da dünyayı bölüştüler. Adına “Soğuk savaş” dedikleri bir hikâye uydurdular. Rusya’nın başı çektiği SSCB’de birlik üyeleri Varşova Paktı ile kontrol edildi. ABD ise birlikte hareket ettiği ülkeleri NATO ile uyuttu. Birleşmiş Milletler teşkilatı ile de dünyaya tiyatro seyrettirdiler. BM aldığı hiçbir kararla İsrail’i durduramadı. Güvenlik konseyinin 5 daimî üyesinin ittifak etmediği hiçbir karar yürürlüğe konmadı. Konsa bile kararı uygulamada BM’nin kullanabileceği bir silahlı gücü yoktu. İsrail aleyhine alınan bütün kararlar ABD tarafından veto ediliyordu.
İpleri ellerinde tutanalar her dönem bir öcü ile korkutmuştur. Soğuk savaş döneminde kızıl tehlike “komünizm” gelir korkutmasıyla. SSCB dağılınca kızıl renk yeşile döndü. İslâm tehdit dediler. Kurdurdukları örgütlerin El-Kaide, Daiş vb eylemlerine karşın istedikleri halkı Müslüman ülkelere çöktüler. Bizim 28 Şubat cuntası da İrtica tehlikesi PKK’dan daha tehlikeli diyerek sahipleri gibi kırmızıdan yeşile dönmüştü.
Biz Stalin’in tehditleri yüzünden ABD’ye yaklaştık ve NATO ülkesi olduk ama başımıza gelmeyen kalmadı. Her kesime karşı suikast düzenlendi. Yapılan suikastların her biri toplumu kamplaştırıcı amaçlarla yapılmıştır. Kimi sağ sol, kimi Türk Kürt, Ermeni, kimi laik anti laik ayrımcılığına hizmet etmiştir. Saydığım suikastları tek tek kontrol edelim Türkiye’yi parçalamak, insanlarını birbirine düşman etmek için her şeyi yaptıkları görülür. Ne güçlü bir çimentomuz varmış ki; onlar dışarıdan, işbirlikçi vesayetçiler içeriden vurdular amma biz yine ayaktayız. Hem de eskisinden çok daha güçlü!
Bakılması gereken nokta şudur? NATO üyesi bir başka ülkede bizde yaşananlar yaşandı mı? Ayrıca bizdeki gibi her rüzgâr estiğinde; postal ve dipçikle halkını hizaya sokan başka bir devlet var mı? Tarihi birikimini inkâr edip (Reddi miras yapıp) geçmişine küfredenlerin olduğu bir başka ülke gösterilebilir mi?