Yıl 1945, Kırım’ın güney sahili Yalta’da 4-11 Şubat tarihlerinde İngiltere başbakanı Churchill, ABD başkanı Roosevelt ve Sovyet lider Stalin’in katıldığı bir konferans düzenlenir. Bu konferans “bir bölüşüm anlaşmasıdır” Hatta ABD altı ay sonra Birleşik Krallığın olurunu da alarak Atom bombası ile yerle bir ettiği Japonya’ya karşı, Sovyetlerden müttefik olarak yardımcı olmasını istemiştir. Zaten Alman Faşizmine karşı kapitalist blok ile sosyalist blok ittifak etmişti. Bu nedenle NATO tarihi ile ilgili tartışmalarda ABD ve SSCB’nin çatışır görünüp paylaşım yaptığı tezi güçlü bir şekilde dile getirilir. Soğuk savaş döneminin gerilimi; her iki ülkeye zorunlu, hatta gönüllü bağımlılık doğurmuştur. Bu konuda her iki ülke algıyı çok iyi yönetmiştir.
NATO ABD’dir. yedeği de İngiltere’dir. Bizim bu pakta üye oluşumuzun sonuçlarına bakınca; bir yönüyle “modern bir koloni/sömürge” sisteminin parçası olduk.
Ne verirse onunla yetinmek zorundaydık. Her türlü askeri yardımı (1795-1824 arası 29 sene Akdeniz’de ticaret yapabilmek için Osmanlıya haraç ödeyen) ABD’den aldık. 1970 yılına kadar askerimiz batıdan gönderilen dondurulmuş etleri yedi. Subaylarımız ABD’den gelen iç çamaşırlarını giydi. Bir önceki yazımda “NATO terbiyesi ile formatlanmış, NATO’dan gelen donu giymiş NATO’nun amentüsü ile büyümüş bir güvenlik nesli derken bunu kast etmiştim” Benim yaş kuşağım Marshall yardımlarını, ilkokul yıllarında süt tozunu çok iyi hatırlar. IV. Murat’ın “yardım almaya alışan, emir almaya da alışır” ifadesindeki gerçek: bizi NATO’da hep (er) statüsünde tuttu. Doğal olarak erler emir alır. Bu arada ABD’den sonra en kalabalık orduyu da biz besledik. Ne yazı ki; ordumuzun silahı modern değildi. Silah sanayimiz yoktu. Hurdaya ayıracakları silahları bize satıyorlardı. Bazen şeytanlık yapıp hibe olarak verdikleri vardı ama bunların bakımı ve yedek parçası bize normal bedelin birkaç katını aşan maliyete ulaşıyordu.
Bir fikir vermesi için aktaralım: 1 Doların 130 kuruş olduğu 1941-44 yıllarında ABD bize 95 milyon dolarlık savaş malzemesi hibe etmişti. Bunların bakımı için ise bütçeden her yıl 400 milyon TL aktarılmıştı. Bütçemizin aslan payı askeri harcamalara gidiyordu. Almanya’nın 2. dünya savaşı sonrası ordusu lağvedildi. Askeri gideri minimize olan Almanya çok kısa sürede yaralarını savdı ve ticarette dünya devi oldu. Uzmanlar bir savaşta Almanya 3 gün dayanamaz görüşündedir. Rusya Ukrayna savaşı sonrası Almanya askeri harcama yapmaya başladı.
Ordusu olmayan Almanya’ya ve Avrupa ülkelerine gösterilen yakınlık bize gösterilmedi. Aksine bizde asker; siyasilerden daha önde muhatap kabul edildi. Askerde Türkiye’de devlet hissesinin çoğunluğunu elinde bulunduran bir edayla hareket ediyordu. Türkiye’yi bir şirket düşünün; seçilen başbakanlar şirketin CEO’su gibiydi, istedikleri anda görevine son veriyorlardı. NATO/ABD bu en güçlü kurum vasıtasıyla yapmak istediklerini yaptılar, yaptırdılar. Tekraren söylüyorum: Türkiye’de ki bütün askeri darbeler (bastırılan 15 Temmuz girişimi dâhil) NATO / ABD darbesidir.
