Güzel dostlar kazanmak herkese nasip olmaz. Ben bu konuda kendimi oldukça şanslı görüyorum.
Bu haftaki yazım; hayatımda önemli yeri olan, o çok özel insanlarla yaşadığım harika iki anım..
* * * * *
2017 yılında kurulan bir partinin kurucu ilçe başkanı olarak görev üstlendiğim ilk aylar.
Heyecan çok yüksek. Motivasyon tavan yapmış durumda. İnsanlar yorulmak nedir bilmiyor. Esnaf gezileri, ev ziyaretleri, kahvehaneler, kafeler, kısacası; gidilmedik yer bırakmıyoruz.
İlçe teşkilatı oluşmuş, deyim yerindeyse; tam olarak sahalardayız. Yönetim kurulunda, divanda ve gençlik kollarında birbirinden kıymetli yol arkadaşlarım beni bir saniye oturtmuyor, her yere birlikte yetişmeye çalışıyorduk.
Onların bu enerjisine hayranlık duymamak mümkün değildi.
Günlük programlar yaparak ve bunları da bir şekilde duyurarak tüm partililerin katılmasını sağlıyordum. Sağ olsunlar, onlar da her şeyini ortaya koyuyordu.
Günlerin, hatta haftaların nasıl geçtiğini anlamıyorduk. Zamana karşı da bir yarış içindeydik sanki. Anlayacağınız, sabahın erken saatlerinden gece yarılarına kadar oldukça yoğun bir tempo.
İlçe kurucularından biri olan Zekiye ablam ile kamu bankasında uzun yıllar yöneticilik yapmış ve emekli olmuş, eşi Mehmet ağabeyle de böyle yoğun geçen bir dönemde tanıştık. Mehmet ağabey aynı zamanda benim danışmanlığımı da üstlenmişti.
Karadenizli olan bu çiftimiz, ilçe binası henüz ortada bile yokken, ofisimdeki parti çalışmalarımda bana gecenin geç saatlerine kadar eşlik etmişti.
Asla unutamam.
Yani, diğer kıymetli yol arkadaşlarım gibi hakları çok.
Hepsi helal etsin..
İlçe binamızı açtıktan sonra, yani o sinerjinin müthiş olduğu dönemlerde Zekiye abla benden bir şey rica etti.
"Başkan, şayet Toplu Yapı Yönetim'e giderseniz mutlaka haberim olsun. Çünkü hepsini tanıyorum. Sakın bana haber vermeden gitme!" dedi.
Ben de "Tamam, madem sen yıllardır hepsini tanıyorsun, birlikte gitmemiz daha uygun olur, Zekiye abla." dedim..
Aradan biraz zaman geçtikten sonra, yine kalabalık bir şekilde esnaf, çarşı ziyaretleri yaparken çok önceden Toplu Yapı Yönetiminden alınan randevunun cevabı ulaştı.
Bizi bekliyorlardı.
Bunu duyunca, zaten yakın mesafede olduğumuz için kalkıp ziyaretlerine gittik.
Çok güzel ağırladılar, memnun bir şekilde ayrıldık.
Tabi yapmış olduğumuz ziyaretler, diğer etkinlikler sosyal medya hesaplarında paylaşıldı.
Ertesi gün erken saatlerde yanıma ilçe başkan yardımcılarımdan bir kadın arkadaşımız telaşlı bir şekilde odama geldi.
"Hayırdır, bir şey mi oldu?" dedim.
Neredeyse dokunsam ağlayacaktı.
"Başkanım, Zekiye abla aradı. Dünkü ziyareti neden bana haber vermediniz? diye sordu.
Çok kırılmış, çok kızgın.
Ne cevap vereceğimi şaşırdım.
Hatta size de oraya giderken bana da haber verin mutlaka. Benden habersiz sakın gitmeyin demiş." dedi...
Bir anda beynimde sanki şimşekler çakmıştı..
Doğru, bana söylemişti. Ama o tempoda aklımdan çıkmıştı.
Ne yazık ki, o yoğunlukta unutmuştum.
"Siz Zekiye ablanın evini biliyor musunuz? dedim.
"Evet başkanım, biliyorum." dedi.
"Güzel. Siz kendilerine haber verin lütfen. Bu akşam birlikte Zekiye ablanın evine gidelim. Bu tamamen benim hatam ve telafi etmek zorundayım. Kendisinden özür dilemem gerekli".
