[Yazdığım bu hikâyedeki kişi yada kişiler, tamamen hayal ürünüdür. Ayrıca hiçbir kurum ya da kuruluşla ilgisi bulunmamaktadır.]
İKİ (ARTI BİLMEM KAÇ) KİŞİLİK "KOLTUK KAPMACA OYUNU"
DÖRDÜNCÜ PERDE
Yer: Çok çok gizli bir yer.
Zaman: Gizli olmayan bir yıl.
(2018 yılı başları.)
* * * *. * * * *
–Efendim, beni emretmişsiniz!
–Efendim! Beni daha önce emretmişsiniz.
–Hah! Geldiniz demek. Salon büyük ya, yanıma gelene kadar fark edemiyorum kimseyi..
Buyurun, beyler, buyrun. Geçin şöyle oturun.
–Efendim, beni daha önce emrettiginiz için izin verin, ilk önce ben oturayım. Sıhhat İşleri Nazırı benden sonra otursun kucağınıza, şey koltuğa diyecektimdi, yanlış oldu...
–Efendim, lüzumsuz işler, pardon; Haricî İşler Nazırımız gördüğünüz gibi, benimle sürekli uğraşıyor. Geçen Nazırlar Kabilesi'nde, şey Kabine diyecektim şey oldu, neyse... Tam koltuğuma oturacakken sen kalk, habersizce arkadan koltuğumu çek! Yere sırtüstü yapışıverdim valla. Bütün Nazırlar gülme krizine girdikleri için toplantıyı iptal etmiştiniz, hatırladınız mı? Çıkarken de "Sizin oturduğunuz koltukları bir güzelce silerim, aklınız çıkar!" diyerek toplantı salonunu terk etmiştiniz. Bunlara hep neden Sayın Huylu'dur!! Bu yüzden mahsuru yoksa, izin verin de bugünlük koltuğunuza ben oturayım. Çünkü Sayın Huylu yalnızca sizin koltuğunuzu altınızdan çekemez valla.....
Oh oh! Hadi yiyosa yap hadi, yap hadi lan!! Yemedi di mi paçan?
–Geçmiş olsun, hımm omuzun bu yüzden mi alçılı senin?
–Hayır Efendim. Bu Sayın Huylu, kimi, neden, niçin, ne zaman, nasıl, nerede görse omuz atıyor. Valla bütün Nazır arkadaşlarımızın omuzları sakat. Hayır madem illa da omuz atacaksın, bari sol omuza at ki insanlar sağ ellerini kullanabilsin diyoruz. Diyoruz da, dinleyen kim? O yine sanki özellikle yapıyor gibi, herkese sağdan sağdan omuz atıyor. Bundan sebep, bütün Nazırlar omuzlarından sakatlandı! Hiçbir evraka imza atamıyorlar, bu Huylu'nun yüzünden sistem kitlendi yahu!! Omuz yiyen de hastaneye, yanıma geliyor. Nazırların omuzlarını tedavi etmekten, vatandaşa bir türlü sıra gelmiyor. Efendim, hastaneler randevu veremez hâle geldi.. Ben de işimi garantiye almak için buraya gelmeden önce, bir güzel omuzumu kat kat alçıya aldırdım. Ortaçağ savaşçıları gibi oldum yani.. Malum, her gün sabah akşam durmadan ameliyatlara giriyorum! Yani sağ kolum ve elim bana lazım oluyor!.....
Hadi ulan! Şimdi omuz at da göreyim! Hadi, hadi gel! At, at da gör ebenin....!
–Valla alemsin! Yahu ebelerin tümü sende! Bizim ebe gördüğümüz mü var sanki? Sayın Boca, sen her gün bolca bolca görüyorsun! Aaa! Nasıl da kafiyeli oldu? Boca, bolca bolca!
Hah ha ha! Öhö, öhö..
Affedersiniz efendim. Ebe deyince dayanamadım da...
–Beyler! Başlatmayın şimdi kör ebenizden!... Benim de bayramlık ağzımı açtırmayın!
–Aa, Efendim bugün bayram mı?
Ee, biz neden çalışıyoruz, tatil yapmıyoruz o zaman? Valla çift mesai yazacam bilginiz olsun...
