Bu hafta, Köy Enstitülerinin mimarı İsmail Hakkı Tonguç'tan söz edeceğim.
1893 Yılında Bulgaristan'ın Silistre kentinin Tatar Atmaca köyünde dünyaya gelir.
Sekiz çocuğun en büyüğüdür.
Bu yüzden evin yükü küçük yaşlarda onun omuzlarındadır.
Barakadan bozma bir evde yaşarlar. Bir sabah kalktıklarında damdan akan yağmur suyu küçük kardeşinin beşiğini doldurduğunu görürler.
Ve o küçük kardeş bir süre sonra hayatını kaybeder...
1914 yılında eğitimine devam etmek için tek başına kalkıp İstanbul'a gelir.
Parasız yatılı öğrenci olarak Kastamonu Muallim Mektebine, o zamanın Maarif Nazırı Şükrü bey tarafından kaydı yaptırılır..
(O yıllarda bir öğrencinin koskoca Maarif Nazırı'na ulaşması ne kadar da kolaymış değil mi?
Ya...
Günümüzde bırakın ulaşmayı, fotoğrafını görebilene aşk olsun!)
İsmail Hakkı Tonguç, o sabah erkenden okulun kahvaltısına kalkar. Ogün; 21 yaşında, ilk kez karnı doymuştur...
İki yıl sonra İstanbul'da devam eder öğrenimine. Mezun olduktan sonra sırasıyla, Eskişehir, Konya ve Ankara'daki Muallim Mekteplerinde öğretmenlik yapar.
1918 ve 1922 yıllarında devlet iki kez Almanya'ya gönderir. Döndüğünde, Ankara'da merkezdeki yöneticilerden biridir artık.
26 Ocak 1927 yılında ilkokul öğretmeni olan Nafia Kâmil ile evlenir. Bu evlilikten Engin (1928) ve Yalım (1936) adında iki çocukları olur.
3 Ağustos 1935'te İlköğretim Genel Müdürü olarak, vekaleten atanır.
Ve bir yıl sonra, 1936 yılında; Köy Enstitülerinin modeli sayılan ilk Eğitmen Kursu'nu; Eskişehir, Mahmudiye Köyünde açar.
Atatürk'ün de desteği ile okuma yazma bilen gençler, bu okulda Eğitmen olarak yetiştirilir ve kendi köylerine öğretmen olarak atanır...
(O tarihte ülkede okuma yazma bilenlerin oranı, yalnızca yüzde yedi. Hani bazıları diyor ya; “Latin alfabesine geçtikten sonra mezar taşlarını okuyamaz hale geldik!” diye. Zaten okuma bilmiyorsun be kardeşim! Neden şikâyet ediyorsun? )
Neyse...
Biz devam edelim...
İsmail Hakkı Tonguç, İlköğretim Genel Müdürlüğüne vekaleten baktığı yıllarda, tek başına at sırtında köy okullarını sıkça ziyaret eder.
Yanlış okumadınız, at sırtında!
Son model makam araçlarıyla ve korumalarıyla değil...
Yine bu ziyaretlerin birinde, bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaktadır.
Sırılsıklam okula girer.
Kim olduğunu söylemez.
Öğretmen, çocukları çatının akmayan bir bölümüne toplamıştır.
–Çocuklar, bana bir merdiven bulabilir misiniz? der.
Hemen içlerinden biri kapar getirir merdiveni.
Yağmur altında çıkar çatıya, güzelce tamir eder. Bir damla bile akmayacak hale getirir...
Oradan ayrılırken öğretmenin cebine bir kart bırakır.
Yine atına binerek yağmur altında okuldan uzaklaşır.
Öğretmen cebindeki kartı çıkarır, bakar; kartta şöyle yazmaktadır:
“İsmail Hakkı Tonguç
İlköğretim Genel Müdürü”
Öğretmen kartın arkasını çevirir ve bir de not görür: “Çatı yeniden yağmur akıtırsa, bana mektupla bildirebilirsin.”
Görevde olduğu dönemde Köy Enstitüleri için çok emek verir. Binlerce genç mezun olur bu okullardan.
Ama “ülkemizdeki hiçbir başarı cezasız kalmaz!” gerçeği burada da hayat bulur; 25 Eylül 1946'da görevden alınarak, Talim Terbiye Kurul üyeliğine getirilir.
Sonrasında değişik yerlere öğretmen olarak, adeta oradan oraya sürgün gönderilir.
Bu, tam sekiz yıl sürer..
Yaşamı boyunca ideallerinden vazgeçmeyen Tonguç, 1954 yılında emekli olur.
Son olarak kapanan Hasanoğlan Köy Enstitüsünü ziyaret ettikten on gün sonra, 24 Haziran 1960 tarihinde vefat eder.
Bir İlköğretim Genel Müdürü düşünün.
Ziyaret ettiği bir köy okulunun damını kendisi tamir ediyor.
Mekânı cennet olsun.
Nurlarda uyusun..
* * * * * * *
Okullarımızın ve eğitimimizin şu anki durumunu görünce; o zamanın şartlarında bunları başaranlar, günümüzde hâlâ yaşasalardı, eğitim kurumlarımız acaba nasıl olurdu diye düşünmeden edemiyor insan..
Şimdi durup dururken;
“Bu da nereden aklına geldi?” diye sormayın.
Ne bileyim, işte öyle birden şimşek çaktı beynimde.
Benimkisi de iş olsun yani.
Aslında okullar olmasa; valla ne kadar da güzel yönetilir, şu Milli Eğitim Bakanlığı.
Hem öğretmene de ihtiyaç olmaz. Yok atandı, yok atanmadı derdi de böylelikle ortadan kalkmış olur.
Devletimizin bütçesi de oldukça rahatlar.
Artık çocuklar, gençler başlarının çaresine baksın bi zahmet. Her şeyi de devlet düşünecek değil ya!
Ha, mustahdem mi?
Aman; hiç gülesim yoktu.
İlahi, o da neyin nesi yahu?...
Sağlıcakla kalın.
Tansel GEYİK