Sokakta yaptığım röportajlarda, öğrencilerimle bir araya geldiğim ders aralarında, sosyal medyada mesaj kutuma düşen sorularda…
Hepsinin arasında ortak bir cümle dolaşıyor: “Burada geleceğimi göremiyorum.”
Bu cümleyi duymak artık ne şaşırtıyor ne şoke ediyor. Ama içimde derin, sarsıcı bir ağırlık bırakıyor. Çünkü bu cümle, ülkenin en diri, en üretken, en umut olması gereken kesimi olan gençlerden geliyor. Gencecik insanların gözlerindeki parıltı yerine, erken yaşta çökmüş bir yorgunluk görmek…
Bu yalnızca onların değil, hepimizin geleceğini karartan bir gerçek!..
Bir zamanlar gençler “Ne olmak istiyorsun?” sorusuna neşeyle yanıt verirdi…
Doktor, Mimar, Oyuncu, Pilot,Öğretmen…
Şimdilerde sorunun cevabı bambaşka: “Yurt dışına gitmek istiyorum.”
Ekonomik sıkıntılar artık sadece yetişkinleri değil, gençleri de omuzlarından tutup sarsıyor. Ailesi asgari ücretle geçinen, üniversitede okusa bile iş bulma ihtimali düşük olan, kiraların asgari ücretin üzerinde seyrettiği bir şehirde yaşayan bir genç nasıl hayal kursun?
Bir kahve içmek, bir konsere gitmek, sevdiği bir kitabı almak bile lüks hâline geldiyse, gençliğin heyecanı nasıl yaşansın?
Ekonominin gençlere yarattığı en büyük tahribat, sadece maddi değil. En büyük yıkım, hayallerde…
Sınavlar, tercihler, mülakatlar…
Gençler sürekli bir yarışta, sürekli bir koşu bandında gibi. Koşuyorlar ama bir yere varamıyorlar. Eğitim sistemi gençlere bir yön göstermiyor. Sadece seçenek sunuyor.
Ama bu seçeneklerin çoğu gerçek bir gelecek sunuyor mu?
Bir genç, yıllarca okuduğu bölümden mezun olduğunda iş bulamayacağını biliyorsa o bölümle nasıl bağ kurabilir?
Üniversite bitirip eve dönen, CV’sine yanıt alamayan, deneyimsiz olduğu için işe alınmayan, işe girmek için tecrübe, tecrübe için işe ihtiyaç duyan bir döngü…
Gençleri boğan işte bu döngü…
Sonra kaçınılmaz soru geliyor: “Neden burada kalayım?”
Bugünün gençleri iki farklı dünyada yaşıyor: Gerçek dünya ve sosyal medya.Sosyal medyada herkes başarılı. Herkes mutlu. Herkes Avrupa’da tatilde, herkes hayatının zirvesinde.
Ama gerçekte…
Okula giderken aktarma parası düşünen gençler, eve döndüğünde uyuyamayan gençler, geleceğini göremeyen gençler…
Sosyal medya kıyas duygusunu en çok tetikleyen alan. Gençler gördükleriyle kendi hayatlarını karşılaştırdıkça değersizlik hissi büyüyor. Kendi başarılarını bile küçük görmeye başlıyorlar.
Bir süre sonra içten içe şu duygu yerleşiyor: “Demek ki sorun bende.” Oysa sorun onlarda değil; sistemde.
Gençlere “Yurt dışına gitmek neden bu kadar önemli?” diye soruyorum.
Hepsi neredeyse aynı şeyleri söylüyor:
– Adil bir hayat
– Emeğin karşılığını almak
– İnsan gibi yaşamak
– Güvenli bir gelecek
– Özgürlük
– Değer görmek
Bu isteklerin hiçbirinde abartı yok. Hepsi temel insan ihtiyacı.
Gençlerin yurt dışına gitme isteği bir lüks değil; bu ülkede bulamadıklarının arayışı. Bu yüzden yurt dışı hayali bir kaçış değil, bir çığlık: “Yaşamaya değer bir hayat istiyorum.”
Bir genç şikayet ettiğinde toplumun ilk tepkisi genelde şöyle oluyor:
“Bu gençlik çok sabırsız.”
“Şükretmeyi bilmiyorsunuz.”
“Biz neler gördük neler.”
Oysa gençler sabırsız değil. Seslerini duyuracak bir kanal bulamadıkları için sert tepki veriyorlar.
Tembel değiller; fırsat bulamadıkları için potansiyellerini gösteremiyorlar.
Saygısız değiller; saygı görmediklerinde tepki veriyorlar.
Gençleri anlamak için önce onları suçlamayı bırakmak gerek!..
Gençlere umut vermek, uzun vadeli mega projelerden değil; çok basit adımlardan geçiyor:
– Adil bir eğitim sistemi
– İşsizlik oranının düşmesi
– Eşit fırsatlar
– Ekonomik istikrar
– Gençlere gerçekten kulak vermek
Gençler gitmek istemez. Çünkü gitmek istemeyen bir genç, ait hisseden gençtir.
Bir ülkeyi geleceğe taşıyan şey tanklar, tüfekler, binalar değildir.
Bir ülkeyi geleceğe taşıyan gençleridir.
Bugün gençler “Bu ülkede geleceğimi göremiyorum.” diyorsa mesele onların umutsuz olması değil; bizim onlara umut olamıyor olmamızdır.
Gençler bu ülkenin yükü değil, en büyük gücüdür.
Yeter ki onları dinlemeyi, anlamayı ve değer vermeyi öğrenelim
Gözde Şahin
Sunucu-Öğretmen
