Türkiye çok partili sisteme, engin demokrasi arzusu ile geçmedi. Yeni kurulan dünya sisteminde yer alabilmek için mecburen geçmiştir. 14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan seçimi Demokrat Parti açık fakla kazanınca; Türkiye üzerine hesap yapan Ehlisalip (haçlılar/Batı dünyası) tedirgin olmuştu. Her ne kadar Demokrat Parti, CHP içinden çıksa da, Tek Parti yönetimiyle arasında ciddi farklar vardı. Mesela: Birinci Menderes hükümeti 2 Haziranda 1950 tarihinde güvenoyu alıyor. Meclise sevk edilen ilk kanun, Ezanın aslına döndürülmesi kanunudur. Bu kanun 16 Haziran 1950'de kabul edilir. Batı dünyası “Ezan” yüzünden neden tedirgin olsun diyemeyiz. Türkiye Osmanlı bakiyesi olduğu için aslından uzaklaşması gerekiyordu. Hatırlanacağı gibi; Türkiye Hilafeti kaldırdıktan sonra İngiltere Lozan’ı onaylamıştır. Sadece batılılar değil içeride de tedirgin olanlar vardır. Genel Kurmay Başkanlarından İsmail Hakkı Karadayı
28 Şubat 1997 tarihinde yapılan post modern darbe MGK’sında "Laiklik ilkesinin bozulması, ezanın Türkçe okunmasından vazgeçilmesiyle başladı" demiştir.
Aynı kişi 1960 darbesinden 52 yıl sonra 26 Haziran 2012 tarihinde Meclis'teki 28 Şubat darbesini araştıran alt komisyona verdiği ifadede "Menderes'in en önemli hatası Türkçe ezanı değiştirmesidir" demiştir.
Türkiye İstiklal mahkemeleri cenderesinden geçmiş, darağaçları ile terbiye edilmiştir. Her şey bir yana Türkiye’de iki seneye yakın bir süre radyoda Türk müziği yayını yasaklanmıştır. Buralardan gelen bir ülkede ilk kanun ezanı aslına çevirmek olunca;
Dâhili ve harici bedhahların tansiyonu oynamıştır.
Bu atmosferde; asker içindeki cuntalar, gazeteler, yüksek yargı, dışa bağlı işadamları (komprador yapı) ve üniversite yönetimleri işbirliği yaparak vesayet sistemi kuruldu. 1960 hain darbesi “Hürriyet ve Anayasa bayramı” olarak 1980 darbesine kadar kutlanmıştır. Bu yapı ile oluşan Statüko sayesinde Türkiye’de siyaset çarmıha gerilmiştir. Siyaset kurumu bürokratik vesayetin çizdiği dar bir alana hapsedilmiştir. Atanmışlar seçilmişlere istikamet veriyordu. Askeri bürokrasi devletin yüzde 51 hissesi bendedir benim dediğim olur davranışı sergiliyordu. Seçimle işbaşına gelen başbakan deyim yerindeyse şirketin genel müdürü pozisyonundaydı. İstedikleri zaman siyasilerin görev sürelerine müdahale ediyorlardı. Yapılan darbe ve muhtıraların sebebi budur. Milli güvenlik kurulunda alınan kararlar güya tavsiye niteliğinde olurdu ama “hele bir yapmada göreyim” üslubu ile dikte ettirilen tehditli kararlardı.
Her şeye ama her şeye müdahale ederiz zihniyeti vardı. Konunun iyi anlaşılması için Mesela diyelim ve gazeteci Sabahattin Önkibar’'ın “İtiraflarım” adıyla kaleme aldığı kitabından bir olayı özetleyerek aktaralım.
Yıl: 1993 Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhittin Fisunoğlu, Bursa Milletvekili ve Kit komisyonu başkanı Mehmet Gazioğlu’nu karargâha davet eder. Fisunoğlu Ağustos şurasında kesin olarak Genel Kurmay Başkanı olacaktır.Çünkü mevcut başkan Doğan Güreş görev süresinin uzatılması konusunda yapılan Spekülasyonlara şeref sözü diyerek asla kabul etmem taahüdünde bulunmuştu.
Davete icabet eden Gazioğlu kapıda çok önemli misafir statüsü ile karşılanır. Paşanın makamında da kalabalık bir askeri heyet vardır.
