İKİNCİ BÖLÜM)
.................
Annesini zaten hiç hatırlamayan Mustafa; bir anda hem babasından, -akıbetini hiçbir zaman öğrenemeyeceği ve "Hemşirem" dediği, annesinin yerine koyduğu- hem de biricik ablasından Yunan asiler tarafından koparılır.
Dakikalar önce yaşanan bu korkunç trajedi, yedi yaşındaki bir çocuğun hayatı boyunca hafızasından silemeyeceği kadar derin, altından kalkamayacağı kadar ağırdır...
O yüzden Mustafa, gözlerini kapar ve nehrin azgın sularıyla boğuşan amcasının boynuna sımsıkı sarılır.
Çocuk işte; ne kadar sıkı sarılırsa, hayatta kalan son yakını olan amcasını kendisinden bu kez koparamayacaklarını zanneder.
Yunanlı asiler arkalarından aralıksız ateşe hâlâ devam ederken; akıntının şiddetiyle amca yeğen kıyıdan hızlıca uzaklaşır, gecenin zifiri karanlığında gözden kaybolurlar.
Nihayet bir süre sonra kurşun sesleri tamamen kesilir; ancak saatler sonra Anadolu'ya, kıyıya ulaşırlar.
Tüm yaşananlar ikisini de bitkin düşürür. Çalılıkların arasında öylece kendilerinden geçerler..
Gün ağırdığında askerlerimiz bulur onları, alıp birkaç kilometre uzaklıkta karakola götürürler.
Artık güvendedirler.
Bir iki gün misafir ederler. Karavanalarını paylaşır, kendi yataklarını onlara verirler.
Sonrasında bir sabah amcayla yeğeni gemiye bindirerek, yetkililere emanet ederler.
Uzun sürmeyen Karadeniz yolculuğu Samsun'da son bulur. İnadiye Mahallesi, Mescit Sokakta bulunan boş, küçük bir arsa amcaya tahsis edilir.
Bir süre üstü açık o boş yerde yatıp kalkarlar. Elde yok, avuçta yoktur. Çünkü konaktan ayrılırken üstlerine aldıkları bütün altınlar, şehit olan babasıyla birlikte karşı kıyıda kalmıştır.
Ama bu iki kimsesiz, yalnız değildir.
Konu komşu sahip çıkar.
Üst baş verirler, aş yemek yaparlar. Amcaya bir ayakkabı imalatçısının yanında iş bulurlar. Mustafa'yı da hemen okula yazdırırlar...
Mahalleninin sayesinde amca gündüzleri nafakasını kazanmaya çalışırken, geceleri de evlerini tamamlamaya tüm gücüyle gayret eder.
Yeğeni Mustafa da okuldan geriye kalan zamanlarında amcasına yardımcı olmaya çalışır.
Birlikte gecekondudan hallice, iki katlı ahşap evlerini aylar sonra tamamlarlar.
Nihayet başlarını sokacak bir damları olur.
İçi boş olan ev için ahali yine seferber olur.
Kimi evinden bir somya, kimi masa, kimi sandalye, kimi de sırtında bir de yatakla; evi tastamam ederler.
Seneler akıp gider...
Amca evlenecek yaşa gelir.
Yine eş-dost, konu-komşu devreye girer. Samsun'un yerlisi olan bir ailenin kızıyla başgöz ederler.
Bu evlilikten sonra Mustafa amcasına "baba", gerçekte yengesi olan eşine de "anne" der...
Okulda başarılı bir öğrencidir, çünkü Kavala'da; konaktaki lalalar onu iyi yetiştirmiştir. Uzunca bir süre ayrı kaldığı kemanına da kavuşur.
Artık kötü günler neredeyse çok uzaklarda kalmıştır.
Çatı katında bulunan odasının penceresinden kemanının güzel nağmeleri tüm mahalleye yayılır.
Böyle seneler seneleri kovalar...
Amcanın çocuğu olmaz. Mustafa o evin tek evladıdır. Yenge de çok sever, öz evladı sayar...
Delikanlı çağına geldiğinde, ayakkabı imalatını devam ettiren amcasının yanında bir güzel yetişir.
Artık iyi bir ayakkabı ustasıdır.
Eli iş, ekmek tutar...
Anne-baba bildiği amca ve yenge de haklı olarak Mustafa'nın mürvetini görmek ister.
Yengesinin yakın bir akrabasının kızı ile evlendirmeye kalkarlar.
Ama Mustafa istemez, karşı çıkar; henüz çok der.
Ama amca dinlemez, eşinin de zoruyla baskı yapar. Hatta bu evlilik olmazsa kendisini evlatlıktan reddetmekle tehdit eder.
Bu söz Mustafa'nın çok ağırına gider, adeta yıkılır.
Biçare, ne yapacağını bilemez...
İşte tam da o günlerde, bir gazetede Şimendifer Mektebi'ne sınavla yatılı öğrenci alınacağını görür.
Şartlar kendisine uygundur.
Ve evden kaçış planını yapar.
Bir gece yarısı sessizce, -ne büyük rastlantırdır ki; yine kemanını bile alamadan- ilandaki adrese, ardından küçük bir not dahi bırakmadan düşer yollara.
Kader onu evinden ikinci kez ayırır.
Ama büyük bir farkla...
İlkinde olduğu gibi yanında Yunan asilerin canından kopardığı ne babası, ne de ablası vardır...
Üstelik nehirde boynuna sıkıca sarıldığı, hayatını kurtaran, dünyadaki tek varlığı olan amcasını da terk etmek zorunda kalır.
Bundan sonra bitmek bilmeyen hayat mücadelesinde; yapayalnız, artık tek başınadır...
* * *
Adet olduğu üzere, birinci bölümün sonundaki gibi; yine bir şeyi söylemeden geçmeyeceğim.
Kavalalı Mustafa'nın hayatı; "Cumhuriyet, kimsesizlerin kimsesidir." sözünün ne kadar doğru olduğunun adeta "noter tasdikli" belgesidir. Çünkü yaşanmış, gerçek bir hayattan alıntıdır.
İşte bu gerçeklik; Cumhuriyet karşıtlarının yüzlerinde koca bir şamar gibi patlar!
Hele ki;
Vekil olmuş, hatta Gazi Meclis'te Başkan Vekilliğine kadar yükselmiş "Cumhuriyetin ne hıyrını gördüm?" deme hadsizliğini gösteren; kendini "aydın" zanneden emperyalizm uşağına da, Atilla İlhan 'dan bir alıntıyla iki lafım olacak:
"Komprador aydın, komprador burjuvaziyle işbirliği yaparak halkı aldatır. Bu komprador aydın, "iğdiş edilmiş aydındır"!
* * *
Devamı üçüncü bölümde...
Sağlıcakla kalın.
Tansel GEYİK