–Ne bayramı, seyranı ulan Sayın Huylu?! Hem sana her gün bayram! Senin bütün işlerini ben yapıyorum zaten!! Neyse, ya sabır, ya sabır!!
İkiniz de bana bakın! Çok gizli ve önemli bir operasyonumuz var. Şimdi güzelce anlatacaklarıma odaklanın.
–Efendim, ben zaten çok hassas, çok kritik bir operasyondan yeni çıktım.
–Ne operasyonu ? Senin ne işin var operasyonlarda? O, Huylu'nun işi yahu!
–Prostat operasyonu efendim, Ha, az oldu, o kadarcık yetmez; hepsini temizle diyorsanız, hastanın geriye kalan takım taklavatı, neyi var neyi yok; onları da iki dakkada alıp geleyim, Efendim!
–Yok yok, elleme sakın. Onlar yerinde kalsın.
(“Bu da nasıl doktor olmuş? Nasıl Nazır olmuş yavv?..............
Ulan Nazır ben yaptım ya, benden başka kim yapacak ki? Boş bi anıma denk geldi demek. Neyse...”)
Haricî İşler Nazırı Sayın Huylu; bırak şimdi bayramı, omuz atmayı, kıvırmayı falan da, şimdi beni iyi dinle!..
Afrika'ya bir şahıs göndereceğiz. Bu şahıs, oradaki çok önemli olan diğer şahsı almamız için bir yem. Biz bu yemi yerlilere yutturduktan sonra her ikisini de sağ salim paketleyip, ülkeye geri getireceğiz. Ayrıca bazı emanetleri de yerlilere teslim edeceğiz. Onların neler olduğunu yazar, senin telefonuna gönderirim.
Gerekli hazırlıkları bir an önce yap!
–Ben izninizle çıkayım o zaman.
–Tamam, sen çıkabilirsin. Operasyon sabah saat beşte başlayacak.. Ona göre her şey hazır olsun. Uçaklar, helikopterler, tanklar, toplar ne varsa; hepsi bu operasyona dahil edilsin. Hiçbir aksilik istemiyorum, ona göre!
–Efendim, operasyonun adı bana dün bildirildi. "Kepekli Erişteyi Damların Üstünde Şafakta Kurutma 88888 Habitat Bir Buçuk Porsiyon”.
–Ne saçmalıyorsun sen be adam? Ne eriştesi, ne damı, ne porsiyonu!?
Sen talimatları böyle mi anlıyorsun ulan? Kim söyledi sana bunu?
–Efendim, talimat yazılı olmadığı, sözle bildirildiği için aradaki onlarca telefon silsilesinden sonra; ben olsa olsa, böyle bir şeydir diye düşün...
–Bana bak! Huylu musun, huysuz Virjin misin, her neysen?! Sen düşünme! Benim talimatlarımı yerine getir, o kadar! Bak, bu çok gizli operasyonu da böyle anladığın gibi yapacak olursan, eline yüzüne bulaştırırsan; valla seni yüz katlı binanın camından aşağı bi sallandırırım ki, bacaklarındaki o kıllar kel kafanda çıkar! Anladın mı beni!?? Dediklerimi unutma! Hiçbir aksilik istemiyorum, o kadar! Detaylar şu notta yazılı. Hadi sen çık!
Ha, operasyonun adı da şu, duy da öğren!:
“Hedef Enişteyi Yamyamların Elinden Şafakta Kurtarma 888 Operasyon Tatbikatı!"
Tamam mı anladım mı!?
–Çok iyi anlaşıldı Efendim!.
Şey, müsaade ederseniz Sayın Boca'ya bi omuz atsam da öyle gitsem. Valla böyle beyazlar içinde görünce çok bi şey oldum, yani pek bi canım çekti ya! Gelinlik giymiş ebeler gibi yani...
–Başlatma şimdi omuzundan, leğen kemiğinden!
Hadi selametle, selametle!
(“Bunu bir dakika durdurmam, görevden hemen alırım da; bizim Yaşlı Bilge pek bi seviyor. Neyini seviyorsa, vallahi evlat olsa sevilmez be!!”)