Fisunoğlu “bu arkadaşlar benim Genel Kurmay Başkanlığım dönemimde yakın çalışma ekibimde olacak isimler” der ve peşi sıra konuya girer “Özal’ın vefatı ile Sayın Demirel Köşk’e çıktılar” TSK olarak yeni başbakanın kim olacağı konusunda kapsamlı çalıştık ve “bizim ölçülerimize göre devletimizin bekası adına DYP’ye başkan ve Türkiye’ye başbakan siz olmalısınız”
Gazioğlu “ben tanınmıyorum, adım bu konuda hiç geçmedi, benim için çok erken, bırakın kamuoyunu ailem bile şaşırır” der amma; Fisunoğlu Paşa “Bakın Sayın Gazioğlu mesele tanınmak ve kongreyi kazanmak ise biz onu hallederiz. Siz evet deyin gerisini bize bırakın”
Önkibar “bu diyalog ikinci elden bir duyum değil, yüzde yüz hakikattir” diyor. Devam eden süreçte Doğan Güreş, DYP kongresinde bütün ağırlığını Tansu Çiller’den yana kullanır ve TSK bu konuda resmen ikiye bölünür. Tansu Çiller kongreyi kazanır ve başbakan olur. Tabi ki; Fisunoğlu’ndan intikamını almakta gecikmez, ilk yüksek askeri şura toplantısında Güreş’in görev süresini uzatır, Fisunoğlu da o sürede yaşı dolduğu için emekli olur ve Genel Kurmay başkanı olamaz.
Konumuza dönersek; Bizim Anayasalarımızda, kanunlarımızda askerin siyasi parti kongresi kazandırmak, başbakan atamak gibi ne bir görevi ne de yetkisi yoktur hiçbir zamanda olmamıştır.
Peki; o gün bu yaşananlar nedir? Sorusuna cevap ararsak, yukarıda sözünü ettiğimiz büyük hissedar benim! Zihniyetidir, yanlış inanışıdır.
Tek Parti dönemi ve 1960 darbesi CHP için aleyhte siyasi bir sabıkadır.
Celalettin Can'ın Independent Türkçe için Hüsamettin Cindoruk'la yaptığı röportajda Cindoruk; Darbeden sonra bir CHP mebusu asker üniformaları giyip sokağa çıkmıştı. Darbeyi CHP'nin yaptırdığı izlenimine mani olmak için İnönü "Biz bu darbenin ne içindeyiz ne dışındayız" dedi.
1960 darbesinin ikinci günü Cemal Gürsel, İnönü'yü arayıp "Bir emriniz var mı?" diye sorduğunda İnönü, "Büyük bir iş yaptınız. Başarınıza yardımcı olmak için asıl ben sizin emrinizde olacağım" karşılığını vermişti. Eğer İnönü isteseydi idamlar olmazdı.
27 Mayısçılar, yıllar sonra yaptıkları açıklamalarda kendilerini; CHP yöneticileriyle, bu partinin desteğindeki dergi ve gazetelerin kışkırttığını açıkça söylediler
Bu olumsuzluklar CHP oylarını azaltmıştır. Fakat CHP muhalefette kalsa da son yıllara kadar fikren iktidarda kalmıştır. Çünkü devletin anatomisi böyle kodlanmış ve yasal güvence altına alınmıştır. Benimde TBMM’de görev yaptığım dönemde bizzat şahit olduğum gerçek var: CHP lideri veya parti temsilcileri karşı çıktıkları kanunlar için “bu kanun Anayasa Mahkemesinden döner” dedikleri kanunların çoğu AYM’den dönmüştür. Bu onların müneccim olduğu ya da bizden daha iyi hukuk bilgileri olduğu anlamına gelmiyor. 1960 Anayasası vesayeti tahkim eden bir anayasa olmuştur. Genetik yapısı Statüko ile uyumlu olan partiler, halk seçmese de fikren iktidar olurlar.
Belli ki; orduyu kışkırtmak bazılarında “tik” haline gelmiş. CB Erdoğan’ın tespiti ile bitirelim "Kılıç şakırtıları arasında disiplinsizlik yapanları kahramanlaştırmak neyin nesidir? CHP'nin, tarihinin her döneminde olduğu gibi bugün de orduya siyaset bulaştırma, orduyu kışkırtma geleneğinden kurtulamadığı anlaşılıyor."