Sibel BİNGÖL

Tarih: 11.04.2025 10:24

ETRÜKSLER UNUTTURULAN TARİH

Facebook Twitter Linked-in

Adile Ayda, 1974 yılında yayımlanan "Etrüskler Türk mü İdi?" adlı eserinde, Etrüsklerin Türk kökenli olduğunu savunmuştur. Bu görüşünü, Etrüsk dili ile Türk dili arasındaki benzerlikler ve kültürel bağlantılar üzerinden temellendirmiştir. Eser, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü tarafından yayımlanmıştır. ​

Adile Ayda, Türkiye'nin ilk kadın diplomatlarından biri olup, çeşitli uluslararası görevlerde bulunmuş ve Türk kültürü üzerine araştırmalar yapmıştır. Etrüskler üzerine yaptığı çalışmalar, Türk tarihine dair alternatif bakış açıları sunması açısından önemlidir.

12 yıl önce Hulki Cevizoğlu’nun sunduğu Ceviz Kabuğu programının konuğu Halûk Tarcan, 1925 yılında Şanlıurfa'da doğmuş Türk halkbilimci, araştırmacı, yazar. Tarcan şöyle diyor: “Etrüsk Türk Medeniyeti, Avrupa’da Latin alfabesini Avrupalı’ya öğreten bir medeniyettir.” 

 

Genetik bilimle dünyaca kanıtlanmış Türk medeniyetinin 12 bin yıllık geçmişinin varlığının kanıtlarını bilimsel olarak yıllar önce belgelemişken, bu bilimsel kanıtlar neden hâlâ ders kitaplarımızda yok? Yunanlılar değil, ilk alfabe Türklerin. Bizim tarihimizi 1941 yılında Etrüskler’i ders kitaplarımızdan çıkaranlar, Yunan Roma tarihini yerleştirdiler. Düşününce, zihinleri boşaltıp kendi istedikleri bilgileri bize benimsettiler. Ve biz, bu kadar kanıta rağmen eğitimde reform hâlâ yapmıyoruz; neden? Bunun cevabını kim verecek?

Neden emperyalistlerin hedeflerine maruz kalan bir millet oluyoruz? Kendi tarihimize sahip çıkmalıyız. Hunların “H”s’i dahi tarihte yokken, medeniyet kuran köklü bir tarihe sahibiz.

 

Şimdi soru şu: Neden Anadolu’ya en son geldiğimiz tarih 1071, bize okullarda ilk geldiğimiz tarihmiş gibi anlatılıyor? Çünkü amaç, bizim tarihimizi alıp bizi bu topraklardan kovmak! Anadolu’dan Türk’ün adını ve varlığını silmek. Cumhuriyetin temel ilkelerini silmeye kadar cesaret gösterenlere karşı yüzümüzü Suudi Arabistan’a ya da Afganistan’a değil, bilime dönmeliyiz. En önemli kanıt genetik bilim ve arkeolojik kazılar. Dünyaya medeniyeti ilk getiren Türkler olduğuna artık bilim mührü basıyor. Bundan sonra dünyaya kardeşliği ve barışı, bilimle medeniyeti getirip emperyalistlere meydan okuyabilecek seviyede kendimizi toparlamamız gerekiyor.

 

149 yıllık yankı!

90’larda bilgisayar kursuna gitmiştim; ekranda başka bir öğrencinin notu çok ilgimi çekmişti, Türkçe yazıyordu fakat tam olarak ne yazdığını anlayamıştım. Bir kâğıda yazıp, cebime koyduğum cümle şöyleydi:

‘’Kitab-ı zulme kaldı gezdiğin nâzende sahrâlar

Uyan ey yâreli şîr-i jeyân bu hâb-ı gafletden.’’

(Gezdiğin nazlı sahralar zulmün köpeklerine kaldı.

Uyan ey yaralı kükreyen aslan, bu aymazlık uykusundan. Namık Kemal)

 Şiir, Vakit gazetesinin 2 Haziran 1876 tarihli nüshasında yayımlanır ve kısa zamanda büyük bir yankı uyandırır.)

 

Her fırsatta yazıyorum, Türk bilinciyle Milli Mücadele yıllarında başardığımız gibi, milli bir şuurla bunun üstesinden gelebilecek altyapı bizim genlerimizde var. Biz bunu başarabiliriz. Geleceğimize, çocuklarımıza sahip çıkarak, aydınlanmış gençlerle yurdumuzu koruyabiliriz. Bunu yapmak zorundayız; bu vatana 15 yaşındaki çocuklarını şehit veren atalarımızın genlerini taşıyoruz. Şimdi de emperyalistler bizi bizimle vuruyor. İşgal altındayız, gençlerimiz başka ülkelere kaçma planları yapıyor. Daha ortaokul öğrencimiz bu ülkede okumak istemiyor. Beyin göçü yaşıyoruz. Topraklarımızı parayla satıyoruz. Uyanmalıyız! Gerçekten süslü püslü yazıp yeni kuşağın dediği gibi ‘’edebiyat kasmıyorum’’, 1941’de bizden tarihimizi çalanlara meşhur Osmanlı tokadı atmalıyız. Bizim 14 bin yıllık geçmişimizi sildiler. Türkler derin uykudan uyandı dedirtelim, emperyalistler hemen kılıf değiştirir.

 

Namık Kemal’in bahsettiği o kükreyen aslanı, neden şimdi Bozkurt’u anarşist diyerek yasaklayanlara göstermiyoruz? 6. filo meselesi ne kadar acı bir hadise! Kırılma noktalarımızı idrak etmeli ve bir, beraber olarak kardeşçe birbirimize, dilimize, tarihimize sahip çıkmalıyız. Avrupa, Vatikan tarafından aldatıldığını anlayınca Rönesans yaptı. Biz şimdi Atatürkçüyüm, Kemalist’im diyenlere bakıyoruz; aslında kendi bile farkında değil, ‘’Atatürk’’ deyip İsmet İnönü’nün bayrağını taşıyor.

 

Bu ülkeye ne olduysa 1941’de Etrüsk tarihini ders kitaplarımızdan çıkartarak oldu, başlangıç noktası bu. Atatürk bilim, fen derken bize,  300 yıl sonrayı planlayarak büyük adımlar attı. Tarihimizi araştırmamızı, sahip çıkmamızı emretti. Atatürk ölür ölmez, 300 yıl geriye götürecek adımlar atıldı.

 

Şimdi elimizde bilimsel gerçekler var ve biz hâlâ 1071’de Anadolu’ya geldik diye seviniyoruz.

 

Bize öğretilen 1071. Öncesi yok ya da bize biçilen elbise bu. Etrüks Türk Medeniyetinin genetik bilimle kanıtlandığını dünyada herkes biliyor; sadece biz bilmiyoruz bu medeniyeti ve başlangıç noktasından bütün tarihi geçmişimizi Fethiye Sarper Erdemgil’in yazdığı Savaşın ve Barışın Ustaları kitabında ayrıntılı bulabilmek mümkün. 

 

Yeni yeni sosyal medyada tanıyoruz, duyuyoruz: rahmetli Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, hayatını adamış bu uğurda.Türkçenin sistemli biçimde eğitimden ve kamusal alandan uzaklaştırılmasının, Türk milletinin kimliğini zedeleyeceğini savunur.Onun konuşmalarını da dinleyince bilimin tek bir dili var: O da gerçekler. Bu insanlara ve tarihimize sahip çıkmalıyız.

 

‘’Bir dil, bir insan’’ psikolojisinden çıkıp, daha konuşmaya yeni başlayan kreşlerdeki çocuklarımıza İngilizce şarkı söylüyor diye mutluluktan ağlayacağımıza, oturup halimize ağlayalım; Türkçe elden gidiyor, yarım yamalak İngilizce konuşuyoruz. İki defa iyi derecede İngilizce öğrendim diye kurslar belge verdi; zamanı ve param gitti. Sanırım bizim bütün tecrübelerimizin bedeli sadece manevi olmuyor, birçoğuna para da veriyoruz.(!) Hangimiz kurslarla kendimizi yeterli buluyoruz? 

Öğrenelim, kendimizi her alanda olgunlaştıralım fakat neden merkezimize yabancı dilleri öncelikli alıp köklerimizden uzaklaşıyoruz? Çocuklarımıza, daha konuşmaya başlar başlamaz, kreşlerde ana sınıflarında İngilizce eğitimi neden veriliyor? Bizim kadar zengin bir dile sahip olup onu en fakir şekilde kullanan bir ülke daha yok. Araştırın, bakın hangi ülkede kreşlerde yabancı dil eğitimi var? Yok.

 

Üstelik bilim kanıtladı: Dünyaya dili, yazmayı, hukuk kanunlarını ilk Etrüsk Türk Medeniyeti öğretmiş. Biz, İngilizce’nin peşine düşeceğimize, bir zahmet onlar köklerinde Türkçe olduğunu biliyorlar, ülkemize gelmeden öğrensinler dilimizi. Biz malımızı daha çok satalım, dükkânımız turist dolsun ya da havalı diye tabelalarımızı yabancı sözlerle asma özentisinden vazgeçelim, yabancı para birimleriyle satıştan vazgeçelim. Ayrıca, bizim paramız dünyada hiçbir bankada geçmiyor? Neden yurtdışına çıkmadan Dolar-Euro’ya kendi ülkemizde paramızı bozduruyoruz? Bizim paramız neden pul oldu? Bizi de toz yapmayı planlıyorlar. Durup bütün bunları etraflıca bir analiz etmeliyiz. 

 

Hepimiz en az lise mezunuyuz, peki Çin Kumanları, Göller Bölgesi Kumanları hangimiz biliyoruz? Hadi diyelim, onlar çok geçmiş; Kuman? Ya Kuman ne demek? Daha yakına gelelim, Köktürkler. Neden Göktürk diye biliyoruz? Yöresel dillerde kardeşe ‘’gardaş’’ dememiz gibi mi değişmiş Köktürkler? Yoksa köklerimizi göklere çıkarıp, sonra da uçurmuşlar mı? Bize düşen ne? Artık fark etmeliyiz. Neden bu çağda bizler varız? Biz bu hayata, ülkemize ne katabiliriz? Bütün bu gerçekleri duyup kör-sağır yolumuza nasıl devam edeceğiz? Ömrümüz boyunca sadece bir ev almak için, emekli mutlu hayat planları yapmak için gelmiş olamayız. Biz huzurlu bir hayat planları yaparken torunlarımızı ne bekliyor olacak? Elin Amerikalısı, bugün 12 bin yıl önce atalarımız Kumanların Ulukurt’unun genetiğinden alarak, 3 Ulukurt’a hayat veriyor, bütün dünyaya tanıtıyor; biz o kurtları ağzımızı açarak haber bültenlerinden sadece seyrediyoruz. Çok üzücü…

 

Hiçbir dilde olmayan en güzel sözümüz ‘’Gönül’’. Şimdi gönül birliğimize ihtiyacımız var. Tek bir doğru var: Etrüsk Türk Medeniyetini tekrar ders kitaplarına kavuşturmak, koloni eğitime dur demek için bu ilk adım şart!

 

Ceviz Kabuğu programında, Hulki Cevizoğlu’nun Haluk Tarcan’la birlikte bir konuğu daha var: İzmir Barosu Başkanı Nevzat Erdemir. Haluk Tarcan, ‘’Roma Hukuku doğrudan doğruya Etrüsklerden geçmiştir, Türklerin ‘’Ateş Kültü’ dedikleri hukuktur,’’ diyor ve çok etkilendiğim bir sözle Hulki Cevizoğlu konuğuna dönüyor ve ‘’Aman Allah’ım, evet Baro Başkanımız burada yıllarca Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde kalın kalın Roma hukuku ciltlerini okudular, aslında Türklerin Ateş Kültlerini okumuş oldular’’ diyor.

 

Ziyandayız… Atalarımız, ‘’Zararın neresinden dönersen kardır’’ demişler. Daha da geç kalmadan uyanmalıyız…

 

Tarihin en kadim halklarından biri olan Türklerin izini sürerken, İskitlerden Hunlara, Köktürkler’den Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan büyük bir devamlılık görüyoruz. İskitlerden doğan boşluğu Hunlar doldurdu ve yeni bir düzen kurdular.(İskitler konusu da tarihte en fazla yalan yanlış bilgilerin tarihçilerin tartıştıkları bir konuymuş. Kaynaklarda farklı adlarla da anılıyor: Scythians-İngilizce kaynaklarda, Skythoi / Σκύθαι-Antik Yunan kaynaklarında, Saka-Pers kaynaklarında ve bazı Türkoloji çalışmalarda) Bu dönemde, daha sonra Ostrogot olarak anılacak Oğuz Tungutları da Hunlarla birlikte yöneldi. Bu devletin merkezinde Göller Bölgesi Türkleri bulunuyordu ve bayraklarında kutsal yılan yer alıyordu. Hunlar, Fransa’dan Kore’ye kadar uzanan büyük bir imparatorluk kurdular.

