Öğle sıcağının asfaltı erittiği bir yaz günü…
Ostim sanayi sitesinin derinliklerinde, küçük bir kaportacı dükkanının önünde tanıdım onu
Uykulu gözleri ve gelişim yaşının çok ötesindeki yorgun, boyalı elleriyle kırmızı arabayı zımparalıyordu.
“Okula devam ediyor musun” diye sordum.
Küçücük omuzlarını silkti. “Gidiyordum ağabey, ailevi durumlardan dolayı, çalışmak zorundayım" dedi.
Çalışmak zorundayım…
Hangi akademik makale, hangi edebi söz bir çocuğun böyle sessizce büyümesini açıklayabilir?
“Biliyor musun ağabey” dedi!..
“Benim hiç oyuncak arabam olmadı. Büyüyünce bir gün bunun gibi kırmızı araba alacağım. Biniyorlar ya hani… Ben de bineceğim.”
O an, her okuduğumda yüreğimi dağlayan İbrahim Sadri’nin işçi Süleyman ile oğlu Cevahir’in hikayesini anlatan “Kırmızı Araba” şiiri geldi zihnimin ucuna.
Ama söyleyemedim. Çünkü bazı şiirler, bazı çocukların hikâyelerinden incinir.
Davranış bilimleri derki; Çocuklar erken büyümez; biz onları zorla büyütürüz.
Çocukluklarını yaşamadan büyümeye çalışan nice akranları gibi, her sabah günün ilk ışıklarıyla sanayiye geliyor. Belki sigortası yok, güvenliği yok, en önemli tüm gerçekliğiyle çocukluğu yok…
Ama bir kırmızı araba hayali var, henüz kimsenin dokunmadığı…
Aklı hâlâ oyunda, ustabaşının bağrışları arasında bir somun anahtarıyla oynarken “bu aslında direksiyon” diye anlatacak kadar çocuk.
Hayat hikayeleri, şiirlerden daha yaralı olan, Türkiye’de binlerce çocuk işçi var.
Kah sanayide, kah tarlada, kah sokakta mendil satarken…
Hepsinin hayalinde oyuncak bebek, bir kırmızı araba duruyor.
Tabi Direksiyonun hep başka ellerde olduğu…
Çocuk işçiliğini sadece ekonomik bir mesele olarak gördüğümüz sürece, çocuk işçilerin kaderi değişmeyecek.
Oysa kırmızı araba sadece bir araç değil; çocukluğun, oyunun, güvenliğin, geleceğin sembolü.
Biliyorum ki onlar, bir gün o arabaya binmekten çok daha önce bir şeye ihtiyaç duyuyor,
Çocuk olma hakkına...
Özellikle savaş, yoksulluk ve sefaletin hüküm sürdüğü coğrafyalarda yaşam mücadelesi veren çocukları korumak ve koşullarını iyileştirmek için 20 Kasım 1989 tarihinde, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’yi imzalamış ve o tarihten bugüne 20 Kasım; “Dünya Çocuk Hakları Günü” olarak ilan edilmiştir.
Dünya çocuk hakları gününde Türkiye’de çocuk işçiliği hâlâ ciddi bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Bu acı gerçeği davranış bilimleri şöyle çeviriyor:
“Erken yaşta sorumluluk” → Gelişim yüklenmesi
“Çocuk işte olgunlaşır” → Hayır, büyükler bununla kendini avutuyor
“Gözünün önünde büyüsün” → Evet ama kasada değil, okulda
Bir çocuk sabahın köründe simit tepsisinin altında kaybolmuşsa, Başka bir çocuk sanayide vida sıkarken uyukluyorsa, Bir diğeri tarlada boyundan yüksek ürünü toplamaya çalışıyorsa…
Kırmızı araba oradadır aslında; parlak, umut dolu, geleceğe doğru ilerlemektedir.
Fakat direksiyonun başına çocuklar oturana kadar…
Çocuk işçiliğini azaltmak, eğitim erişimini artırmak, “Çocuk çalışmaz, çocuk oynar” cümlesini yol haritamız hâline getirmeliyiz.
En önemlisi: Kırmızı arabayı şiirden çıkarıp hayatın içine koymalıyız…
Çocukluk, şiirde bırakılacak kadar hafif, Çocuk işçiliği ise görmezden gelinecek kadar masum değil!..
Çünkü bir çocuğun küçücük avucunda taşıdığı umut, bir toplumun geleceğini aydınlatacak en gerçek ışıktır.
O ışığın sanayinin gürültüsünde, tarlanın sıcağında, sokakların kalabalığında sönmesine izin veremeyiz.
Her çocuğun yüzündeki gülümsemenin, hak ettiği bir hayatın en yalın karşılığı olduğunu unutmadan…
Kırmızı arabaya binmeyi değil, önce güvenle büyümeyi hak eden tüm çocuklara borcumuz var.
Ve o borcu ancak onları çocuk kalarak büyütmeyi başardığımız gün ödeyebiliriz.
Farkındalığımız bütüne şifa olsun. Selametle…
Rıza CEYLAN
Eğitimci / Şair -Yazar / Davranış Bilimci
NLP Master Practitioner
