Cumhurbaşkanının partili olması ana muhalefet partisi tarafından sıklıkla eleştirilir. Halbuki Hem Atatürk hem de İnönü partili cumhurbaşkanıdır. Cumhuriyetin ilanıyla Atatürk Cumhurbaşkanı (CB) seçilmiştir. Aynı zamanda CHP genel başkanıdır.
Serbest Cumhuriyet Fırkasını (SCF) bizzat Atatürk yakın dostu Fethi Okyar’a kurdurtmuştu. Fethi Bey, Atatürk’ten her iki partiye (CHP ve SCF) karşı tarafsız kalması ve eşit davranması sözünü alması durumunda parti kurma girişiminde bulunacağını dile getirmiş, Atatürk ise tarafsız kalacağı teminatını vermiştir.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TPCF) ve Serbest Cumhuriyet Fırkası (SCF) (bu iki parti) Cumhurbaşkanı “partiler üstü” olmadılar görüşünü savunmuştur. O dönemde CB olabilmek için Milletvekili seçilmiş olma gereği vardı. Yani CB Meclis içinden seçilirdi. TPCF parti programında CB seçilen kişinin Milletvekilliği düşürüleceği ibaresi yer almaktaydı. Ali Fuat Cebesoy (Genel sekreter) bu madde ile amacımız: “cumhurbaşkanının tarafsızlığını korumaktır” diye açıklama yapmıştı.
Cumhuriyet döneminin ilk muhalefet Partisi TPCF olmuştur. Amasya Tamimi ile Kurtuluş Savaşı'nı başlatan beş kişilik komuta heyetinden Mustafa Kemal Paşa hariç tüm üyeleri, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kurucu ve liderleri arasında yer almıştır. Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Rauf Orbay, Refet Bele ayrıca Adnan Adıvar gibi çok güçlü isimler kurucudur.
Atatürk döneminde iki kez çok partili siyasi hayata geçme girişimleri olmuşsa da
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, 4 Mart 1925 tarihli Takrir-i Sükûn (huzurun sağlanması) Kanunu, parti yöneticileri hakkında devam eden davalar ve irticai faaliyetler, hatta şeyh Sait isyanı ile bağlantı gerekçe gösterilerek Bakanlar Kurulu Kararı ile (Takrir-i sükûn kanunu bu yetkiyi veriyordu) 3 Haziran 1925 tarihinde kapatılmıştır. İddia odur ki; CHP için TPCF bir sonraki seçim için çok ciddi tehdit oluşturmaktaydı. Sayılan kapatma gerekçelerine amiyane deyimiyle hikâyeden gerekçeler denir. Bu bahanelere “bahane-i şahane” dense sezadır. Bu arada fark ettiniz mi? “İrtica” kapatma gerekçesi olarak hemen yerini almış. Cumhuriyetin ilanından bu yana parti kapatmalarda İrtica çok hamarat bir gerekçe olmuştur (!)
Takrir-i sükûn kanunu için “devlet terörü estiren” kanun diyen akademisyenler olmuştur. Kanun hükümete aşağıdaki olağanüstü yetkileri vermiştir.
İrtica ve isyana yol açan örgütlenme, teşvik, girişim ve yayınları re’sen yasaklama yetkisi ile bu eylemleri yapanları doğrudan İstiklal Mahkemelerine sevk etme yetkisi
Kararların uygulanmasında temyiz ve denetim mekanizması yoktu. Astığı astık kestiği kestik bir yetkilendirmedir bu.
Basın ve yayın faaliyetlerinin denetlenmesi ve isyan veya huzur bozma potansiyeli taşıyan gazetelerin kapatılabilmesi yetkisi verilmiştir. (Dikkat edin huzuru bozan demiyor huzuru bozma potansiyeli diyor. Suç işlenmeden işleyebilir düşüncesi ile ceza vermek; komşunun erkek çocuğunu, erkektir yarın benim kıza saldırabilir düşüncesi ile hadım etmeye benzer.) Maalesef bu kanun Cumhuriyet döneminin vebalidir!
Kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte:
Ankara ve isyan bölgesinde üyelerinin çoğu hukukçu olmayan iki istiklal Mahkemesi kurulmuş ve insanlar darağaçlarında sallandırılmıştır.
Muhalif gazeteler başta Tevhid-i Efkâr, Tanin ve Aydınlık olmak üzere sistematik olarak kapatılmış, gazeteciler yargılanmıştır
Terakkiperver Cumhuriyet fırkası kapatılmış çok partili sistem devre dışı bırakılmıştır.
Serbest Cumhuriyet Fırkası SCF
Bu parti baştan sona Atatürk kontrolünde kurdurulmuştur. Hatta gazi buraya milletvekili yönlendirmesi de yapmıştır. CHP’nin karşısında çok başarılı bir çizgi yakalamıştı. Bütün Türkiye hareket hâlindedir; her bir yanı umut havası sarar. Öyle ki, SCF kuruluşunu takip eden ilk 13 gün içinde partiye 130 bin kişi kaydolmuştur.