–Anlaşıldı Efendim. Siz haşlamadan, şey yani sövmeye başlamadan ben tüyeyim..
Sayın Huylu, ikibin metrekarelik salondan dışarı çıkar....
–Sayın Boca, hazır kimse yokken, sana çok önemli bir görev vereceğim.
–Emriniz olur Efendim!
–Bu operasyon için en iyi plastik cerrahlarını, en iyi doktorlarını seferber etmeni istiyorum.
–Seferberlik mi çıktı, ne zaman?Benim neden haberim yok?
–Ulan ne seferberliği be! Ben “bağım dağılıyor” diyorum, sen ”bağsurum ağrıyor!” diyorsun!
–Aaa! Siz de mi biliyorsunuz?
–Neyi?
–Bağsurum olduğunu..
–Ulan Sayın Boca! Başlatma şimdi bağsurundan, nasırından, prostatından!
–Özür dilerim Efendim, buyrun sizi can kulağı ile dinliyorum.
– Bana bak, iyi dinle! Yoksa bağsurunu şey öhö, yoksa aklını alırım! Tövbe tövbe!.........
Bak! Sana çok önemli bir hasta yolluycam. Bu yüzden en iyi hekimlerini görevlendir. Bir aksilik istemiyorum. Yalnız bu çok gizli ve önemli bir görev. Şahsın kimliği ve bu operasyon gizli tutulacak, kimsenin haberi olmayacak!. Anlaşıldı mı?..
–Anlaşıldı Efendim.
–Güzel. Bak hastanın fotoğrafı da bu.
–Aaa, Efendim bu bizim CinAli beyin oğlu değil mi yaa? Hani hem yardım sever, hem barbut sever, azıcık da manken sever olan yani..
–Tabi canım, mankenleri kim sevmez ki? Öhö öhö şey, evet o! Ta kendisi! Bak dediğim gibi, hiç kimsenin bu operasyondan haberi, bilgisi olmayacak!
–Şey, aslında sorun olabilir..
–Ne sorunu??
–Siz çok gizli, hiç kimsenin bilgisi olmayacak diyorsunuz ama?
–Ne var sorun olacak be adam? Ağzındaki baklayı çıkarsana!
–Siz de çok iyi biliyorsunuz. Bütün hastaneleri sizin talimatınızla özelleştirdik, Efendim!
–Ee, fena mı ettik? Onlarca para kasamıza, şey bütçeye girdi yahu? Sen de Bay Cemal gibi saçma saçma konuşma ! Bir de bu işin başındaki Nazır olacaksın güya!!
–Efendim çok iyi oldu, iyi oldu da durum şöyle ama...
Bu, "UcuzaKapat-Kâret-Şükret-Aynen Devamet-SonradaYoket” sistemi ile Nazırlığın elinde hiç hastane kalmadı. Ben bile boşa çıkacam nerdeyse. Artık sağlık hizmetinin çoğunu benden; şey, yani özel sektörden alıyoruz. Bu operasyonu nasıl gizli tutacağız söyler misiniz lütfen? Bu hiç mümkün görünmüyor, sağır sultan bile anında duyar valla!!
–(“Hımmm. Bunun da bazen kafası çalışıyor, hakkını vereyim.”)
Haklısın. Peki ne yapalım, bir önerin var mı?
–Bu operasyonu benim hastanede sorunsuz bir şekilde, hiç kimsenin haberi olmadan pekâlâ yapabiliriz. Siz uygun görürseniz tabii...
–Tamam, tamam. Hemen başla o zaman.
–(“Böyle bir fırsat, benim ayağıma kırk yılda bir gelir. Sen beni saf sanıyorsun ama yanılıyorsun beyim!”)
Ancak siz de taktir edersiniz ki; size bu iş biraz pahalıya patlar, Efendim!
–“(Fırsatçı seni. Bu iş bitsin, ben sana sormaz mıyım lan?”)
Elbette, elbette ya.. Sen merak etme. Gereken ne ise yapılır. Ameliyat detayları bu notta yazılı, al! Tam üç saatin var. Üç saat sonra bu iş bitsin. Beni de an be an bilgilendir, tamam mı?
–Efendim çok önemli bir konu daha var..