"Ama ben Zekiye ablayı çok iyi tanıyorum. Çok kızgın, bizi kabul etmeyebilir."
"Kabul eder, etmezse de söyleyin; kapısının önünde, o kapıyı açana kadar oturur, beklerim." dedim.
Arkadaşlara da güzel bir çiçek siparişi vermelerini söyledim.
Ve akşam Zekiye ablanın evinin yolunu tuttuk. Kapının önünde kadın partilimiz birlikte, elimdeki çiçekle, bastık zillerine. Kapının önünde beklerken gözüm çiçeğe takıldı. Güzel, büyük bir çiçekti. Ancak saksısı plastikten di. "Acaba bu plastik saksı çok mu sakil duruyor?" diye düşünürken, aklıma hemen bir şey geldi.
Ve evin kapı yavaş yavaş açıldı. Mehmet ağabey önde, arkasında da Zekiye abla duruyordu.
Bana öyle bakıyordu ki anlatamam. Sanki gözlerinden ateş fışkırıyordu. Anlaşılan kızgınlığı geçmemiş, hâlâ devam ediyordu.
Haksız da sayılmazdı.
"Zekiye ablam, bu çiçeği sana getirdik." dedim ve çiçeği kendisine uzattım.
Çiçeği alırken yüzüme bakmadı.
Kaşları çatık bir şekilde,
"Zahmet etmişsin başkan. Gerek yoktu." dedi, demesine ama ses tonu sanki "Şimdi bu çiçeği alır, senin başında paralarım" gibiydi.
Bu gergin ortamı yumuşatma zamanı gelmişti.
"Zekiye abla, dikkatini çekti mi bilmiyorum? Çiçeğin saksısı bak, plastikten."
"Ee ne olmuş yani.." diye cevap gelince;
"Ablam, haklı olarak çok kızgın olduğunun farkındayım. Gerçekten hata tamamen benim.. Ne desen, ne yapsan yeridir.
Ama bir şey söyleyeceğim.
Bu çiçeğin plastik saksılı olmasını özellikle ben istedim. Çünkü beni görünce saksıyı başımda kırabileceğini tahmin ettiğim için bu durumdan en az hasarla çıkmak istedim." deyince.....
Bir hamlede kollarını açıp boynuma sarılıverdi.
"Başkan, sen benim iki evladımdan farksızsın. Ben sana hiç böyle bir şey yapar mıyım? Sana kıyar mıyım?
Ben de kendisine sarıldım.
Bu sahne çok duygusaldı.
Bir ablanın kardeşine, bir annenin evladına sarıldığı gibi, içten ve o kadar sıcaktı ki...
Giderken acaba nasıl bir tavırla karşılaşacağımız endişesi yok olup gitmişti bir anda..
Sonrasında sanki yıllardır bu eve gidip geliyormuşum, o evden biriymişim gibi buyur ettiler içeri.
İkramlar, çaylar, kahveler ve en güzeli de, bitmesini istemediğimiz harika bir sohbet....
Biraz oturup kalkarız diye gittiğimiz o evde, saatlerce oturduk. Gülüşmeler, kahkahalar neredeyse sokağın başından duyulabilirdi.
Bu güzel insanları daha yakından tanımak bana o kadar iyi gelmişti ki, anlatamam..
Bir anda bir ablam, bir de ağabeyim olmuştu..
Hem hatamı telafi ettiğim, hem de istemeden de olsa kırdığım bu güzel insanların gönlünü aldığım için mutlu bir şekilde gece yarısı ayrıldım o evden...
* * * * *
İlçemiz sınırları içinde bulunan özel bir huzurevinden gelen talep doğrultusunda yine kalabalık bir şekilde, partili arkadaşlarımızla birlikte büyüklerimizi ziyarete gittik.
Ha, Zekiye ablaya haber vermez olur muyum?
Elbette verdim.
İstersen bir unut.
Ama o gün katılamadı etkinliğimize.
Bu etkinlikte, elinde profesyonel fotoğraf makinasıyla şimdiki hikâyenin kahramanı, Mehmet Ali hocamız da vardı.
Huzurevine girmeden önce yanıma gelip:
"Başkanım lütfen bütün arkadaşlara söyleyelim. Kimse kendi telefonundan fotoğraf çekmesin. Fotoğraflar pek kaliteli çıkmıyor. Ben bütün kareleri mükemmel yakalarım. Hem sosyal medyada çok daha net çıkar ve tek elden çıkmış olur. Ne dersin?" deyince mantıklı buldum..
