Her doğan çocuk bir “insan” olarak başlar hayata. Ama zamanla birçoğu sadece “insanlık” sınırlarında gezinir, gerçek manada “bir insan” olmayı başaramaz. Çünkü “insan olmak” sadece nefes almak, yürümek, konuşmak değil; varlığınla anlam üretmek, etki bırakmak, iz taşımaktır.
Olduğun yerde, kalabalığın içinde ya da yalnızlığında, Ademoğlu kalabilmek... Ne zor iştir! Çünkü zaman seni yoğurur, insanlar seni sınar, olaylar seni biçimlendirir. Değişebilirsin, bu insani bir şeydir. Ama özünü kaybetmeden değişebilmek marifettir. Değiştirebildiğin kadar değişmeye direnebiliyorsan işte o zaman karakterin vardır.
Etkileyebilen ama etkilenmeyen olmak kolay değildir. Bir fikrin olur, bir duruşun… Her rüzgârda savrulmazsın. İnsanlara yön gösterebilmek için önce kendi pusulana sadık kalmalısın. Çünkü sürüden ayrılan her zaman kurt olmaz; bazen sadece yönünü kaybetmiş bir koyun olur.
Anlayabilmek büyük meziyettir ama daha büyüğü, anlayanı da içine çekmeden yani onu kendi çıkarına yontmadan saygıyla selamlayabilmektir. İnsanlar genellikle kendinden olana kulak verir, farklı düşüneni bastırır. Oysa olgunluk, seni anlamayanı bile anlayabilmekte gizlidir.
Ve en önemlisi: Bulunduğun yerde “devlet gibi adam” olabilmek… Bu söz, sadece bir büyüklüğü değil; adaleti, merhameti, dirayeti ve vakar sahibi olmayı anlatır. Herkesin yandığı yerde serin kalabilmek, herkesin kaçtığı yerde dik durabilmek… İnsanların senden güç alması, varlığının huzur vermesi… İşte asıl insanlık budur.
Bu yüzden bir çağrım var:
Her sabah aynaya bakarken kendine sor:
Bugün de insan kalabildin mi?
Yoksa sadece insan gibi mi göründün?