OĞUZ UÇAR

Tarih: 23.03.2025 17:10

NE ANLADIYSANIZ O…

Facebook Twitter Linked-in

Adnan Menderes, 
Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu’nun idam edildiklerinde ben 1 aylık bebektim.

12 Mart 1971 muhtırası verildiğinde de 10 yaşındaydım!..

O dönemlerde internet, sosyal medya olmadığı gibi, bu kadar çok televizyon kanalı da yoktu. Herkesin evine gazete girerdi. O dönemde yaşayanlar, haberleri okuyarak öğrenirdi. Bu nedenle gazete satışları da yüksekti. Anlık haberler, radyolardan dinlenirdi. Evdeki büyüklerimiz, ülkede olana bitene ilgi duyunca bizler de merak ederdik.

Şimdi yazacaklarım bu günün gençlerine “çok eski tarih” gibi gelebilir. 
Ama geriye doğru baktığımda, bizim yaşadıklarımız da çoktan tarih olmuş. 

* * *

Yaşı benimle olanlar çok iyi hatırlarlar…

1968 yılına kadar TRT’nin radyo yayınları vardı. Ülkemiz o yıl siyah beyaz televizyon ile tanıştı. O dönemler günde 4-5 saat yayın yapılıyordu. 

Herkesin evinde televizyon bile yoktu.Televizyonu olanlara, akşamları oturmaya gidilir, reklamlar bile soluksuz izlenirdi. Küçük şeylerle mutlu olduğumuz güzel günlerdi.

O dönemlerde Uğur Dündar, TRT ekranlarında bir efsaneydi.
Onun yaptığı programları hiç kaçırmaz, büyük bir keyifle izlerken, Uğur ağabey benim idolüm oluverdi. Çocuk yaşlarda başlayan “Ülkemde ne oluyor?” Merakım yüzünden kendimi gazeteciliğin içinde buluverdim. Yıllar sonra idolüm Uğur ağabey ile Hürriyet’te çalışmak benim için çok büyük bir şerefti…
* * * 
İzin verirseniz, yaşadığım dönemle ilgili hatırlatmalara devam etmek istiyorum:

Bağımsız Türkiye mücadelesi veren Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan uzun takipler sonucu yakalanmıştı. Yapılan yargılamadan sonra 6 Mayıs 1972 tarihinde Ankara Ulucanlar cezaevinde asılarak idam edilmişlerdi. O süreci gazetelerden takip ediyordum. “Üç fidan”ın infaz edildikleri gün, bütün gazeteler haberi birinci sayfalarından duyurmuşlardı. Çocuk yüreğimle yaşananlara üzülmüştüm.(Yıllar sonra Ulucanlar Cezaevine gidip o idam sehpasını gördüm. O günleri hatırladım, içim titredi) 

Bu sarsıcı olaydan 8 gün sonra, 14 Mayıs 1972’de CHP’de Büyük Kurultay yapılıyordu. Genel Sekreter Bülent Ecevit, İsmet İnönü’ye karşı Genel Başkanlığı aday olmuştu. CHP delegeleri kendisini o gün Genel Başkan seçmişlerdi. Türk siyasetinde “Karaoğlan” dönemini işte öyle başlamıştı. 

O dönemlerde öğretmenler de, öğrencilerini eğitmek için çırpınırdı. Ortaokul öğrencisi olduğum dönemde de, Türkçe dersimizde öğretmenimizin teşviki ile Aşık Veysel’e bütün sınıf olarak mektup yazmıştık. Heyecanla ondan cevap beklerken 21 Mart 1973 tarihinde vefatını duyup ve üzülmüştük. Aynı yıl Atatürk’ün silah arkadaşı İsmet İnönü’yü de (İsmet Paşa) kaybedince çocuk yüreğimizdeki üzüntümüz katlanmıştı.

Bülent Ecevit (Karaoğlan) ile Necmettin Erbakan 1974 yılının Ocak ayında koalisyon hükümeti kurmuşlardı. Rumların orantısız saldırıları ile soykırıma uğrama tehlikesi yaşayan Adadaki Türklerin imdadına Ecevit ve Erbakan ikilisi yetişmişti.

* * *
Başta da söylediğim gibi 1960 ihtilalini görmedim. 
Ama 1971 Askeri Muhtırasını hatırlıyorum. 
Ama 12 Eylül 1980 ihtilalini ise çok iyi biliyorum. 
Çünkü ihtilalden bir yıl önce 1979 yılında gazeteciliğe başlamıştım. 

Hiç unutmuyorum; 12 Eylül 1980 bir Cuma günüydü. 
Davudi sesli Hasan Mutlucan’ın söylediği kahramanlık türküleri ile uyanmıştık. 
O gün, herkes için sokağa çıkma yasağı uygulanıyordu. Askerler polisler sokağa izinsiz çıkanı gözaltına alıyordu. Ama çömez bir gazeteci olsam da, Sıkıyönetim Bölge Komutanlığı’ndan “Sokağa çıkma izin belgesi” verilmişti. Bu nedenle sokağa çıkabilmiştim. O belgeyi hatıra olarak halen saklıyorum.

