Hayat, dışarıdan bakıldığında belki rengârenk bir tablo gibi durur. Ancak içine giren herkes bilir ki o tablo, fırça darbeleri kadar iz, renkler kadar acı barındırır. Her insan bir fırçadır hayatın tuvalinde; kimi yumuşak dokunur, kimi sert... Ama gerçek şu ki: Hayat bir gül bahçesi değildir.
Güller güzeldir evet, ama onları güzelleştiren şey dikenleridir. Her gül, bir bedel ister. Her güzel anı, bir acıdan sonra gelir. Her tebessüm, bir gözyaşının ardından daha anlamlı olur. İşte bu yüzden diyoruz ki: "Hayat bir gül bahçesi değil." Ama tam da bu yüzden, gülün açtığı anlar, hayatın en kıymetli anlarıdır. O anlar, öyle nadirdir ki, insan o anlarda yaşadığını hisseder.
Bakınız doğaya; bir gül öyle her zaman açmaz. Zamanını bekler. Güneşi, yağmuru, sabrı ister. İnsan da böyledir. Sabretmeden güzellik olmaz. Emek vermeden meyve alınmaz. Umut etmeden, umutlu olunmaz.
Ve ne tuhaftır ki, gülün törenleri vardır. Düğünlerde, bayramlarda, mezuniyetlerde, bayrak törenlerinde, hacca gidenin uğurlanışında, şehit cenazesinde bile gül vardır. Gül; bazen neşedir, bazen hüzün. Bazen vuslattır, bazen ayrılık. Ama her hâlükârda hayatın ta kendisidir. Çünkü gül, insana duyguların en derinini yaşatır.
Bir çocuğun doğumunda gül veririz, bir annenin ellerine gül bırakırız, bir dostun mezarına gül koyarız. Her biri bir tören. Her biri bir durak. Her biri hayatın kıymetli bir taşı.
O zaman, hayatın bir gül bahçesi olmamasından şikâyet etmeyelim. Gül bahçeleri sonsuz cennetlerde. Bu dünyada biz, dikenler içinde yürümeye alışacağız. Çünkü o dikenlerin arasından çıkan bir tek gül, bir ömre bedel.
Ve unutmayalım:
“Hayat dikenli yoldur, yürümek cesaret ister. Ama yolun sonunda bir gül açar, ona da ‘tecrübe’ denir.”
Gülün açtığı anlar az olabilir… Ama işte o anlar, hayatın tadıdır.
Rafet Ulutürk