Tüm arkadaşlardan rica ettim.
"Lütfen kimse fotoğraf çekmesin. Yaknizca Mehmet Ali hocamız çeksin fotoğrafları." dedim.
Ve huzurevinde bizi bekleyen muhterem büyüklerimizi ziyaret için üç katlı binadan içeri girdik.
Katlarda bulunan tüm odaları tek tek dolaştık. Arkamızdan da oldukça kilolu olan Mehmet Ali hocamız da nefes nefese, kan ter içinde bize yetişmeye çalışıyordu. Daha doğrusu, bize yetişsin diye mecburen biraz yavaş ilerliyorduk.
O insanlarla dakikalarca sohbetler ettik. Beklediğimizden oldukça uzun sürdü bu ziyaret.
Mehmet Ali hoca tüm marifetini kullanıyor, hiçbir pozu kaçırmıyordu. Denklaşöre basarken onca fotoğrafçıyı cebinden çıkaracak pozları güzelce yakalıyordu.
Nihayet o huzurevinden ayrılma zamanı gelmişti.
Arkadaşlarla huzurevine giriş yerinde, huzurevini de alacak şekilde fotoğraf çektirerek, finali böyle yapmak istedik.
Düz bir sıra halinde dizildik. Arkamızda betonun üzerinde toprak saksılar içinde kocaman, bir buçuk metre yüksekliğinde çam ağaçları vardı.
Arka fon harikaydı yani.
Herkes üstüne başına çeki düzen vermeye çalışırken, Mehmet Ali hoca da birkaç metre ötede yerini aldı.
Belki de çekilen fotoğraflar içinde en güzel poz, bu olacaktı.
Mehmet Ali hoca Eğildi, güzelce fotoğraf makinasını ayarladı.
Sonra makinayı evirdi, çevirdi.
Yüzü bir anda asıldı.
Kaşları çatıldı.
Sanki bir terslik vardı.
"Ne oldu hocam, bir aksilik mi var? diye sormak zorunda kaldım.
Üzgün ve mahçup bir şekilde;
"Ya başkanım, hepinizden özür dilerim. Ne yazık ki makinaya hafıza kartını takmayı unutmuşum. Boşuna uğraşmışım sabahtan beri...
Nasıl böyle bir şey yaptım, Allah Allah? dediği anda hepimiz bir anda koptuk, gülmeye başladık.
Sonra hocamızın da bize katılarak kahkahalarla güldüğü, onun istemeden gerçekleşen bu dikkatsizliği sonucunda belki de o güne kadar yaptığımız etkinliklerin en keyiflisini yaşadık.
Mehmet Ali hoca sayesinde.
Gülme krizimiz geçince hemen aklıma Zekiye abla geldi.
Şayet o gün yaptığımız etkinliğe bizimle beraber gelseydi, kimseye telefonlarından fotoğraf çekmesine izin vermediğim için elimizde bir poz bile olmamasından dolayı bu kez hiç şansım olmayacaktı.
Çünkü o arkamızda duran kocaman, ağır toprak saksılardan birini eminim bu kez kafama kesin yiyecektim...:))
Hikâyemin kahramanları olan
Zekiye ablama, eşi Mehmet ağabeye ve emekli eğitimci Mehmet Ali hocama, bu paylaşımı yapabilmem için verdikleri onaya ve gösterdikleri hoşgörüye teşekkür ederim.
Var olsunlar.
Zor şartlarda mücadele verdiğimiz dönemlerde,desteklerini hiç bir zaman esirgemeyen,varını yoğunu ortaya koymaktan çekinmeyen tüm yol arkadaşlarıma bir kez daha teşekkürlerimi sunuyorum.
Hepsi çok cesur insanlardı.
Benim için çok değerliler ve hayatımın sonuna kadar da öyle olacaklar.
Elbette aramızdan ayrılanları da anmamak mümkün değil.
Fevzi Çolak ve Şeref Erdem abilere,
Arkadaşım, dostum Fatih Akıcı'ya,
Vedat Ertekin'e,
Genç yaşta yitirdiğimiz;
Levent Türkseven'e ve
Sonnur Dağcıoğlu kardeşlerime Allah'tan rahmet diliyorum.
Mekânları cennet olsun.
Güzel dostluklar edinmeniz ve onlarla harika yaşanmışlıklar biriktirmeniz dileği ile.
Sağlıcakla ve sevgiyle kalın.
Tansel GEYİK
