Kenan Evren bir TV mülakatında şunları söylüyordu:
Sağ çok kuvvetli, eğer bir parti sağda bir parti solda kurdurmaya kalkarsak; sağ çok büyük bir çoğunlukla iktidara gelir, anayasayı da değiştirir. Halbuki bu anayasaya hiç olmazsa 10 sene, ihtiyacı var Türkiye’nin. O bakımdan sağda iki parti olmasını istedik. Birisi Turgut Sunalp’in partisi biri Turgut Özal’ın partisi.
Ne on yılı ne yirmi yılı!..
9 Kasım 1982 tarihinde Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 82 anayasası bugün itibariyle 43 sene bitti 44. seneden gün alıyor.
Yeni ve sivil bir anayasa yapılması için ciddi hamleler yaptık. Hatta Cemil Çiçek’in TBMM başkanı olduğu 2011-2015 döneminde, Bütün siyasi partilerin seçim beyannamelerinde “yeni bir anayasa” vaadi vardı. Kurulan komisyona Ak Parti: her parti milletvekili sayısına göre değil eşit sayıda üye versin diyerek iyi niyetle hareket etmişti. Buna rağmen 60 civarında maddede uzlaşma sağlanmıştı ama sonuç alınamadı. TBMM başkanı Çiçek maddelerde komisyonun uzlaşma sağlaması işi çözmüyor, partilerin anlaşması lazım diyor.
Neden değiştiremiyoruz?
Çünkü zorluk çıkarmak çok kolay ama bu zorlukları aşmak çok zordur. 2011-2015 döneminde 30 Anayasa hukuku hocası meclise çağırıldı. Bunların ikisi; bu meclis kurucu meclis değildir anayasa yapamaz dedi. 28 hoca ise bu meclis anayasa yapar demişti. Daha işin başında çatıdan su sızıyor.
At gözlüğü ile olaylara bakanlar. 1960 ve 1980 darbeleri sonucu oluşturulan kurucu meclislere de bir baksınlar. Son söz hep darbecilerin olmuştu. Sadece son söz mü? Maalesef ilk söz de darbecilerindi. 1982 anayasasını da Konseyin beş üyesi (Generaller) onaylamış ve halkoyuna sunmuştu. Öncesinde yapılanlar tiyatral gösteriden öteye geçmez. Neden mi? Yazının devamında Evren’in anısına bakınız.
Kurucu meclisler (1960 ve 1980) halkın direkt oyları ile seçilmemişti. Mesela 1980 darbecileri 160 üyeden oluşan bir meclis oluşturdular. Bu Meclisin, 120 üyesinin seçilme şekli şöyleydi: her ilin valisi üç aday tespit edip gönderiyor, darbeciler (Milli Güvenlik Konseyi) bunlardan birini meclise seçiyordu. Bunun yanında 40 üyede, doğrudan doğruya Milli Güvenlik Konseyince (yani darbeciler) tespit ediliyordu. Halkın üye seçiminde katılım oranı sıfırdır. Burada üniversite, sivil toplum kuruluşlarından vb. üye almak önemli değildir. Mesele üyeler halkın seçtiği kimseler mi?
1961’ de de Kurucu meclis, Milli Birlik Komitesi ve Temsilciler Meclisi'nden oluşmaktaydı. Temsilciler Meclisi Devlet Başkanı, MBK üyeleri (darbeciler) ile Cumhuriyet Halk Partisi ve Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi, Barolar, basın, meslek örgütleri, üniversiteler ve yargı gibi kuruluşlardan gelen temsilcilerden oluşmaktaydı. Görüldüğü üzere 1961 Anayasasını hazırlayan Kurucu Meclis de genel oya dayanan ve tek dereceli seçimlerle halk tarafından seçilmiş bir meclis değildi. Orada da halkın katılımı sıfırdır.
Yukarıda tiyatro dedim. İlginizi çekecek kara mizah konusu bir olay nakledelim: Anayasa Komisyonu 23 Kasım 1981 tarihinde çalışmaya başladı. Ancak daha sonra Kenan Evren’in anılarında ifade edeceği gibi “Danışma Meclisi, henüz Anayasayı ele almadan Mili Güvenlik Konseyi Genel Sekreterliğinde anayasa taslağı aşağı yukarı hazır durumda idi.” diyor.
Buna tek kelime ile hokus pokus denir. Tiyatro demek bile hafif kalır. Gerçek olan şudur: Türkiye’de anayasaların yapım aşamasında halkın katılımı yoktur. Sadece halkoyuna sunulduğunda Kabul veya Ret’ mi diyorsun diye sorulmuştur. Bu halkoylamalarında hiçbir zaman Ret çıkmaz çünkü tehdit vardır.
