Türklerin Anadolu’ya girişi için yanlış bir galat-ı meşhur ile 1071 Malazgirt Zaferi nirengi noktası kabul edildiği, Ortadoğu’da Türk varlığı için de Yavuz Sultan Selim’in İran ve Mısır Seferleri ile başlatıldığı görülmektedir.
Sümerlerin, Amazonların hatta daha eski kavimlerden bazılarının Türk oldukları iddia edilmekle birlikte Türk kavmi olabilirlikleri de kuvvetle muhtemel görülmektedir. Ancak Milattan Sonraki dönem için Ortadoğu’da Müslüman Türk varlığının 751 Talas Savaşı’ndan kısa bir süre sonra başladığı hatırda tutulmalıdır.
Tolunoğulları Devleti 1071 Malazgirt Zaferinden 203 yıl önce kurulmuştur. Siyasi ve sosyal olarak çöküş yaşamaya başlayan Abbasi Halifeliği yönetimine karşı bağımsızlığını ilan eden Ahmet bin Tolun tarafından 868 yılında Mısır/Fustat (Kahire) merkezli kurulan Tolunoğulları Devleti kurucusu Ahmet bin Tolun başta olmak üzere idarecileri ve ordusu ile bir Türk Devleti’dir.
Hatay, Tarsus, Suriye’nin batı bölgesi, Lübnan, İsrail, Filistin, Ürdün, Mısır ve Libya’nın doğu bölgesi arasındaki toprakları idaresi altında bulunduran ilk bağımsız memlüklerden (köle/paralı profesyonel asker) oluşan Türk kökenli bir hanedan olan Tolunoğulları’nın bir diğer önemi ise Müslüman olan Türklerin kurduğu ilk bağımsız devlet olmasıdır[1].
Bazı kaynaklarda ilk Müslüman Türk Devleti olarak İtil Bulgar Hanlığı kabul ediliyor olsa da İtil Bulgar Hanı İlteberi Almus’un girişimleriyle 922 yılında İslamiyet resmi devlet dini halini almıştır ancak sembolik de olsa Hanlık 965 yılına kadar Hazar Hanlığı’na bağlıdır[2]. Dolayısı ile Tolunoğulları, tarihsel süreç olarak İtil Bulgarlar Hanlığı’ndan önce kurulmuştur.
905 yılına kadar varlığını sürdüren Tolunoğulları, Abbasilerin zayıflamaya başladığı bir dönemde kurulmuş olsa da Abbasiler ile Şii Karmatilerle devam edegelen mücadelelere bağlı olarak zayıflamış ve Abbasilere bağlı yine bir Türk komutan olan Muhammed bin Süleyman tarafından yıkılmıştır.
Tolunoğulları Devleti’nin yıkılmasından sonra toprakları 30 yıl boyunca Abbasi valileri tarafından yönetilmiştir. Ancak Kuzey Afrika üzerinden Fatımîler, Suriye merkezli Karmatiler ve iç isyanlarla istikrar sağlanamadığı görülmektedir. Sık sık değiştirilen valiler bir türlü otorite ihdas edememiştir.
Memlük olarak Abbasi hizmetinde bulunan ve Dımaşk Valisi olan Fergana Türklerinden Muhammed bin Tuğc, Mısır valisi olarak tayin edilmiştir. Muhammed bin Tuğc’un kısa sürede düzeni sağlaması üzerine Abbasi Halifesi er-Radi Billâh tarafından 935 tarihinde “hükümdar” anlamına gelen Ihşid unvanı verilmiştir. Muhammed bin Tuğc’un atalarının daha önce Fergana bölgesinde melik olmalarından[3] dolayı Halife tarafından bu unvanın verildiği anlaşılmaktadır.
Yöneticileri ve ordu yapılanması Türklerden oluşan Ihşidiler, Tolunoğulları’nın idare şeklini taklit etmişlerdir. İç isyanlar, savaşlar, kıtlık, salgın hastalıklar ve Fatımîlerin Mısır coğrafyasını istilalarına[4] bağlı olarak uzun ömürlü olamayan Ihşidiler Devleti 969 yılında yıkılmıştır. Ancak Ihşidiler’in, Tolunoğulları topraklarında hüküm sürmekle birlikte Mekke ve Medine şehirlerini de topraklarına dahil ederek Batı Arabistan, Libya içlerine kadar uzanan toprakları da idaresi altına almış olması nedeniyle daha geniş sahada hüküm sürdükleri görülmektedir. Ihşidiler’e Akşitler de denilmektedir.