–Ha doktor, hemşire, hasta bakıcı açığını diyeceksen, çalışma koşullarını falan söyleceksen, o iş daha sonra. Burada çok daha önemli bir operasyondan söz ediyoruz.
–Yok, o değil Efendim..
–Ne ya peki? Afganlı, Suriyeli, Pakistanlı doktorların hâlâ dilimizi konuşamadıklarını mı söyleyeceksin yoksa?
–Yok, daha da önemli. Hem bana ne bunlardan? Beni ne ilgilendirir ki?
–Nedir kardeşim çıkarsana şu ağzındaki baklayı!
–(“İkidir bakla diyor. Nereden biliyor öğlen bakla yediğimi? Yoksa beni de mi izletiyor? Eyvah eyvah! Çok dikkatli olayım, bu yapar mı yapar valla!”)
Efendim, tüm bu işlemler için fiş veya fatura kesecek miyim?
Ona göre fiyat değişiyor da. Malum KDV'si, ÖTV'si, Motorlu Taşıtlar Vergisi, Muhtasarı derken; cebimizde bi şey kalmıyor valla! Ha, bir de ödemeyi lütfen nakit alayım. Geçen seferki ödemeyi oğlunuz beyefendi senetle yaptıydı, seneti gününde ödemediği gibi tahsil edene kadar babam, şey anam ağladı. Kredi kartındaki komisyon oranları da ortada, çok fazla tutuyor. Hem benden çok daha fazla kazanıyor bu kankalar, şey bankalar.
–(“Vay çakal vay! Gözün doysun gözün! Hele şu işler hayırlısıyla bi bitsin, ben sana gösteririm ; KDV'yi, ÖTV 'yi! Sen dur dur!!! Nebati yağın memurlarını sana bir göndereyim de, sen gör! Vergi kaçırırsın ha!!”)
Anladım, anladım. Fişe, faturaya gerek yok, ödemeyi de nakit yaparız, tamam.. Hadi sen bir an önce işinin başına dön ve beni sürekli bilgilendir!
Bak! Hiçbir aksilik istemiyorum, yoksa senin o hastaneni başına yıkarım. Anlaşıldı mı?
–Anlaşıldı, baş üstüne Efendim! İzninizle...
–Hadi selametle, selametle..
* * * * * * * * *
Aradan iki saat geçer ancak arayan olmaz.
–Kızım, bana Sıhhat İşleri Nazırı'nı bağlayın, hemen!
(“Kaç saat oldu, bu adamdan hiç ses çıkmadı. O kadar da ara diye tembihledim. Bir aksilik yoktur inşallah”...)
–Hah Sayın Boca! Neden bu saate kadar aramadın be kardeşim? Meraktan patlıycam!
–Efendim hürmetler, saygılar...
–Sen de kimsin be? Nazır bey nerede?
–Efendim bendeniz, hastane başhekimi, operatör doktor Baydar Dümen!
–Memnun oldum da Sayın Boca nerede?
–Sayın Nazır birazcık istirahatteler Efendim!
–Ne istirahati bu Hekimbaşı? Sırası mı şimdi bunun!??
–Efendim birazcık kestiriyor.!
–Neresini kestiriyor yavv? Yoksa sünnet olmamış mı hâlâ bu yaşa kadar? Tövbe tövbe!!
–Yok, kestirmek derken; öyle içi geçti, biraz daldı demek istemiştim Efendim!
–Yav biraz içi geçti daldı da demek!!?! Ben şimdi oraya bi gelirsem ona bi dalarım, hayatının sonuna kadar unutamaz!! Bana bak hemen kaldır şunu, yoksa hepinizi...
–Şey, Efendim, mecburiyetten daldıydı..
–Mecburiyetten daldıydı da ne demek lan? Bana bak dümeni sana bir kırarım......
–Mecburen uyudu Efendim!
–Ulan uyumanın mecburisi nasıl oluyor? Hepiniz beni çıldırtmak mı istiyorsunuz?
–Şöyle arz edeyim Efendim..
Koca hastanemizde tek ameliyathane anestezi uzmanımız olan Pakistanlı doktorumuzun eniştesinin kayınçosunun eltisi, dün gece maalesef sizlere ömür. Bu yüzden apar topar, çok acil bir şekilde, ülkesine altı aylığına gitmek zorunda kaldı.