Geçen haftaki yazımızda referandum ve plebisit konusunu yazmıştık.
Kenan Evren 1982 anayasası geçici 1.maddesine göre Cumhurbaşkanı olmuştur. Mecliste seçilmemiştir. Tek başına ya da rakipli bir halkoylaması sonucu seçilmemiştir. Anayasa için yapılan Halk oyu sonucu seçilmiştir. İşte bu seçilme şekline referandum denemez plebisit denir. Zaten yapılan akademik tariflerde Plebisit için; diktatörlerin, anti-demokratik yöneticilerin, darbecilerin, kendilerine meşruiyet kazandırmak için başvurdukları bir halkoylamasıdır, denir.
15 Ekim 1961 tarihinde yapılan seçimde CHP beklenen sonucu alamamıştı. Halkı korkutmak için olsa gerek seçimden bir ay önce 15 Eylül 1961 tarihinde hukukun katledildiği, idamların, ömür boyu cezaların verildiği Yassıada (çadır) mahkemesi kararları açıklanmıştır. Ordu içinde seçim sonucunu kabul edemeyen Silahlı Kuvvetler Birliği adlı yeni bir cunta oluşmuştu. Cemal Gürsel’in cumhurbaşkanlığı olmazsa TBMM açılmayacak, yönetime el koyacaklardı. 24 Ekim günü Çankaya’da, Devlet Başkanı Cemal Gürsel başkanlığında siyasi parti genel başkanları ve kuvvet komutanlarının yaptığı toplantı sonucunda, TBMM’nin açılışını güvence altına alan bir protokol/taahhütname, siyasi parti liderleri tarafından imzalandı. Parti liderlerine imzalatılan protokolün ilk maddesi "Cumhurbaşkanlığı için Partiler aday göstermeyecekler. Gürsel’e oy verilmesi, için elden gelen gayreti gruplarında sarf edeceklerdir" şeklinde idi.
Aynı şekilde 1982’de ise Evren: hayır çıkarsa bizde gitmeyiz demişti. 1961 den bugüne yönetildiğimiz Anayasalar böyle bir iklimin ürünleridir.
Anayasayı kurucu meclis yapar iddiası tam bir tabudur. Bunu söyleyenler; milletin sokağa çıkma yasakları ile tutsak edildiği, TBMM ve devlet dairelerinin önünde tankların, askeri araçların olduğu günleri;
Ya gönülden destekleyen kör kütük ifsat edilmiş beyinlerdir,
Ya yaşadığı travmayı (korkuyu) beyinlerinden atamamış hastalıklı tiplerdir.
Ya da Stockholm sendromu dediğimiz celladına aşık psikolojisi bozulmuş tiplerdir.
Kurucu Meclis ısrarı olanlar atıp tutarken devamlı olarak batılı normlardan da söz ederler. O zaman hatırlatalım: “Venedik kriterlerine göre; anayasa değiştirebilecek, yasa yapabilme yetkisine sahip her meclis, yeni anayasa yapma gücüne de sahiptir”
İşin aslı şudur. Bu kafalar Anayasayı biz yaparız saplantısındadır. (Kör kütük derken bunları kastediyoruz) Ellerine imkân geçse kurucu meclis aramaz, hemen anayasa metni hazırlar halk oyuna sunarlar. Mecliste 400 imza yakalasalar halkoyuna sunmadan anayasayı ilan ederler. Bugün öne sürdükleri itirazları, tükürdüğünü yalarcasına bir tarafa koyar ben yaptım oldu derler ve yaparlar!
Bu kibirli davranış biçimi bu üstten bakış nereden geliyor. Meşhur olaydır: Devir tek parti dönemi. 3 Mayıs 1944 olayları ile ilgili tutuklanan Osman Yüksel Serdengeçti ye
Ankara valisi Nevzat Tandoğan şöyle der: "Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var? Milliyetçilik lâzımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var: Birincisi, çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek. İkincisi, askere çağırdığımızda askere gelmek." Köylü milletin efendisidir sözüne karşılık ta Tandoğan: Ha unutmadan, sen nereden benim efendim oluyorsun köylü parçası!
İşte bu kafa yüzünden aslında (kafasızlık yüzünden) Türkiye bir adım yol alamıyor.
Kültüründe bazı deyimler sert bulunur ama meramı tam ifade ederler. Yukarıdaki zihniyeti net bir şekilde açıklamak için uygun bir deyimdir. "Ayakları nokta, kanatları havada" deriz. Bunu yapay zekaya sordum;" kişinin zor, sıkıntılı, hatta rezil bir durumda olmasına rağmen, kendini yükseklerde görmesi, hayal kurması ya da büyüklenmesi anlamına gelir." diye cevap geldi ki; amiyane deyimiyle cuk diye oturdu.