Ihşidiler’den sonra Fatımîlerin hüküm sürdüğü bu topraklarda yerleşik Türklerin yaşamaya devam ettikleri muhakkaktır. Yaklaşık 200 yıl hüküm süren Fatımîler’in zayıflamasına bağlı olarak yaşanan iç karışıklıklar nedeniyle 1127-1250 yılları arasında Suriye, Güneydoğu Anadolu, Ürdün ve Mezopotamya sahasında hüküm sürmüş olan Türk Devleti Zengîler’in Hükümdarı Nurettin Zengî’den yardım istenmiştir.
1169 yılında yardım isteyen Fatımî Halifesi Adid-Lidinillah ve vezirlerin talepleri ile Nurettin Zengî, komutanlarından Şirkuh’u Mısır’a göndermiştir. Şirkuh, Selattin Eyyubi’nin amcasıdır ve Selahattin Eyyubi de büyük bir kısmı Oğuzlardan oluşan orduda üst düzey komutan olarak yer almıştır.
Şirkuh, Mısır’a girdikten sonra Halife Adid-Lidinillah’ın veziri olmuştur ancak 2 ay sonra hayatını kaybedince yerine Selahattin Eyyubi “el Meliku’n-Nâsır” unvanıyla vezir olmuştur. Böylece Nurettin Zengî’nin komutanı olan Selahattin Eyyubi aynı zamanda Fatımî Devleti’nde vezir olarak yer almıştır[5].
Ihşidiler’den 202 yıl sonra 1171 yılında Selahattin Eyyubi tarafından kurulan Eyyubiler Devleti, 1348 yılına kadar varlığını sürdürmüştür. Eyyubiler Devleti halkının çoğunluğu Türklerden oluşurken, devlet kademesi ve ordusunun ise neredeyse tamamının Türklerden oluşması, Büyük Selçuklu Türk Siyasi duruşunda hareket etmeleri dikkate alındığında bu devlet de Türk Devleti kabul edilmektedir. Selahattin Eyyubi’nin etnik durumu üzerine birçok farklı tezler ileri sürülse de Eyyubi Devleti her bakımdan bir Türk siyasi teşekkülü olarak varlığını sürdürmüştür.
İbn Haldun’un, Mukaddime isimli eserinde Eyyubiler için “Türk Devleti” tabirini kullandığı görülmektedir. Ayrıca Nurettin Zengî, kendisinden yardım isteyen Fatımî veziri Şâver’e yazdığı mektupta “Türklerden bir ordu göndereceğini” söylemesi ve Esedüddin Şirkuh’un komutasında Mısır’a giden 7000 civarındaki süvariden 6000’den fazlasının Türk olması ve Selahattin Eyyubi’nin de komutan olarak yer alması, Selahattin’in Türk olduğunun delili[6] kabul edilmektedir.
Ayrıca dönemin tarihçilerinden İbn Attar “Fatımîlerden sonra Mısır’da saltanat Türklerin eline geçti” yazdığı örneğinde görüldüğü üzere Eyyubi Devleti için bütün kaynaklar “ed-Devletü’l Etrak” (Türklerin Devleti) tanımlaması[7] Eyyubilerin Türklüğüne örnek gösterilebilir.
Eyyubi ordusunda çoğunluğu Kafkaslardan getirilen Kıpçak Türklerinden oluşan kölemen emirlerinden İzzeddin Aybek, Bağdat Abbasî Halifesi Müsta’sım-Billâh’ın da devreye girmesiyle 3 Temmuz 1250 tarihinde Eyyubi Sultanlığını ele geçirmiş ve Memlükler Devleti resmen kurulmuştur.
İzzeddin Aybek ve kurucu çevrenin özellikle Türk asıllı âzatlı emîrlerden oluşması nedeniyle devletin adı Memlükler/Kölemenler olarak tanımlanıyor olsa da İbn Haldun’un Mukaddime adlı eserinde de geçtiği gibi dönemin bütün tarihçileri Memlükler için “Türk Devleti” adını kullandıkları görülmektedir[8].
Memlükler Devleti, tarihi açıdan Bahrî Memlükleri (Birinci Memlükler; 1250-1382) ve Burcî Memlükleri (İkinci Memlükler; 1382-1517) olmak üzere iki döneme ayrılıyor olsa da devamlılık esasına bağlı olarak tek devlet kabul edilmektedir. Memlük Devleti’nin resmi dili Türkçedir.
Baybars, Ayn Calut Savaşında Moğolları ilk kez yenilgiye uğratmasıyla tarihe geçerken Memlükler, Elbistan Savaşında da Moğolları yenilgiye uğratmayı başarmışlardır.
Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim’in İran Seferinde 3 Ağustos 1514 günü Şah İsmail’i geri çekilmek zorunda bırakarak galip gelmesinden sonra Ağustos 1516-22 Ocak 1517 arasında Memlükler Devleti ile bir dizi savaşlara müteakip 267 yıl hüküm süren Memlükler yenilmiş ve toprakları yine bir Türk Devleti olan Osmanlı Devleti’ne dahil olmuştur.
Mısır, 1798-1801 yılları arasında Fransa, 1882'de İngiltere tarafından işgal edilmiş ve bu ülkelerin fiili himayeleri altına girmiş olsa da resmi açıdan 1914 yılına kadar Osmanlı Devleti’nin bir parçası olarak kalmıştır. Filistin ve Suriye bölgeleri ise Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda yenilgisiyle kaybedilmiştir.
Sonuç olarak;
7 Ekim 2023 tarihinde Gazze Şeridi’nbde başlayan İsrail-Filistin çatışmaları ve İsrail’in son yüzyıldaki en büyük soykırımlarından birisini uyguladığı, Lübnan Hizbullahı’nı vuruyorum diyerek nasum Lübnan halkını bombaladığı olayların cereyan ettiği günler yaşanmaktadır. TV ve basın-yayın kuruluşları sık sık olayları değerlendirmektedirler.
Ancak İsrail’in Filistin/Gazze Şeridi ve Lübnan’a saldırılarını değerlendiren muhabirler, tarihçiler hatta siyasilerden bazılarının “402 yıl Türk idaresinde kalan topraklar…” tabirini kullandıkları görülmektedir. Dolayısı ile Filistin topraklarındaki Türk idaresini Osmanlı Devleti ile sınırlandırdıkları ve yanlış ifadelerini defaatle tekrar ederek, Irak, Suriye ve Mısır sahalarında Türklerin varlığının 1000 yıldan fazla olduğu geçeği görmezden gelinmektedir.
Mısır Merkezli Tolunoğulları Devleti’nin 868 yılında kurulmasından 1918’e kadar Ihşidiler, Zengîler, Memlükler ve Osmanlı Devleti silsilesiyle nerdeyse kesintisiz bir şekilde 1050 yıllık Türk idaresi, 402 yıla indirgenerek Osmanlı dönemi ile sınırlandırılması çok büyük bir yanlışlığı ihtiva etmektedir.
Karar alıcı mekanizmaların danışmanları sıfatıyla metin yazarlığı yapanların da bu yanlışlığa düşmelerine bağlı olarak resmi makamlarda yer alan devlet kademelerinin de hatalı söylemlere yönlendirilmesi ise çok daha büyük bir hata olduğu/olacağı muhakkaktır.
Ayrıca 1000 yılı aşan süre ile Türk idaresinde kalan Ortadoğu ve Mısır merkezli sahalar için Türkiye’nin duyarsız kalamayacağından hareketle, bu sahalarda Türk varlığının hala devam ettiği ve Türkiye’nin gönül coğrafyası içerisinde olmalarına bağlı olarak, yaşanan her türlü gelişmeler bir şekilde Türkiye’yi de ilgilendirmektedir. Emperyalist devletler başta olmak üzere bölge ülkelerinin emellerinden bir farkla; “Türkiye, sömürmek içi değil, insani ve vicdani fıtratı gereği” bu bölgelerle ilgi ve alakasını sürdürmektedir.
Son söz olarak; İslam İşbirliği Teşkilat (İİT) kurulduğu zamandan itibaren etkili bir karar almakta maalesef ki başarı sergileyemedikleri görülmektedir. İİT üye ülkeleri, mezhepler üstü ve emperyalist ülkelerin çıkarları hilafına kararlar alamadıkları sürece bu coğrafyada kan ve göz yaşları dinmeyecektir.