–Ha, öyle mi? Başınız sağ olsun. Ben de birden parladım boş yere Baydar bey, kusura bakma...
(“Onlarda eniştesinin kayınçosunun eltisi çok yakın akraba oluyor demek.”)
–Önemli değil, sizler sağ olun Efendim..
–Eee peki, sen sadete gel, sadete!
–Yani e'si; sadeti şöyle Efendim! Sayın Nazırımız anestezi uzmanı olmadığı için onun yerine kendileri bizzat girdi ameliyata.
–Çok güzel, çok güzel. İşinin başında yani. Aferin, aferin!
–Yani, öyle de sayılırabilir...
–Sayılabilir de ne demek be! Anlatsana şunu açıkça! Neden mecburi uyuyor bu Boca? Ulan bir şey mi yaptınız yoksa adama?
–Hayır Efendim, hem biz neden kendisine bir şey yapalım ki? O o o!
Hem bize gelene kadar, sırada kimler var kimler! Aslında kendisi bilmeden yaptı!
–Kendisi bilmeden yaptı da ne demek? Bana bak Dümen misin, direksiyon musun nesin? Toptan anlat, taksit taksit anlatmasana be adam! Ne olduysa söylesene!
–Şey, Efendim. Anestezi uzmanımız olmayınca "o işi ben yaparım." dedi. Sonra anestezi cihazının çalışıp çalışmadığını kontrol etmek için cihazın hortumunu güzlece kendi burnuna doğru tuttu. Derin derin nefes aldı ve işte; alış, o alış!..
Ameliyat başlamadan önce, yani iki saatten beri hastamızın yanındaki sedyede güzelce mışıl mışıl uyuyor.. Arada sırada sayıklıyor, sanırım kâbus görüyor. "Beni görevden almayın. Sonra ben kime geçiririm, şey, kime fatura keserim? Sefil olurum, çoluk çocuğum var, sonra çocuklar çok küçükler. Biri otuz, diğeri yirmi dokuz yaşında. Onlar aç be aç ne yaparlar sonra? Lütfen Efendim, acıyın lütfen!" diyip diyip duruyor. Ama tüm bu sayıklamalar dışında, Sayın Nazırımızın genel sağlık durumu gayet iyi. Siz hiç merek etmeyin. Ameliyat bittiğinde hastamızla birlikte uyanır.
Hem güzel bir haberim var size..
–Hımm, neymiş o? Söyle bakalım.
–Anestezi cihazımız sorunsuz çalışıyor demek ki. Böylelikle bunu da test ederek öğrenmiş olduk!
Sayın Nazırımızın sayesinde tabii ki!!
–(“Ulan Boca, sana güvenende kabahat zaten!”)
Peki son durumunuz nedir sayın Dümen?
–Efendim, hastanın fazla kilolardan kurtulma operasyonu sorunsuz bir şekilde devam ediyor. Ancak siz de taktir edersiniz ki; yüz elli kilolardan kırkbeş kiloya düşürmek hiç de kolay değil.
–Kaç kilodasınız şu anda?
–Efendim kazıya kazıya bi hâl olduk ama hâlâ birazcık fazlamız var.
–Ne kadar fazlanız var diyorum? Ne kadar??
–Elli kilocuk kadar!
–Güzel güzel, devam.. Az kalmış!
–Kemiklerini de sıyırmaya başladık zaten. Yakında sanırım istediğimiz kiloya düşürürüz.
–Aferin aferin. İşte böyle yahu! Ne güzel. İlk kez işler yolunda, hayret!
–Ama bir sorunumuz var Efendim..
–(“Hay dilimi bal arısı soksun emi! Olmasa şaşardım!”)
Ne sorunuymuş bu, söyle de öğrenelim!
–Efendim hastamızın boyu biraltmış.
–Ee..
–Yani beş santimcik kısa.
–Ne yapacaksınız, nedir çözümünüz?
–Sizin onayınız gerekli.
–Ne onayı?
–Efendim hastamızın yakını olmadığı için sizden onay almamız gerekiyor.
–Tamam tamam anladım! Neyin onayını istiyorsun benden?
–Hastamızın boyunu uzatmak için calaskalarla kollarından ve boynundan bağlayıp tavanda biraz asılı tutacağız. Ayaklarına da yüzer kiloluk halter ağırlıklarından takacağız. Yalnızca iki saatcik öylece asılı duracak. Umut ediyoruz ki boyu da böylelikle uzayacak. İstediğimiz ölçüye gelecek yani...
–Tamam onay verdim gitti!. Başka bir şey?
–Aslında..Var Efendim.
–Yahu size bi şey sormaya gelmiyor. Başka ne var yine? Ne var??!
–“(Yahu bizim Nazır çok haklıymış. Buna da hiçbir şey denmiyor. Her şeye olur olmaz kızıyor. Sayın Boca bununla her görüşmesinden sonra gelip kendisine neden sakinleştirici yaptığı anlaşıldı. Adamı morfinman sanıp boş yere günahını almışım...”)
Efendim, hastamızın elleri, ayakları çok büyük. Hadi elleri neyse de, ilerki yaşamında ayakları sıkıntı çıkarabilir, tam tamına kırk yedi numara.
–Eee, ne var bunda sorun edecek şimdi?
–Şey, bu kadar büyük ayaklarla ileride kesinlikle topuklu ayakkabı giyemez. Hatta, spor ayakkabı bile bulamaz ayağına. Hani hazır elimiz değmişken ayaklarını da biraz küçültsek mi acaba? Hastamızın yaşam kalitesi bakımından diyorum yani...
–Ayaklarına dokunmayın, öyle kırk yedi numara olarak kalsın. Hem topuklu ayakkabı falan giymesine gerek kalmayacak. Boş verin, öyle ayrıntılarla uğraşmayın siz!.
(“Gideceği yerde, Afrika'da topuklu ayakkabıyı bırak, terliğe bile gerek duymacak ki.. Neyse bilmesinler nereye gideceğini.”)
–Anlaşıldı Efendim. Ama nasıl diyecemi bilemiyorum. Bir sorunumuz daha var maalesef.
–Neden şaşırmıyorum acaba? Söyle, söyle çekinme. Karşında tüm sorunları çözmek zorunda olan biri var nasıl olsa..
–Efendim, renk koyulaştırma işlemi için siz de biliyorsunuz ki, solaryuma ihtiyaç var.
–Tamam. Hastanenizde solaryumunuz var ya!
–Var da, nasıl desem acaba?
–Söylesene ne kardeşim! Nedir sorun?
–Solaryum cihazımız arızalı. Aylardır yedek parça bekliyoruz.
–Bu zamana kadar neden durdunuz peki? Şimdi mi aklınız başınıza geldi? Hem sen nasıl başhekimsin kardeşim? İnsan işini böyle mi takip eder yahu? Zaten herkes üstüne düşen vazifesini tam yapsa, ah şu güzelim ülkede sorun, morun kalır mı hiç yahu!??
–Şey Efendim. Aylardır sizin önünüzde imzada bekliyor parça talebimiz. Yani sizin talimatınız olmadan yurt dışından gelmiyor da hiçbir şey...
–Ha, öyle söylesene! Tamam tamam, hemen imzalıyorum evrakı. Gelin de alın bir an önce!
–Ama elimize bir haftadan önce ulaşmaz o parça. Evrak işimize şu anda yaramaz yani.
–Ee nasıl yapıcaz? Solaryuma sokmadan bu hastayı nasıl koyulaştıracaksınız peki?
–Merak buyurmayınız Efendim. Benim harika bir fikrim var.
–Hah şöyle yahu! Biri de sorunları çözerek çıksın karşıma. Peki anlat bakalım, ne yapacaksın? Merakla dinliyorum seni...
–Hastayı yağlı boyayla boyayacağız!; Efendim!!...
–Neyle boyayacaksın, neyle!? Ulan Dümenci! Kayınçosunun helasını mı boyuyorsun lan! Sen kafayı mı yedin?
–Efendim, ne yazık ki şu anda başka bir çözüm yolu görünmüyor.
–Bak, birilerinin dümenine su taşıyorsan şayet seni o suda boğarım! Anladın mı, anladın mı diyorum??!
