Ortada bir cenaze var.
Kimse namazını kılmıyor.
Çünkü cenazenin kime ait olduğu belli değil; herkesin parmağı var bu ölümde.
Liyakatin ölümüdür bu.
Hakkın, adaletin ve emeğin tabut içinde taşındığı bir cenaze…
Ve hepimiz, kimimiz isteyerek kimimiz susarak bu katlin ortaklarıyız.
Son günlerde patlayan diploma çetesi olayı, yalnızca bir yolsuzluk değildir.
Bu, Türkiye’nin ruhsal MR’ıdır.
Filme baktığımızda gördüğümüz şey: Kemiklere kadar işlemiş çürüme.
Çünkü sahte diplomalar sadece bireysel bir suç değil, toplumsal bir meşruiyet krizi yaratır.
Artık kimin hak ederek orada olduğunu, kimin sahtekârlıkla yükseldiğini ayırt edemiyoruz.
Ve bu belirsizlik, toplumu kemiren güvensizlik virüsünü besliyor.
Durkheim, toplumsal düzenin en büyük düşmanının anomi olduğunu söyler:
Kuralların işlemediği, değerlerin anlamını yitirdiği bir kaos hali…
Bugün Türkiye’de liyakat duygusu öldü.
Artık gençler “çalış, hak et, yüksel” formülüne inanmıyor.
Çünkü gördükleri şey şu: Çalışarak değil, tanıyarak kazanırsın.
Bildiğin kadar değil, kimleri bildiğin kadar değerlisin.
Diploma sahtekârları yalnızca kendi çıkarlarını kovalamıyor; onlar toplumu bir “yalan düzenine” mahkûm ediyor.
Artık her unvan, her başarı, her makam şüpheli.
Gerçekten mühendis mi, yoksa diploma mı satın aldı?
Hakim mi, yoksa bir tanıdığın referansıyla mı oturdu o kürsüye?
Bu şüphe, toplumun damarlarını kurutan bir zehir gibi yayılıyor.
Çünkü güven, ekmekten suya, hava kadar temel bir ihtiyaçtır.
Max Weber, bürokrasinin gücünü “ehliyet ve liyakat” ilkesine bağlar.
Türkiye’de ise bürokrasi, sahte belgelerin ve torpilin eliyle ahlaki bir ceset haline geldi.
Kamu kurumları artık dürüst insanların yeteneklerini değil; sessizliğini ödüllendiriyor.
Ve sessiz kalan her dürüst insan, farkında olmadan bu çürümeye ortak oluyor.
İsmet Özel’in dediği gibi:
“Benim sadakatim, sadakatsizliğinizden büyüktür.”
Biz sadakatimizi liyakate verdik, onlar ise sadakatsizliklerini torpile adadı.
Biz adaletin tarafında durduk, onlar ise güçlüden yana saf tuttu.
Ve bugün geldiğimiz yer, işte bu tercihlerimizin toplamı.
Diploma çetesi meselesi, birkaç kişinin yargılanmasıyla kapanmaz.
Çünkü bu bir hukuki mesele değil, bu bir ahlaki buhrandır.
Bu olay, ülkenin gençlerine verilen en net mesajdır:
“Emek, zekâ ve yetenek artık değerli değil; sistemin dilini konuş, ilişkini kur, kapını açtır.”
Eğer toplum bu noktada ayağa kalkmazsa, geleceğimiz yalnızca liyakatsizlerin aristokrasisi olacak.
O zaman mezuniyet törenlerinde alkışladığımız gençler değil, sahte diplomalılar podyumda yürüyecek.
Ve biz, bu çürümeyi seyrederken kendi mezar taşımıza şu cümleyi kazıyacağız:
“Sustuk.”