Merhabalar değerli okur dostlarım, bu yazımda birbirimizden kopuşlarımız üzerine sohbet edelim istiyorum. Bağlarımız o kadar zayıf ki çıkarımız bittiğinde kendiliğinden kopuyor. Yani ilişkilerimiz gönül bağıyla değil çıkar bağı ile bağlanmış. Düşünün geçmişin ölümüne dostunun yanında olan, koruyan kollayan, mutluluğunda tasasında yanında olan sağlam karakterli insanlarını…
Zaman, her zaman kendi halinde su misali akar gider. Bizler her zamanki gibi kendimiz dışında bir suçlu ararız. Yapmamamız gerekenleri yapıp, yapmamız gerekenleri yapmayışımızın sonuçlarının sorumlusu ta kendimizken ya başkaları yada zamandır.
Zaman değişti…
Zaman kötü…
Bakın hele biz sütten çıkmış ak kaşıklara ki hiç olup bitenlerde parmağımız yok…
Zaman mı bizi bizden uzaklaştırdı? İlişkilerimizin kopukluğu, duygusuzluğu, zihinlerimize mıh gibi çakılan kaliteli yalnızlık olgusunun büyüsü bizim tercih ettiğimiz yaşam tarzı değil mi? Birbirimize selam sabahı kesmemiz, konu komşudan uzaklaşmamız, hastamızdan ölenimizden haberimizin olmayışı bizimle alakalı değil mi? Gönüllerimize ve evlerimize uğratmadığımız yakınlarımızı sosyal medyadan takip ediyoruz. Kupkuru duygusuz mesajlarla acılı günlerine , düğün ve doğum günlerine ayıp olmasın diye yanıt veriyoruz. O kadar ki; emoljiler sayesinde yazma zahmetine girmeden duyguları sembolle ifade ediyoruz.
Peki ya evlerimizde durum nasıl? Birbirimizi duymadan, görmeden, konuşmadan yaşadığımız şu dört duvardan bahsediyorum. Eskiden YUVA derdik biz onun adına. Birbirimizle can cana, yan yana , sarmaş dolaş olduğumuz, birlikte ağlayıp, birlikte güldüğümüz yuvalarımız ve sağlam bağlarımızın olduğu günlerimizin katlini zamana yüklemek en büyük yalan ve haksızlık olmaz mı?
Aile yapımızın altına , geleneklerimizin, göreneklerimizin, öz kültürümüzün altına dinamiti döşediler ve sessizce ayrıştırdılar ,yozlaştırdılar bizi. Bizim de hoşumuza gitti, hiç sesimiz çıkmadı çünkü egomuzu okşayan sözlerle sözde kişilik hakları, kadın hakları, çocuk hakları diye söylemlerle uyuşturuldu toplum. Başkaldıran bireyler birbirleriyle bir oldukları yuvalarını aynı çatı altında yaşayan pansiyonerlere dönüştürdüler. Birbiriyle konuşmayan, birbirini anlamayan, disiplinsiz ve otoritesiz evlerde başıboş ve isyankar bir hayat yaşamaya başladı insanlar. Belki şimdi bazılarınız soracaktır hak sahibi olmanın nesi kötü? Hakların korunması zorunluluktur. Bu söylemlerle aile içinde saygı, kural , bağ kalmadı. Her birey kendi krallığını ilan etti. Böylelikle güç çatışmaları başladı. Eşler arasındaki çocuklara örnek olan sıcak davranışlar buharlaştı. Örneğin baba eve geldiğinde kapıda karşılanırdı, hoş geldin denirdi. Çocuklar yayılmış oturuyorsa toparlanır saygısını gösterirdi.
Ehh bugün onca sözde verilen hakların hangisi gerçek haklarınızı koruyor ? Vicdan doğuştan sahip olduğumuz bir olgudur ama ahlak büyürken nakış gibi işlenir insan ruhuna. Gördükleri, duydukları, tecrübe ettikleri , yaşadığı ortamdaki davranışların etkisiyle kişilik bir yöne doğru evrilir. Demek ki birbirimizden, geleneksel aile yapımızdan koptukça , başıboş hoyrat yaşantılara meylettik. Çocuklar ana babaya hükmediyor, otoritesiz ve disiplinsiz büyüyor ve sorumsuz asi bir toplumu oluşturuyor. Eşler birbirinden uzak. Aynı evde yaşamak hatta aynı koltukta oturmak insanı birbirine yakın yapmaz. Seven insan için nasıl mesafe yoksa bağları zayıf insanlar için de yanyana olmanın bir anlamı yoktur. Toplumdaki bozulmaların önüne geçmek için geleneksel kültürümüzü yeniden tanımalı ve aile yapımızı saygı, sevgi ve gönül bağı olan yuvalara dönüştürmeliyiz. Geçmişte uzun ömürlü evlilikler varken günümüzde bir düş görümü ömrü olan evlilikler var. Eskiden evlerini yuva yapmak için elele gönül gönüle yıllarca çalışırken, bu gün eksiksiz ev döşeyip evlendirilen çocuklarımız evliliklerini altı ay ile üç yıl arası zor sürdürebilmekte. Çünkü birbirine gönül bağıyla bağlanmadan sadece cinsel çekim dürtüsüyle evleniyorlar ve en ufak zorlukta fedakarlık yapmak yerine ‘benden bu kadar’ deyip noktayı koyuveriyorlar. Bunda İNSAN YETİŞTİRMEK YERİNE PRENS VE PRENSESLER YETİŞTİRMEMİZİN DE PAYI BÜYÜK.
Toplumun her kesiminde birbirimizi anlamadığımız, yeterli saygıyı ve sevgiyi göstermediğimiz, ahlaki yönden zayıf olduğumuz artık gözden kaçmıyor. Kuralsız, zorba, bilgisiz, görünürde insan olan ama insani vasıf ve değerleri yetersiz insanların varlığı tartışılmaz bile.
Toplum olarak tekrar özümüze acilen dönmek, kültürümüzü , geleneklerimizi hayatımıza dahil etmeliyiz. Pamuk ipliğine bağlı ilişkiler hepimizi uçuruma sürükler. Sevgi ,saygı, birlik beraberlik içinde yaşadığımız mutlu bugünlerimiz ve yarınlarımız olsun. Sevgiyle kalın.