–Çok iyi anladım Efendim.
–Şimdi, şu boya işini nasıl yapacaksın, güzlece bir anlat bakalım!
–Efendim. Yağlı boya ile, güzlece boyayacağız. Hastane kadromuzda şahane bir boyacı ustamız var. Aynı zamanda karo da döşüyor! Geçen bizim evinin parkelerini de ona yaptırdık. İşçiliği mükemmel, pek bi yetenekli anlayacağınız yani!
–Nasıl olacak bu? Hem belki akar, ayrıca çok da berbat kokar yavv!
–Siz hiç merak buyurmayınız. Kokmayan ve kesinlikle akmayan yağlı boyalar çıktı. Son teknoloji ürünü, yapay zekâ işi yani.. Ayrıca istediğimiz renk tonu da şansımıza, elimizde şu an mevcut.
–Harika! Hangi renk tonu bu?
–Tam olarak yamyam rengi, Efendim!
–Tamam; Hah, rengi tam olarak işte o renkten olacak. Aferin, aferin! Yalnız hiçbir yeri açıkta kalmasın. Her bi yerini iyice boyayın. Saçlarını sıfıra vurmayı da unutmayın sakın! Tüm işlemler biter bitmez de beni mutlaka bilgilendirin!
–Anlaşıldı Efendim!
–Ha Dümenci, en önemli şeyi unutacaktım az kalsın! İyi ki aklıma geldi, yoksa? Hay Allah korusun yav!
–Buyrun Efendim? Aklınıza gelen ne?
–Hastanın hani şeyi var ya, hani şeyi...
–Neyi Efendim, anlamadım.
–Ulan nasıl bilmezsin, senin en iyi bildiğin şey!!
–Özür dilerim, gerçekten anlayamadım.
–Kardeşim, senin uzmanlık alanım diyorum, beni konuşturma şimdi! Anla be kardeşim anla!!
–Ha tamam Efendim! Nihayet anladım. Orasını da komple alacağız tabii ki!!
–Ne yapacaksın ne?! Bir daha söyle bakim?!!
–Efendim, hasta cinsiyet değiştirecek ya, bu yüzden o bölgede ne varsa komple alacağız mecburen.
–Bana bak, Baydar Dümen! O hastanın o şeyine bir metre dahi yaklaşırsan o gördüğün şey, son şey olur! Haberin olsun!. Anladın mı? Anladın mı ulan?
–Çok net anlaşıldı, hem de çok net Efendim! Hastanın cinsiyeti kesinlikle değişmeyecek!
–Evet, cinsiyeti kesinlikle değişmeyecek!! Her şey bittiğinde bana hemen bilgi ver! Sayın Boca uyandığında beni arasın. Acil!
(“İyi ki son anda aklıma geldi. Yoksa gittiydi çocuk, gittiydi valla.. Neyse bunu da hallettik.“)
Nihayet telefon kapanır.
(“Evet, operasyon saati de iyice yaklaşıyor. Nihayet her şey yolunda gidiyor. Maşallah diyeyim de kendi nazarım değmesin bari..”)
(“Yahu düşünüyorum da; bu iş nasıl başladı, buralara kadar nasıl geldi yahu unuttum.????..........
Hah! Hatırladım, hatırladım!
Tüm bunlara yüzbin tane zehirli ejder meyvesi fidesi sebep oldu! Ah ulan enişte, ah! Sen benim başıma neler açtın neler? Açtın da??.......
Peki, o fideler nereden geldiydi ? Siparişini kim vermişti, hımm kim vermişti, kim, kim??.....
Yahu tabii ki kim verecek, bizim oğlan vermemiş miydi??
Evet, evet!!! O verdiydi siparişi, o verdiydi!!!”)
–Kızım, bana hemen benim oğlanı bağlayın.!! Hemen!!
–...................
–Ha, ne demek telefonu kapalı?
Bana bak! Hemen hangi cehennemdeyse alıp getirsinler buraya, hem de çok çabuk!!
Çok çabuk!!!!!!!!!!!!
Sürçülisan ettiysek affola..
Devamı çok yakında.
Beşinci bölümde görüşmek üzere,
Sağlıcakla kalın.