NATO üyeliğimizi, sözünün eri olarak sürdürdük. Amma; batı bize karşı hiçbir zaman dürüst olmamıştır. Örneğin; Kıbrıs sorununun çözümü için asker sözü verdiler, bu söz üzerine Yunanistan’ın NATO’ya dönüşünü veto etmedik ama verilen söz yerine getirilmedi. Aynı şekilde Kıbrıs’ta Annan planını Türk tarafı kabul etti, Rumlar kabul etmedi. Buna rağmen Avrupa Birliği Güney Kıbrıs Rum kesimini üyeliğe kabul etti.
Merhum Denktaş; Batı başka konuşur, başka yapar, sözüne güven olmaz, sözleşme yapmak yeterli değil ayrıca önlem almak gerekir derken çok haklıydı. Kısaca batı; benim istediğim çizgide yaşayacak ve haline şükredeceksin diyordu.
İhtiyacımız olduğunda da yanımızda göremedik. NATO sözleşmesi 5’inci madde, Bir üye ülkeye yapılan saldırı NATO’ya yapılmış gibi değerlendirilir hükmü yıllardır hele hele soğuk savaş sonrası Türkiye için esirgenmiştir. Sadece şunun bilinmesi yeterlidir. ABD; terör örgütü PKK ile mücadelemizde bize, bırakın SİHA vermeyi kiralık İHA bile vermedi. Patriot vermesi zaten beklenemezdi. Bugün göründü ki; Kandili yöneten ülke ABD’dir.
Bu güne gelirsek; G-20 üyesi ve dünya beşten büyüktür deyip hegemonyayı sarsan bir Türkiye var, kendi silahını üreten bir Türkiye var.
Suriye’de ülkemiz güvenliği için ABD oyunlarını bozan, alışık olmadıkları bir Türkiye; kızmaları için gerekli gerekçedir.
Bu nedenle de NATO tatbikatında (güya sehven oldu) Atatürk ve Erdoğan düşman gösterilmiştir. NATO’da böyle bir hata yapılması imkânsızdır. Bilinmelidir ki; NATO’ya ABD’ye karşı Erdoğan’ın duruşunu hangi siyasi parti lideri gösterirse göstersin batı aynı şeyleri yapacaktır. Mesela İngiliz Kral veya kraliçesi ile başbakanı gösterilse ne olurdu? George Washington ile Biden veya Trump gösterilse ne olurdu?
NATO ile ilişkilerimizin seyri ne olmalı? NATO’dan hemen çıkalım mı?
Bu gün için NATO’dan ayrılmak, dünyanın en gelişmiş silah sistemlerine sahip askeri paktını karşısına almak demektir.
NATO içinde şu aşamada bulunmanın gerekçelerini sayarsak;
NATO’da veto hakkımız olduğu için aleyhimizde karar alınamaz.
Türkiye, NATO üyesi olarak Güney Kıbrıs’ın NATO üyeliğini veto ediyor.
Ayrılırsak Rumlar NATO üyesi olur ve Türkiye, Kıbrıs ve Ege sorununda sadece
Rum kesimi ve Yunanistan’ı değil, bütün NATO ülkelerini karşısına almış olur.
Meselâ: Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum kesiminin Avrupa Birliğine girmesi sonrası Avrupa’da siyasi dengeler Türkiye aleyhine dönüşmüştür.
Son söz: NATO’nun karşısında soğuk savaş dönemindeki WARŞOVA paktı gibi bir ittifak yoktur. Şenghay ise pakt olarak henüz kurumsallaşmamıştır.
Bu nedenle Rusya gibi, Çin gibi silah sanayisine sahip olup kıtalararası füzeler yapıncaya dek dengeleyen siyasi çizgimizi korumalıyız. Zaten Türkiye,
NATO’nun da kolay vazgeçebileceği bir ortak değildir.
Birinci Özal hükümetinin kabine dışından atanan Dışişleri bakanı Vahit Halefoğlu’nun kullandığı Latince bir deyimi hatırlatarak yazımızı noktalayalım. Suaviter in modo, fortiter in re "davranışta kibar, eylemde sert/kararlı"