Gündem Gazetecilik mesleğinin kalbidir…
Sayfalara konacak haberler, Radyo bülteni ve TV ekranlarında “nereden başlayalım” şeklinde haberler okunur, Muhabirlere hangi konularda neleri kovalamalarını tartışırken, Foto Muhabirlerinin çektiği olağanüstü kareler ve tüm dünyada önünüze gelen bilgiler önünüzde durur.
İşte orada bir Opera bestesi besteler gibi okuyucunun, izleyicinin ve kulaklarına işiteceklerinin bir uyumu her gün, her saat bir kere daha bestelenir sanki.
Bir müzik eseri de haberdir esasında. Şarkı sözleri yaşamın gerçeklerini tüm dünyaya binlerce kez kulaklarda kalır.
Yıl 2000. Arjantin’e gitmiştim…
Formula-2 yarışlarını izleyecektim.
İskender ATAKAN eski bir araba yarışlarının pilotu ve İş Adamı olarak “ATAKAN TEAM” aracını üretmiş ve birinciliği yakalamak için büyük emek veren ekibi ile harıl harıl çalışmakta.
CORDOBA kentine gelene kadar Havaalanlarından kalkışlar ve inişler beni Oteldeki odama girene kadar 24 saat geçmişti.
Eşyalarımı fırlattım. Televizyonu açtım.
Aman Allah’ım ekranda TARKAN. “OYNAMA ŞIKIDIM, ŞIKIDIM!” çalıyor. Odadan fırlayıp, Otelin lobisine indim.
İskender ATAKAN’a “Kardeşim, Arjantin’e mi geldik, yoksa Adana’ya mı geldik” diye seslendim.
İskender Bey, biraz şaşırdı! “Efendim, TV ekranında hangi şarkı söyleniyor, biliyor musunuz?” diye sordum.
Şaşkın şaşkın bana bakıyordu. “OYNAMA ŞIKIDIM” çalıyor dedim.
İşte haber buydu...
Latin Amerika’ya gelmişiz, Arjantin TV ekranlarında TARKAN şarkısını söylüyor. Bu gerçek bir manşetti. Gazetemi aradım, “Formula’yı boş verin. Arjantin’de en çok izlenen şarkı TARKAN’ın OYNAMA ŞIKIDIM, ŞIKIDIM. Manşet bu!” dedim.
Sayfalarda bu haber yerini çoktan aldı. Bir Türk şarkıcısının dünyada hit olmasının ne olduğunu orada anladım.
“FORMULA-2” yarışlarının birincisi, İskender ATAKAN’ın kurduğu “ATAKAN TEAM” birinci olunca bu kadar keyifli bir yarışma izlediğimi hatırlamıyorum.
12 EYLÜL 1980
12 Eylül günü Türkiye’de yaşanılan olayları biliyorsunuz..
Benim anlatmam bir işe yaramaz. Ancak 11 Eylül günü Ankara’da TRT Genel Müdürlüğünün içindeki Haber Dairesi Başkanlığımda TV kanalında kaşeli Eurovizyonda çalışıyorum.
Rahmetli TRT Genel Müdürü Doğan KASAROĞLU ve Haber Dairesi Başkanı Muammer Yaşar BOSTANCI birkaç günden beri TRT’ye gelmiyorlar. Bir şeyler olacağı bekleniyor.
Telefonlar 11 Eylül günü çoktan kapatılmıştı. Kimse bir başka kişiyi telefondan arayamıyor. Olağanüstü bir durum var.
Ne var ki, TRT’nin de EUROVİZYON kutusu, tüm üye ülkelerin TV Haberleri ile açık bir “EROVİZYON KUTUSU” var.
Saat 18:00 gibi Alman ZDF Haber Merkezindeki meslektaşım bana İngilizce Türkiye’de ne olduğunu sordu.
Hiçbir şey olmuyor demek gerçek bir Gazeteci olmadığımı anlayacaklardı.
Üstüne üstlük evrensel olarak Gazeteciliğin ilkelerine göre durumu anlattım. Ankara’daki ABD Büyükelçiliği, İş Bankası Genel Müdürlüğü ve TRT’nin önünde üç adet tank var dedim. Şu anda TRT’ye Subaylar girmiş durumda. Büyük bir olasılıkla Türkiye’de darbe gerçekleşiyor dedim.
Adımı ve Banka hesap numaramı istediler.
Adım sizi ilgilendirmez, hesap numaramı da size vermem dedim. EUROVİZYON kutusu sayesinde en önemli haberimi geçmiştim bir kere…
O sırada, çocukluğumda aynı apartmanda oturan Hava Kuvvetlerinden Kurmay Albay Taner ağabey Haber Merkezinde olduğunu gördüm ve içeriye girdim.
Beni gülerek karşıladı…
19 Mayıs Tenis Kulübünde bana Badmington oyunun nasıl oynandığını öğretmişti.
“Taner ağabey, ben haber ZDF Alman kanalına verdim” dedim. Rahmetli Taner ağabey, şaşırdı, “Ne dedin?” diye sordu heyecanla “Ağabey, tankların TRT’nin önüne geldiğini. TRT’ye girdiğinizi. Büyük bir olasılıkla askeri darbe yaptığınızı” anlattım dedim.
Taner Ağabey, “Anlaşıldı. Senin yerine başka bir kişi olsaydı çok farklı olurdu” dedi. “Hadi, sen TRT’yi terk et!” dedi.
Akşam çoktan gelmişti…
Eve gittim…
Komşumuz Emre KONGAR idi.
Bir de Türkiye’de bir daha askeri darbe olmaz türündeki kitabın önemli sayfalarını yırtıp, zarf içinde Emre Beyin kapısından attım ve zile bastım.
Hocam, kapıyı açtı. Zarfı görünce, “Vay canına!” dedi. Biraz sonra bir baktım Emre KONGAR evindeki bazı kitapları kazan dairesine indirmiş teker teker yakıyor.
Sonra bizim evimize geldi. Kütüphanemizdeki kitaplara baktı. Teker teker kütüphaneden çıkarıp “Şu kitaptan şu kadar sene, diğerinden şu kadar yatarsın” dedi. “Sen de benim gibi yak” dedi.
Rahmetli Babam İdare Hukukçusu akademisyen idi…
Kitaplar Fransızca...
Ben Fransızca bilmiyorum. Yakmadım anlayacağınız.
Ne var ki, birkaç gün sonra bir seferinde bir Subay ve Erler evimize geldi. Subay kitaplara baktı. “Bu kitapları okudun mu?” diye sordu.
“Ben Fransızca bilmiyorum. Rahmetli Babam SORBON Üniversitesinde İdare Hukukçusu idi. Kitapları bize kaldı. Bir gün Fransızca öğrenirsem okurum ama şu haliyle ne olduğunu anlamıyorum” dedim.
Subay yüzüme baktı. “Tamam delikanlı. Sana kolay gelsin” dedi ve 12 Eylül’ün bir başka olayı da hep aklımda kaldı.
Sağlıklı yıllar dilerim. Sevgiyle kalın.