12 Eylül’ün ihtilalci Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, kendini Cumhurbaşkanı seçtirdikten sonra “demokrasiye geçileceği” müjdesini vermişti. Emekli General Turgut Sunalp’a amblemi horoz olan MDP’yi (Milliyetçi Demokrasi Partisi) kurduran Evren paşa gittiği her yerde MDP’ye destek vermeye başlamıştı. 

Ama bu millet 1983 seçimlerinde Turgut Özal’ı ANAP’ı (Anavatan Partisi) tek başına iktidara getiriverdi. ANAP’lı ilk yıllar güzel olsa da, Özal’da, Adnan Menderes gibi iktidarının son yıllarında işler kötüye gittikçe basına karşı sertleşmişti.

* * *

Bizim kuşak insanlar, neler yaşamadı ki?

Bu ülkenin yetişmekte olan akıllı gençleri, 12 Eylül öncesi sağ-sol çatışmalarında birbirlerini katletmişti. Yazık oldu hepsine de. Yıllar sonra her iki tarafta olanlar , emperyalistlerin oyununa geldiklerini farketti. Bugün onlar sıkı dost oldular. 

Ama emperyalistlerin oyunları yine bitmedi!

Bu defa da PKK terör örgütünü bu milletin başına bela ettiler. 
Bu yolda bir çok şehitler verdik, çok üzüntüler yaşadık. Ama bugün geldiğimiz noktada “Teröristbaşı gelsin Mecliste konuşsun” “Gitsin Malazgirt’te konuşsun” denildikçe içimiz yanıyor.

Terörü, enflasyonu, tabii afetleri biz yaşadık! 
Ülkenin Genel Kurmay başkanı için “terörist” suçlaması yapıldığını gördük!
Sonu boşa çıkan “Balyoz” “Ergenekon” operasyonlarında Kemalist Subaylarımızın ordudan tasfiye edilmeleriyle kahrolduk! 

15 Temmuz İhanetini yapanlara isyan ettik!

Ne kadar ilginç noktaya geldik, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyenler ordudan atılıyor şimdi! Muhalif partilerden seçilen belediye başkanları “terör örgütü başı” denilerek bir bir görevden alınıyor. 

Düşünüyorum da; Bu ülkede ne kadar çok terörist varmış(!)

Ama sizler de hatırlıyorsunuz; 
AKP kendi kadrolarından seçilerek Belediye Başkanı olan İBB Başkanı Kadir Topbaş ve ABB Başkanı Melih Gökçek, Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Edip Uğur gibi nice isimler görevlerinden alınmıştı. Başkan Uğur’un göreden alındıktan sonra nasıl gözyaşlarına boğulduğu, hala gözlerimin önünde duruyor. 

Halâ merak ediyorum; “Eğer o başkanların suçları yoksa neden görevden alındılar? Suçları varsa, neden yargı önüne çıkarılmadılar?”

* * *

12 Eylül öncesinde TRT tek kanal olmasına rağmen tüm parti liderlerine eşit yaklaşır, herkese eşit konuşma hakkı verirdi. Seçim öncesi bütün liderleri bir masa etrafında toplamak onlara ciddi sorular yöneltirdi. Siyasi parti liderleri de, birbirlerine saygılı bir üslup içinde konuşurlardı.

Şimdi televizyonların sayısını bilen yok. Ama muhalefetin çıkabileceği kanal sayısı bir elin parmaklarından bile az! Zaten onların başında da RTÜK sopası var. 
RTÜK, muhalif televizyonlara ayar(!) Veriyor.

Siyasilerin kavgalı tehditli konuşma tarzlarından artık yorulduk!
O beğenmediğimiz 12 Eylül öncesi dönemde bile, bunları yaşamadık!

Sözü uzatmak istemiyorum. 
Çünkü aklıma İzmir Bornova’da 57’nci Topçu Tugayındaki bölük komutanım Yüzbaşı Mehmet Kenan geldi. Kendisinin hiç unutamadığım bir sözü vardı;
“Az laf, çok iş” derdi. 

İşte bu nedenle sözlerimi noktalıyorum. 
Sizleri "Derin anlamları" olan sözlerle selamlamak istiyorum.

* En iyi hükümdarlık, halkın kalbinde kurulandır (Napoleon Bonaparte)
* Vicdan, avukatı olmayan mahkeme salonuna benzer (Ingiliz Atasözü)
* Toplumun düzenini sağlamak için kanunların herkese aynı şekilde uygulanması sağlanmalıdır. (Demosthenes)
* Büyük imparatorlukların çöküş nedenlerinden en önemlisi, kanunları kendilerine göre yapmaları ve halkı dikkate almamalarıdır. (Anatole France)
* Kötü hükümetlerde uygulanan kurallar da kötüdür. (August Kotzebue)
* Kanunun bittiği yerde, zulüm ve baskı başlar. (William Porter)
* Beyliği yakışmayana verirsen, her kavşağa sopalı bekçi diker. (Türk Atasözü)

Bana ne demek istediğimi sormayın lütfen, sizler ne anladıysanız o’nu demek istedim!..


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —