Hepimiz sevginin izini sürüyoruz…
Kimi bir mesajda, kimi bir dokunuşta, kimi de sadece sessiz bir bakışta.
Oysa çoğu zaman yetişkin ilişkilerimiz, çocuklukta içimize işleyen küçük anıların gölgesinde şekilleniyor. Bir dizin üstünde anlatılan masal, bir “iyi geceler” fısıltısı ya da sabırsız bir bakış…
Bugün sevilme biçimimizi, güven duygumuzu ve hatta sabrımızı belirleyen işaretler, çok önceden zihnimize kazınıyor.
“İnsanlar sevilmek için yaratıldılar. Eşyalar ise kullanılmak için. Dünyadaki kaosun nedeni; eşyaların sevilmeleri ve insanların kullanılmasına dönüşmesidir.” diyor Cemil Meriç. İlk bakışta sert görünen bu söz, aslında çocukluk yaralarının da özeti. Çocukken sevgiyi eşyalar gibi tüketmeyen, aksine insanlarla kurduğu ilişkilerde derin bir bağ arayan bir ben var; sürdüren bir ben. İşte yetişkin ilişkilerimizin en büyük dönüşüm noktası, o ilk bağlanma anlarında, kalbimize kazınmış hâlde duruyor. Eğer sevilmeyi, korunmayı ve kabul görmeyi eşyalarla değil insanlarla öğrenebildiysek, yetişkinlikte de ilişkilerimizi güven üzerine inşa edebiliyoruz.
Ahmet Hamdi Tanpınar ise, “Kendi kendime biz gurbetin insanlarıyız diyorum. Mesafelerin terbiye ettiği insanlar.”derken, aslında çocukluktan itibaren içimizde büyüyen yalnızlığa ışık tutuyor. Çocuklukta yaşanan bazı eksiklikler -uzak bir anne figürü, paylaşılmayan oyunlar ya da görülmeyen duygular- bunların hepsi yetişkinlikte ilişkilerimizde görünmez mesafeler bırakıyor. Ancak, mesafelerin bizi terbiye ettiğini anlamak, aynı zamanda ilişkilerde empati ve sabrın filizlenebileceğini de gösterir. Burada geliştirdiğimiz anlam ve dayanıklılık, aşkı daha kalıcı bir bağa dönüştürebiliyor.
Çocuklukta yaşanan güven, kabul ve sınırlar… Hepsi ileride nasıl seveceğimizi, nasıl bekleyeceğimizi, nasıl bağlanacağımızı belirliyor. Eğer çocukken güven ve kabul deneyimlediysek, yetişkin ilişkilere açık bir yürekle yaklaşırız. Güvensizlikle büyüyen biri ise temkinlidir; ilişkiyi "korunması gereken kırılgan bir şey" olarak görür. Çocuklukta sınır tanımayan veya aşırı kısıtlayıcı ortamlar, yetişkin ilişkilerde ya sınır ihlaline ya da mesafeli yalnızlığa yol açabilir. İlk sevgi ve şefkat notunu nasıl duyduysak, bir ilişki içinde sevildiğimizi hissetmek için o dili ararız. Bazılarımız için sevgi, dokunarak hissettirilirken; bazılarımız için sözlerle, küçük ritüellerle ya da sadece orada olmakla anlam kazanıyor.
Çocukluk, küçük melodilerle yankılanan bir şarkıdır. Ezmemiz gereken yükümlülükler değil, hatırlanması gereken o naif tonlardır. Tanpınar’ın “mesafelerin terbiye ettiği insanlar” sözü, iki ruh arasındaki görünmez sınırların nasıl duyguyla aşılabileceğini anlatır. Meriç’in “insan sevilmek için yaratıldı” sözü ise, ilişkilerde kullanım değil; karşılıklı şefkatin, şuurun, temel olması gerektiğini vurgular. Bugün bir ilişkide aradığımız huzur, belki de çok eski bir geceden, yıldızların altında duyduğumuz “güvendeyim” hissinden geliyor. Ve belki de gerçek aşk, büyük sözlerden çok; çocuklukta duyduğumuz o küçük seslerin, yetişkinlikte yankılanmasından ibaret..