Mart 2024 Büyükşehir Belediyesi seçimlerini köprüden önceki son çıkış olarak görüp, bundan sonra Türkiye’yi Taliban rejiminin yöneteceğini iddia edenlerin eline verilen yeni koz konser iptalleri. Bu iptallerle birlikte Türkiye’de artık konserlerde kızlı erkekli katılımların olmayacağı, barış sözcüsü sanatçıların engellenmesiyle birlikte Türkiye’nin giderek daha fazla totaliterleşeceği iddia ediliyor. Peki durum gerçekten böyle mi? Planlanan konserler neden iptal ediliyor? Konseri planlayanlar kimleri çağırdıklarını, çağırdıkları kişilerin kendi toplumsal tabanlarında hangi karşılığa sahip olduklarını bilmiyorlar mı? Konser tertip eden belediyeler konsere davet edecekleri şarkıcıların yaptıkları açıklamalardan ya da az önce de belirtildiği gibi kendi seçmen tabanlarını ya da bölge halkını rahatsız edecek bir açıklama yaptıklarından habersizler mi?
Konser iptalleri iktidarın ve (konseri iptal edilen şarkıcıların ifadesiyle) “yobazların” bir güç gösterisine dönüşmekte ama bazı tarafsız olma iddiasındaki köşe yazarlarınca da, iktidarın, kaybettiği belediyeleri alma şansını azaltmakta ve toplumun büyük bir kesimini karşısına almasına neden olmakta, özellikte de genç kesimi (artık bıktığımız için X kuşağı diye belirtmeye gerek yok).
Konseri iptal edilen şarkıcılardan biri Leman Sam, 6 Eylül 2022’de attığı bir tweet ile Fethiye’de katılacağı festivalin iptalini “yobazlar”ı gerekçe göstererek açıklıyor ve şöyle devam ediyor: “Yobzların baskısına bakalım kim dur diyecek?”
Aynı Leman Sam, 6 Şubat depremlerinin yaşandığı Kahramanmaraş’ta seçim sonuçları için kutlama yapan vatandaşları tahkir ederek şunları yazıyor:
“Ölen sahibinin mezarı başında içini çeke çeke ağlayan sayısız hayvan videosu izledim. Deprem bölgesinde ise korkunç bir enkaz önünde davul zurna ile delice kutlama yapan mahluklar, nasıl böyle çürüdü toplumun bir kısmı. İşte bu yüzden hayvanların tarafındayım, daima.”
Konser iptalleri şarkıcıların bu tür açıklamaları sonrası toplumda oluşan infialin bir sonucu olarak yetkilileri ya da belediyeleri harekete geçiriyor. Tabii bu arada toplumda yükselen tepkinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı açıklamalarla da desteklenmesi özellikle partili belediyelerin daha etkin davranmasına neden oluyor. Tabii konserler iptal edilince de açıklamalar otoriterizm, özgürlük, laiklik, siyasal İslam baskısı, özgürleşen kadın, gerici baskı, kadın onuruna baskı … gibi meşruiyeti kendinden menkul şehir efsaneleriyle süsleniyor.
LGBT+ karşıtı demokratik ve ahlaki bir ilke çerçevesinde gerçekleşen yürüyüşü bir “yanlış” ve inkar edilmemesi gereken bir gerçeklik olarak gören Melek Mosso (Davarcı) konseri iptal edilenlerden biri. Konseri iptal edilen Melek Mosso (Davarcı) yaptığı açıklamayla demokratik bir yürüyüşü açıkça yanlış olarak tanımlıyor. Zeka düzeyi de yaşı kadar küçük olan tilki zekalı bir başkası bu yürüyüşü bir “ayrımcılık ve doğaya aykırı”lık olarak görüyor. Elbette ki yürüyüş yapanlar bu insanların yaşam haklarını ellerinden almak istemiyor itiraz ettikleri insan doğasına aykırı olarak gördükleri bu tercih ve yaşam biçiminin adeta bir cazibe unsuru haline getirilmesi ve doğallaştırılmasıdır.
Yukarıda adını vermedik ama haydi adıyla konuşalım, Ahmet Hakan belediyelerin herkese hizmet sunum görevi olduğunu söylemiş evet belediyelerin görevi bu ancak konser için sanatçı tercihini yapmakta da bağlayıcı bir unsur yok. Lakin sorunun ana kaynağı sanatçı tercihini yapan kişinin toplumdan, toplumsal yapıdan ve günlük olaylardan bihaber olması. Önce çağırılıp sonra da konser iptal olunca gerilim artıyor oysa başarılı bir belediye başkanı böyle bir kriz ortamını üretmemeli.
Olaya bir de muhalefet açısından bakalım, İzmir dışında yerel seçimleri kazanma şansı olmayan muhalefet eğer toplumun büyük bir kesimi tarafından alkışlanmayan ya da yüceltilmeyen LGBT+ rüzgârını arkasına alarak seçimi kazanacağını düşünüyorsa bu da onun için yeni bir hayal kırıklığı zira AB ve küresel fonlar dışında başka bir şey kazanamayacağı açık.
Milletle barışma sloganıyla geçmişteki sicilini ve hatalarını temizlemeye çalışan muhalefet, milletin değerlerini örseleyen LGBT+ politikasını temel referans noktası olarak alırsa kazanacağı çok şey yok gibi görünüyor. Bu işin en büyük borazanlığını yapan HDP’nin (YSP) Diyarbakır mitingine gökkuşağı rengi bayraklarıyla gelenlere HDP’li ciwanların verdiği tepkiyi TV’de gördük.
Muhalefetin elinde şimdilik bir koz eksik, LGBT+ politikasını destekleyecek Kemalist bir referans. Eğer bu da bulunur ya da “icat” edilirse yeni bir Kemalist kırılmayla karşı karşıya kalacağız. O zaman Kılıçdaroğlu kiminle barışmak için yola düşer tahmin etmek zor.
Önümüzdeki seçim dönemi diğerlerinden farklı olacak. Dindarlık ve Talibanlık vurgusu eskisi gibi işleyecek yani “biz de dindarız, dinimiz çok güzel hatta benim dedem şeyhmiş ama bunlar öyle değil bunlar eski dindarlar gibi değil bunlar dinci. Türkiye’ye Taliban rejimini getirecekler…” gibi ifadeleri daha duymaya devam edeceğiz çünkü Türkiye’de değişmeyen, mutaassıplık açısından özel incelemeye tabi tutulması gereken tuhaf bir insan türü var. Ancak yeni tartışma, aşırı sol destekli eşcinselliği meşrulaştırma ve popülerleştirme ekseni üzerinden ilerleyecek gibi görünüyor. Bu nokta şarkıcı ya da dizi oyuncularının seslerini daha çok duyurarak kendilerini sınırlı ama örneğin Kültür Bakanlığı destekli fonları emen bir sermayeyi kendilerine sunarak çift taraflı kazanç elde edecekleri bir alanı açıyor. Belediyelerdeki kifayetsiz kişilerden söz etmiştim bunlar sadece belediyelerde mi sanıyorsunuz?
Stratejik Düşünce Enstitüsü (SDE)