İçimizdeki sevinci, umudu (kolay olmasa da) korumaya çalıştığımız bir bayramın daha arefesindeyiz.
Eskiler; “Ah... nerde o eski bayramlar” diye hayıflanırken gülerdim içimden...
Yaşlarına verir, pek kulak asmazdım.
Meğer ne kadar da haklılarmış...
Çünkü o zamanlar, komşularımızın, arkadaşlarımızın siyasi görüşü, etnik kökeni, inancı, mezhebiyle ilgilenmezdik.
İnsanlıklarıydı önemli olan...
Nereli olduğunu sormak ayıp sayılırdı.
Henüz Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) daha icat edilmemişti!..
Herkesi olduğu gibi kabul eder, saygı duyardık.
Komşularımızdı onlar, arkadaşlarımızdı.
Herkes birlikteydi, bir bütündü.
Henüz BOP daha icat edilmemişti!..
Şu an sahip olduğumuz birçok şey yoktu ama; neyimiz varsa koyardık ortaya.
Yok'u az, az'ı biraz yapıp bölüşürdük. Hayat çok güzeldi, herkes mutluydu.
Henüz BOP daha icat edilmemişti!..
Fakat bu klâsik “Yeşilçam Filmi” uzun sürmedi.
İlk olarak içimize partizanlık tohumlarını serptiler, sağcı-solcu diye böldüler, bir anda toplum ayrıştı...
Çelik gibi aileleri bile parça parça ettiler. Yakın akrabalar görüşmeyi kesti, kardeş kardeşe düşman oldu. Baba oğluyla konuşmaz, anne biricik yavrusuna sarılmaz oldu.
Cenazelerde bile insanlar birbirinden gözlerini kaçırdı...
Bununla da yetinmediler.
Sonrasında mezhep fitnesini çıkardılar. Aynı şeye inanan ama farklı şekillerde inançlarını yerine getirenleri karşı karşıya getirdiler.
Komşu komşuya, arkadaş arkadaşa selâm vermez oldu...
Oysa komşuluk hakkını en iyi bilen bir ulustuk! “Komşu komşunun külüne muhtaçtır” sözünü hemen unutuverdik.
E, fırsat bu fırsat; şer odaklı dış bağlantılı cemaatler, tarikatlar da boş durmadı elbette.
Laikler, dindarlar diye kaşıdılar toplumu. Allah'ın kuluna soracağı soruları onlar sorar oldu millete.
O kadar ileri gittiler ki; otel içindeki insanları ateşe verdiler, Allah'tan korkmadan!
. . .
Hafızalarımızdan kolay kolay silinmeyecek çok acılar gördük, yaşadık...
Kaç sınavdan, kaç kumpastan galip çıktık...
Kurulan tezgâhları yıktık!.
Küresel oyunları bozduk. Birlikte yaralarımızı sardık.
Biz kırılanları tamir etmeye çalışırken, yanımızda kimse yoktu. Din kardeşi olarak bildiğimiz (güya ümmet kardeşi olduğumuz) ülkelerin kılları kıpırdamadı. Hatta içlerinde sevinenler bile oldu...
Sahi; Türk'ün Türk'ten başka dostu var mıydı? Bazı istisnalar hariç, ben hatırlamıyorum...
Her sıkıntıda kendi göbeğimizi kendimiz kestik!
Tüm saldırıları birlikte def ettik.
Ne kadar çok uğraşsalar da; birliğimizi, beraberliğimizi bozamadılar, bunu başaramadılar!
Nihayet tüm o kötü günler artık geride kaldı diye sevinip; toplum olarak düşünceler ve inançlar insanların kendi iradelerinin kararıdır diye düşünürken; o kirli, emperyalist eller yeniden devreye girdi.
“Büyük Ortadoğu Projesi” diye adını koydukları pimi çekilmiş bombayı kucağımıza bıraktılar.
Diğer mühendislik hesapları tutmayınca, bu kez de etnik kimlik üzerinden ayrıştırmaya, ötekileştirmeye başladılar.
Her belayı def ettik, sıkıntıların hepsini birlikte aştık aşmasına da; bu illet başımıza bela oldu.
Korkarım bu kez durum farklı. Çünkü düğmeye basanlar, evimize ateşi verenler yalnızca dış güçler değil; mahallemizden birileri de işin içinde!..
Kendilerini gizlemeyi yıllarca başarmış, bu ülkenin ekmeğini yemiş, suyunu içmiş o işbirlikçiler, şimdi hainlerle birlikte sahnedeler!...
Üstelik bu Damat Ferit 'ler, bu fesliler; yıllardır içlerinde biriktirdikleri kinlerini, nefretlerini açık açık söylemekte artık bir sakınca görmüyorlar. Her şeyi gözümüze soka soka, göstere göstere yapıyorlar.
Türk kelimesine duydukları alerjilerini, düşmanlıklarını gizlemiyorlar artık...
“Keşke Yunan galip gelseydi.” diyebilecek kadar şerefsizler!..
Ama “Her şerde bir hayr vardır.” sözü tam da günümüz için söylenmiş sanki.
Çünkü tepenin arkasını görmemiz ve tüm olanları iyi anlamamız için aslında bu büyük fırsat.
Tabi görmek isteyene sözüm. Diğerleri gerçeklerden kaçmaya devam edebilir.
Peki nasıl anlayacağız, nasıl fark edeceğiz bu yerli işbirlikçilerini?
Aslında çok basit...
Anlatayım;
1–Her kim “Ne mutlu Türküm Diyene” demekten rahatsızlık duyuyorsa bilin ki, millî değildir!
2–Her kim terör örgütü elebaşı, bebek katiline; “Sayın” veya “Kurucu Önder” diye hitap ediyorsa bilin ki, bölücüdür!
3–Her kim Atatürk'ten ve kurduğu Cumhuriyetten rahatsızlık duyuyorsa bilin ki, yabancı istihbarat örgütlerinin elemanıdır!
4–Her kim Anayasamızın ilk dört maddesini değiştirmeye kalkıyorsa bilin ki, evimizi ateşe vermeye çalışan Türkiye düşmanıdır!...
Bir de;
5–Okullarda okunan “Andımız” ı kim ya da kimler kaldırdıysa veya bu karara sesini çıkarmadıysa işte onlar da gayrı millîdir!...
Son olarak; Her kim terör örgütünü 4 Mayıs tarihinde Malazgirt'e kongre yapmaya davet ediyorsa; bilin ki, Sakarya'da, Dumlupınar'da, Çanakkale'de yendiğimiz batılı düşmanlarmızın artıklarıdır!
. . . . .
Bol bonuslu, dokuz günlük Ramazan Bayramı tatilinde bunları düşünecek çok zamanımız olacak.
Düşünelim...
Kimler vatansever, kimler değil!
Düşünelim de; sonrasında başımıza nelerin gelebileceğini iyi kavrayalım...
Anlayalım da; eski bayramları hatırlayıp en azından birlikte yâd edecek, birbirimizin gözüne bakacak yüzümüz olsun.
Artık gerçekleri görüp dostu düşmanı iyice tanıyalım ki; eskilerin iç çekerek, özlemle söylediği gibi; “Ah, nerede o eski bayramlar” diye hayıflanmayalım!
Geç olmadan!..
Önümüzdeki her bayram, bir öncesinden daha güzel olsun.
Ramazan Bayramımız kutlu olsun...