Latince bir ifade…
Eski Roma’nın kudretli imparatorlarından Augustus’un da, Titus’un da şiar edindiği bir söz.
“Festina lente.”
Türkçesi: Yavaşça acele et.
Bu ifade yalnızca zamanın ritmine dair söylenmiş basit bir öğüt değildir. Hâlâ dağcıların zirveye tırmanırken rehber bellediği bir pusula, hayatın telaşıyla aklın vakarı arasında kurulmuş ince bir köprüdür.
Çünkü insan ya haddinden fazla acele ederek düşer ya da haddinden fazla ağır davranarak fırsatın kapandığını görür. Hikmet, bu iki uç arasında saklıdır.
Bizim kadim kültürümüzde de benzer bir denge hep tavsiye edilmiştir. “Acele işe şeytan karışır” derken, öte yandan “Demir tavında dövülür” diye tembih edilir.
Yani vakti gelince cesur davranmak, fakat aklı da yanına almadan hiçbir işe girişmemek…
İşte “Festina lente” tam burada nefes alır.
Aceleyle Çürüyen Hayatlar, Yavaşlıkla Kaçan Fırsatlar
Bugünün dünyası, insanı zamana karşı koşmaya zorluyor.
Bildirimler, hedefler, yarışlar, rekabet…
Herkes bir yerlere yetişme telaşında. Fakat bu acelecilik, çoğu zaman düşünmenin zarafetini, tefekkürün ağırlığını yok ediyor. İlişkilerde sabır kalmıyor, ticarette strateji, siyasette basiret…
Sonuç ortada...
Yüzeysel hayatlar, derin olmayan bağlar, çabuk tüketilen değerler.
Öte yandan, temkinle karıştırılan atalet de başka bir tuzak. “Aman bekleyelim, aman acele etmeyelim” diye diye fırsatlar gidiyor. Milletçe bazen, yapılması gerekeni zamanında yapmayarak bedel ödüyoruz. Cesareti geciktiren tereddüt, çoğu zaman pişmanlık getiriyor.
Demek ki mesele ne hızlı olmak, ne yavaş. Mesele, ne zaman hızlanacağını, ne zaman yavaşlayacağını bilmek.
Bir dağcıyı düşünün…
Zirveye ulaşmak için adımlarını bilinçli atar. Bir süre hızlanır, sonra durup nefeslenir.
Çünkü bilir ki ritmini kaybeden, dağın değil nefesinin esiri olur.
Devlet aklı da böyledir, millet iradesi de, insan hayatı da…
Bizim ruh kökümüz, dingin bir kararlılık ister. Panikle değil, imanla, akılla ve sabırla yürüyen bir irade. Türk’ün vakarını belirleyen de budur aslında. Tutkulu ama aceleci olmayan, vakur ama ağırkanlı da olmayan bir denge.
İşte bu yüzden, kendimize ve gençliğimize şunu hatırlatmak zorundayız;
Ne fırsatları elinden kaçıracak kadar yavaş ol,
ne de hataya sürüklenecek kadar aceleci…
Harekete geç, fakat hesabını yap. Cesur ol, fakat şuursuz değil. Bekle, fakat uyuşarak değil, olgunlaştırarak…
Evet, hayat bir yarış…
Fakat koşarken yönünü kaybeden, bir gün mutlaka duvara çarpar.
Bizim ihtiyacımız olan, telaşsız bir kararlılık, tantanasız bir güç, gösterişsiz ama derin bir iradedir.
Kendi payıma düşen söz şudur;
Zamanın hakkını vermeyi bil. Ne zamandan çal, ne zamana teslim ol.
Ve unutma.. Allah, ölçü üzere hareket edeni utandırmaz.
“Festina lente.”
Yavaşça acele et…
S. Tarkan Bozkurt