 

İlerleyen süreci Fethiye Sarper Erdemgil, Savaşın ve Barışın Ustaları kitabında şöyle anlatıyor: ‘’Doğuda Çin sınırında bulunan Çin Kumanları, Çin’in artan nüfusu karşısında zor durumlara düştüler. Büyük gayretlerle toparlanmaya çalıştılar ve içinde bulundukları durumdan kurtulmak için yeni bir devlet düzeni düşündüler. Türkçe konuşan herkesi içine alan, konuşmayanları dışarıda bırakan; tarihteki ilk dile dayalı millî devleti kurdular. Bu devlete Köktürk Devleti ismini verdiler. Köktürk İmparatorluğu’nun kurulmasıyla Hun Devleti dağılacaktır. Yılan resimli bayrağın yerini Çin Kumanlarının kurt başlı bayrağı alacaktır. Başarıyla başlamış olsa da, bu fikir sonunda başarısız oldu. Planlı yapılmış bir hareket ve bu büyüklükteki ilk sosyal denemedir.’’ Diyor ve devam ediyor 

 

Köktürk İmparatorluğu, Osmanlı ve Selçuklu gibi bir hanedanın ismi değil, bir milletin tamamının antropolojik adı olarak kullanılmıştır. İlk defa “Türk” ismi, bir insan topluluğunun A’dan Z’ye kadar verilen ortak kimliği olmuştur. Turakerler, bu ismi Turanlı Tuğran İmparatorluğu’ndan geldiklerinivurgulamak için kullanmışlardır.

 

 Köktürk İmparatorluğu’nun önemi ve sonucu Türkiye Cumhuriyeti’dir.

Avrupalıların “Bozkurt” dediği Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti, Köktürk İmparatorluğu’nun tarihsel bir devamıdır. Her iki dönemde de Türkler köşeye sıkışmıştı. Bilge Kağan, Türkçe konuşmayan herkesi dışlarken; Atatürk, “ulus” kavramı çerçevesinde ümmet anlayışının da ötesine geçerek bu topraklarda yaşayan herkesi “Türk milleti” kimliği altında kardeşliğe davet etti. Aradaki en temel fark, Bilge Kağan’ın ayrıştırıcı diliyle Atatürk’ün birleştirici ulus bilincidir. Atatürk’ün inşa ettiği bu bilinç, çağdaş değerler üzerine kuruludur. Bu fark, onu yalnızca bir devlet kurucusu değil, aynı zamanda evrensel ölçekte bir lider yapan özelliktir.’’ Diyor Erdemgil.

 

Namık Kemal’in Hürriyet Kasidesi’nde dediği gibi:

‘’Ne gam pür âteş-i hevl olsa da gavgâ-yı hürriyet

Kaçar mı merd olan bir cân için meydân-ı gayretden’’

(Hürriyet mücadelesi ürkütücü bir ateşle dolu olsa da ne gam.

Yiğit olan kişi bir can için gayret meydanından kaçar mı?)

 

Zihinleri boşaltıp kendi tarihini unutturmak; işgalin en sinsi hâlidir.

Ve bu işgal bazen dışarıdan gelmez. Bazen kendi kendimizi vurarak olur. Charly Hebdo 6 Şubat'ta alçakça bir karikatür çizdi:

“Tanka tüfeğe gerek kalmadı” dedi.

Acı olan şu ki: Eğer biz kendi tarihimize, dilimize, kimliğimize sahip çıkmazsak…

Gerçekten de hiçbir silaha gerek kalmayacak. Çünkü biz, kendimizi içeriden susturmuş olacağız.

Rahmetli Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu'na göre dil, bir milletin düşünme şekli ve dünyayı algılama biçimidir; bu yüzden yalnızca bir iletişim aracı değil, aynı zamanda bir kimliktir.

"Bye Bye Türkçe" kitabında, yabancı dille eğitimin emperyalist bir araç olduğunu ve bu yolla milletlerin zamanla köleleştirildiğini belirtir.

Sinanoğlu, “Bir milleti yok etmek istiyorsanız işe önce diliyle başlayın” diyerek, dilin kültür ve bağımsızlık açısından hayati önemine dikkat çeker.

Ona göre dilini kaybeden bir millet, önce düşünme yetisini, ardından ise tarihini, bilincini ve geleceğini kaybeder.

 

 

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —