Biz zamanların en popüler araçlarından Doğan marka otomobilleri bilmeyenimiz yoktur. 90'lı yılların unutulmaz efsane araçlarıydı...
O zamanlar, "Doğan görünümlü Şahin" tarzında ilanları gazetelerde sıkça görürdük.
Araç üstünde yapılan bazı değişikler veya eklemeler sonucunda bir üst model olan Doğan marka otomobillere dönüştürülmeye çalışılan araçlardı bunlar.
Burada amaç; birebir aynısını yapmak değil, yalnızca daha iyi olana, daha güzel olanına benzetebilmekti.
Uzaktan albenisi, makyajı pek bir güzel olan bu araçlara yaklaştıkça anlaşılırdı orijinal olmadıkları.
Hele direksiyona geçip biraz kullanmaya görün. Resmen "Ben aslında sahteyim; göründüğüm gibi orijinal değilim, yalnızca birine benzemeye çalışıyorum!" diye adeta bas bas bağırırdı!
Günümüzde bazı insanlar da öyle değil mi?
Gerçekte öyle olmak değil de, yalnızca öyleymiş gibi görünmek istemiyorlar mı?
Vicdanlı değil ama vicdanlıymış;
Merhametli değil ama merhametliymiş;
Dürüst değil ama sanki dürüstlük abidesiymiş gibi davranmıyorlar mı?
Ne yazık ki evet!...
Hepsinin yüzünde sahte maskeler.
Ama gidin de kendilerine sorun, sanırsınız hepsi birer evliya!
Neyse, biz konumuza dönelim...
Bu sahte maskelerle ortalarda gerim gerim gezinenler, maskeleri olmadan evlerinde bile dolaşamazlar. Çünkü ailelerinden bile gerçek yüzlerini gizlerler. Maskeleri düşmeden de gerçek yüzleri asla görülmez.
Ama bunların tek düşmanı "zaman" dır.
Zaman içinde her şeyleri açığa çıkar. Gerçekten doğan mı, şahin mi; yoksa çakal mı oldukları belli olur.
Doğru ya; gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkma gibi durumu varken, bu kaçınılmaz sonu unutan veya görmezden gelenlerle dolu her taraf.
Ancak ne kadar rol yapsalar da, ne kadar gizlemeye çalışsalar da, ne kadar kandırmaya, yalanları arka arkaya sıralasalar da; eninde sonunda mutlaka duvara toslarlar...
("Yalanlarına, fırıldaklıklarına") Afedersiniz; "Hızlarına" bağlı olarak bu çarpışmadan kimi hafif, kimi ağır hasarla atlatır kazayı.
Kimi ise sağ çıkamaz.
Tam gaz girer viraja.
Yoldan çıkar, hatta öyle bir yoldan çıkar ki; babasının yanında küçücük bir çocuğa "Baban rüşvet alır mı? Hırsızlık yapar mı?" diyecek kadar!
Bu tipler fiziksel olarak nefes alsalar da, gerçekte yaşamadıklarını zamanla ya anlarlar, ya da anlamak işlerine gelmez; canlı taklidi yapıp yüzsüzce bir şey olmamış gibi pişkin pişkin ortalarda gezip dururlar...
Aslında bunlar;
"KURT" görünümlü "ÇAKALLAR" dır!...
(Bu tipi tipleri çakal görse, inanın yolunu değiştirmekle kalmaz, adını dahi değiştirir!)
Toplumların başının belası, hatta vebası olan bu lağım farelerini yok etmeden, salgınla, mikroplarla baş etmek mümkün olmaz.
Bunları araç mezarlığına göndermediğimiz, trafikten men etmediğimiz sürece aslına değil de çakmalarına bakar bakar dururuz.
Ya da Doğan görünümlü Şahin'lerle kendimizi daha çook avuturuz...
Freud' un bir sözüyle yazıma devam edeyim:
“İnsanlar yavaş yavaş inanmamayı, güvenmemeyi, sevmemeyi ve kronik şüpheci olmayı öğrenir. Bu gerçekleştiğinde artık ne yazık ki çok geçtir. İnsanların “tecrübe” dediği şey budur. Kalbiyle bağlantısını kesmiş bir insana “tecrübeli” denir.”
Frued kardeş kusura bakmasın.
Bu çakallar yüzünden kalbimle bağlantımı kesmeye hiç niyetim yok!
Yeteri kadar da tecrübeye de sahip olduk çok şükür..
Bundan sonra fazlası gaz yapar, motor boğulur...
Zaten bu toplum ne çektiyse bu çakmalardan çekmedi mi?
Hâlâ da çekmiyor mu?
Üstüne üstlük bunlar bir de çakar lambalı ise; lazım değil, hiçbiri olmaz olsun!
Bırakın artık doğanı, şahini; serçe bile bize kâfi!
Yeter ki sahte değil, orijinal olsun!
Çakallardan uzakta, sağlıcakla ve sevgiyle kalın.