“Resim Sulh ve sükün demektir .Hareket ifade eden her şeyi silkip atmalı konuyu statik bir hale getirmeli.” sözleri Paul Gauguin’e aittir.
Paul Gauguin 7 Haziran 1848 de Paris’te dünyaya gelmişti.
Gauguin’in babası Clovis ,siyasi bir muhabirdi.
1851 yılında Louis Napoleon’un yaptığı darbe nedeniyle Cumhuriyetçi olan babası ailesi ile birlikte Fransa’dan kaçmak zorunda kaldı ve bu yolculuk esnasında Gauguin ‘ nin babası vefat etti.
Annesi ,kardeşiyle birlikte Peru’ya akrabalarının yanına yerleşti. Dört yıllık bu yerleşimde Gauguin ‘nin unutulmaz çocukluk anıları oldu.
Yedi yaşına geldiğinde annesiyle Fransa’ya dönerek ,Orleans şehrinde okul hayatına başladı. Serüvenci bir ruha sahip olan Gauguin 16 yaşında gizlice Luzzitano adındaki Şilebe girdi ve dünya denizlerinde tam altı yıl boyunca dolaştı.
Bu esnasında ise annesini kaybetmişti.
1871 yılında bankacı oldu.
Kısa bir süre sonra da Mette adında Danimarka’lı bir kızla evlendi. Bu evlilikten beş çocuk dünyaya geldi, yaşam standartları düzgün bir şekilde ilerliyordu. Bankacılık ve aile düzeni onu sadece, içindeki serüven isteğinden mahrum bırakıyordu.Sanata ve resim yapmaya aşırı düşkün olan ressam sadece pazar günleri resim yapabiliyordu.
Konuları ise genellikle manzara üzerineydi.
Gauguin, Camille Pissarro ile arkadaşlık kurdu. Sanatında ilerleyen sanatçı bir atölye kiraladı ve 1881-1882 yılları arasında düzenlenen Empresyonist sergilerde eserleri sergilendi. Bir süre Pissarro ve Paul Cézanne ile resim yapmıştı.
1884’te ise Gauguin ailesi ile Kopenhag’a taşındı.35 yaşında bankacılığı tamamen bırakıp resim sanatına kendini adayan sanatçı maddi zorluklar çekmeye başladı.Bu duruma dayanamayan karısı ise annesinin evinin dönmüştü. Gauguin ‘de eşinin peşi sıra kayınpederinin yanında bir süre kalmıştı fakat kayın pederinin ekmeğini yemek kendisine ağır geldiği için en büyük oğlunu da alıp tekrar Paris’e dönmüştü .
Gün geçtikçe durumu daha da kötüye gidiyor ve düşük bir ücret karşılığında duvarlara ilan yapıştırıyordu.
Açlık ve soğuk bu sıkıntılı sürecin üzerine Gauguin’i hasta etmiş ve yatağa düşürmüştü.
Karısı gelip oğlu Clavis’i alınca ise sanatçının ızdırabı kat kat artmıştı.
Kendisine geldiğinde ise Bretagne bölgesine taşınma kararı verdi çünkü bu bölge ucuz yaşam için daha uygundu.Bu esnada köylü portreleri ve dini resimler yapmaya başlamıştı.
Bu dönemde Vincent van Gogh, Gauguin’i Arles’e çağırdı ve burada 9 haftayı resim yaparak birlikte geçirdiler. Ancak sonrasında yalnız kalmanın etkisiyle depresyona girdi ve intihara kalkıştı.
Paul Gauguin sanatı boyunca tek bir sehpa kurmamış bütün resimlerini muhayyilden yapmıştı.
Ona göre bir sanatçı ancak kendi kendine yeni bir dünya yaratan insandı.
Bretagne’da yaptığı resimlerden birkaçını Paris’te satmış ve Güzel Sanatlar Bakanlığı tarafından, Tahiti adasına ücretsiz vapur bileti kazanmıştı.
Serüven meraklısı olan ressam için farklı yerlere gitme imkanı adeta aklını başından almak derecesinde mutlu etmişti.
Fakat bu şehri fazla medeni bulan ressam adanın iç bölgelerindeki bir köye yerleşerek orada 13 yaşında yerli kızla birlikte bir kulübede yaşamaya başlamıştı.
Artık mutluydu ama bu mutlu günler uzun sürmedi, ağır hastalanıp maddi sıkıntıların tekrar kendini göstermesi ile 1893 yılında tekrar Paris’e dönmek zorunda kaldı.
Paris’te Annah adında bir kızla beraber yaşamaya başladı.
Annah ile Bretagne’a giden Paul Gauguin bir meyhanede kıza sataşmak isteyen gemicilerle kavga etmiş ve ayak bileğini kırmıştı.
Bu süreçte hastanede yatan Paul‘un evindeki bütün değerli eşyaları çalan Annah ise ortadan kaybolmuştu .
Bu olayla yıkılan ressam Avrupa’ya bir daha dönmemek üzere Tahiti’ye gitti. Burada aldığı ilk haber ise kızının ölümü oldu.
Ressam manevi işkence yıllarını ,yapmış olduğu “Nereden geldik, Neyiz ,Nereye gidiyoruz” tablosuyla kompozisyonlandırmıştı.
1901 yılında dostu Charles Morice’ye yazdığı mektupta ,
“ Ölmek istiyordum ,bu umutsuzluk içinde elime geçen bir çuval parçasına ,bu konuyu bir çırpıda aktarıverdim, resmi imzalamaya elim varmadı ,arsenik içtim ama yine de ölemedim,sadece ızdırabım arttı” diye yazmıştı.
Paul Gauguin ,Tahiti’de yaşadığı olumsuzluklar nedeniyle ordan ayrılıp Marguees takım adalarına bağlı Hiva Oa adasına yerleşti. Kalbinden rahatsız ,ayakları egzama içerisinde ve bütün vücudunun sızı dolu olduğu bu süreçte sürekli çalışmaya devam ediyordu.
Bu duruma tahammül edemeyince, misyoner rahipler ve köy jandarmalarıyla kavga edip yerlilerin haklarını savunmaya başlamıştı. Bunun üzerine halkı isyana teşvik suçundan üç ay hapis ve bin frank ceza kesildi. Tekrar kulübesine döndüğünde ruhen ve bedenen yıpranmış olan ressam 1903 yılı 8 Mayıs günü yatağında ölü olarak bulunmuştu.
Sanat ölümsüzdür …
Sanatçılarda …