Üç aylık bebek Rahmetli SCF 95 gün yaşamıştır. Kurulur kurulmaz yerel seçime gidilmiş 502 seçim bölgesinden 31 yeri kazanmıştır. Seçimde yapılan yolsuzlukları meclise getirmiş iptal istemiş, İçişleri bakanı hakkında gensoru verilmişti. Halk nezdinde aşırı derecede itibar gören SCF özetlersek; CHP üst yönetimini korku ve paniğe sevk etmiştir. Atatürk, Fethi Bey’e, “Partini şimdi feshet!” der. Böylece Fethi Bey’in Atatürk’ün emri ile kurduğu Serbest Fırka, yine Atatürk’ün tavsiyesiyle 17 Kasım 1930 günü kapatılır.
Saltanat kaldırılarak kurulan Cumhuriyet rejiminin demokrasiye tahammülü 95 gün sürmüştür. Türkiye çok partili siyasal hayata ikinci dünya savaşı sonrası yeni dünya düzeninde yer alabilmek için zorunlu olarak geçmiştir. Maalesef 15 yıl beklenmiştir.
Demokrat Partililerde, partili CB konusunda aleyhte konuşmuştur. Celal Bayar bu sebeple seçildiğinde DP Genel Başkanlığını Adnan Menderes’e bırakmıştır. Fakat DP listelerinden Milletvekili seçilmiş ve seçim kampanyalarında fiilen çalışmıştır. Keza İnönü de aynı şekilde çalışıyordu bir farkla o CHP genel başkanlığını bırakmıyordu.
Bu yönüyle bakınca Parlamenter sistemin 1961 Anayasası ile kurgulandığı görülür. 1960 öncesinde ise partili cumhurbaşkanlığı var. Hem İnönü hem Atatürk partili cumhurbaşkanıdır. Celal Bayar’da her ne kadar Genel Başkanlığı bırakmış olsa da Cumhurbaşkanı olmak için Milletvekili olmak şartından dolayı seçimlerde Demokrat Partinin seçim kampanyalarında çalışmıştır
Türkiye bu sistemden doğru bir sisteme geçmesi gerekirken; 1961 Anayasası ile devleti istop ettiren, atanmışların seçilmişlere tahakküm ettiği, bürokratların kesin söz sahibi olduğu (bürokratik oligarşik) bir sisteme geçmiştir. 1961 Anayasasının oylanıp yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak 2017 yılında yapılan başkanlık referandumuna kadar, İktidara gelen partilerin sadece isimleri değişiklik göstermiş, Bürokrasi iş ve işlev olarak varlığını ve gücünü her dönem artırarak sürdürmüştür.
Parlamenter sistem yanlılarının paradoksu
Başkanlık sistemini tek adam rejimi, diktatörlük olarak suçlayanlar, kuvvetler ayrılığı ilkesinin olmadığı iddiasıyla eleştiren parlamenter sistem yanlıları; şunu bilmeli ki; Türkiye’de 1961 anayasası ile keşfedilen kuvvetler ayrılığı; kâğıt üzerinde kalan bir metindir Bir asırdır kendini devletin asli sahibi gören vesayetçi zihniyet, mevcut sistemi ideolojik bir birliktelik üzerine inşa ettiler. (Yasama ve yürütme bürokratik kuşatma altında tutulmuştur. Yeri geldi yargı organlarının ideolojik kararları ile yeri geldi güç kullanarak darbe ile engellenmiştir)
Parlamenter sistemlerde, kuvvetler ayrılığının tam uygulandığını söylemek yanlış olur. Çünkü bu sistemlerde hükümet (yürütme) parlamentodan (meclisten, yasamadan) çıkar. Hükümetin kurulabilmesi için, parlamentoda onu destekleyecek bir meclis çoğunluğunun olması gerekir. Bunun yanında hükümeti kuran kişi kural olarak çoğunluğu oluşturan partinin başındaki kişidir. Parti liderinin hükümeti kurması için, parlamentodaki parti çoğunluğunu kontrol edebilmesi gerekir. Edemiyorsa, hükümet edemez. Dolayısıyla parlamenter sistemin mantığı gereği olarak “parti hiyerarşisi ve disiplini zorunludur”. Bu durumda TBMM ile Hükümet (yasama yürütme) arasında kuvvetler ayrılığı ilkesinden söz edilemez. Aksine birliğinden söz edilir. Örnek verelim. Kanunlar meclisten çıkar. Hükümetin istemediği bir kanun Meclisten çıkmaz. Bu sefer meclis ve hükümet arasında kuvvetler ayrılığı yok, kuvvetler birliği vardır.
Başkanlık sisteminde ise; Yürütme tek başlıdır ve doğrudan halk tarafından seçilir. Parlamento içinden çıkmaz. Dolayısıyla parlamentodan güvenoyu alma mecburiyeti ve gensoru ile düşürülme korkusu yoktur. Meclis yürütmeyi dengeler. Örneğin bizde Cumhurbaşkanı kararnamesi yayınlanır yayınlanmaz meclis müdahale edip iptal edebilir. Burada hangi meclis diye sormak Parlamenter sistem penceresinden bakmaktır. Yarın Başkan seçilen kişinin partisi mecliste çoğunluk sağlamayabilir. Fransa’da Macron’un partisi yoktur. ABD’de senatoda demokratlar, temsilciler meclisinde Cumhuriyetçiler önde gibi sözleri duyarız ama ABD başkanları sistemin kendilerine çizdiği daire içinde ülkeyi yönetirler. Kuvvetler ayrılığı ilkesi ciddi bir biçimde uygulanır. Yeri gelir başkanlar, Bill Clinton gibi üstelik başkanlık yaparken hukuk önünde terletilir.
                
        
                