İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması, Türkiye’de hukuk devleti ve demokratik süreçler açısından yeni bir tartışmayı beraberinde getirdi. Yerel yönetimlerde güçlü bir isim olarak öne çıkan İmamoğlu, terör örgütleriyle bağlantı ve yolsuzluk suçlamalarıyla karşı karşıya. Ancak bu sürecin, siyasi rekabetin adil şartlarda yürütülüp yürütülmediğine dair büyük soru işaretleri doğurduğu aşikâr.
Bu gelişme, özellikle muhalefetin önemli isimlerine yönelik artan baskının bir parçası olarak yorumlanıyor. 2019 yerel seçimlerinde AK Parti’nin güçlü kalesi olarak görülen İstanbul’u iki kez kazanarak büyük bir siyasi başarıya imza atan İmamoğlu, o günden bu yana siyasi arenada önemli bir figür olarak görülüyor. Seçimlerdeki başarısının ardından hakkında açılan çeşitli davalar ve siyasi engeller, demokratik kurumların işleyişiyle ilgili ciddi endişeler yaratıyor.
Son yaşanan gözaltı süreci, uluslararası kamuoyunun da dikkatini çekti. İnsan hakları kuruluşları ve Avrupa Parlamentosu gibi uluslararası kuruluşlar, Türkiye’de muhalif siyasetçilere karşı yargının bir araç olarak kullanıldığına dair kaygılarını dile getirdi. Örneğin, Human Rights Watch Türkiye Direktörü Emma Sinclair-Webb, İmamoğlu’nun gözaltına alınmasını “adalet sisteminin açık bir şekilde kötüye kullanılması” olarak nitelendirdi ve derhal serbest bırakılması çağrısında bulundu.
Öte yandan, gözaltı kararının zamanlaması da dikkat çekici. Türkiye, önümüzdeki dönemde kritik bir seçim sürecine girerken, İmamoğlu’nun adının cumhurbaşkanı adayları arasında geçmesi, bu hamlenin siyasi bir motivasyon taşıdığına dair iddiaları güçlendiriyor. Hukuki süreçlerin, iktidar ve muhalefet arasındaki rekabeti şekillendirme aracı haline gelmesi, demokratik sistemin sağlığı açısından ciddi riskler taşıyor.
Bir başka dikkat çeken konu ise İmamoğlu’nun üniversite diplomasının iptali iddiaları. Türkiye’de daha önce de siyaset sahnesindeki rakiplerin çeşitli yollarla diskalifiye edilmeye çalışıldığı örnekler görülmüştü. Ancak yargının siyasallaşması ve akademik kurumların bu sürece dâhil edilmesi, hukuk devleti ilkelerine duyulan güveni sarsabilecek bir gelişme olarak yorumlanıyor.
Türkiye’de siyasi rekabetin sağlıklı işleyebilmesi için temel demokratik ilkelerin korunması şart. Yargının bağımsızlığı, ifade özgürlüğü ve serbest seçimler, demokrasinin olmazsa olmazlarıdır. Eğer muhalefet liderleri hukuki süreçlerle yarış dışı bırakılmaya çalışılırsa, bu durumun toplumsal kutuplaşmayı derinleştirmesi kaçınılmazdır.
Sonuç olarak, Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması, Türkiye’nin demokrasi yolculuğunda kritik bir dönemeç olarak tarihe geçebilir. Demokratik değerlerin korunması ve hukukun üstünlüğünün sağlanması, yalnızca bir siyasi figürün değil, tüm toplumun geleceğini belirleyecek bir meseledir.
Türkiye, adaletin ve hukukun üstünlüğünün gözetildiği bir demokrasi mi olacak, yoksa siyasi hesaplaşmaların gölgesinde mi kalacak? Bu sorunun cevabı, önümüzdeki süreçte şekillenecek ve yalnızca siyasetçileri değil, tüm vatandaşları doğrudan etkileyecektir.