"Eğitim, Bir Nesli Kurtarmaktır!" – Prof. Dr. Süleyman Doğan ile Yol Gösteren Söyleşi
Eğitim, sosyoloji ve aile üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Prof. Dr. Süleyman Doğan, akademik kariyerini eğitimin insan ve toplum üzerindeki etkilerini anlamaya adamış ülkemizde tanınmış bir isim. Eğitimin yalnızca bireysel bir kazanım değil, aynı zamanda toplumsal bir dönüşüm aracı olduğuna inanan Doğan, bu alanda yazdığı kitaplar ve akademik çalışmalarıyla geniş bir kitleye hitap ediyor.
Prof. Dr. Süleyman Doğan, eğitimci, gazeteci ve yazardır. 25 Kasım 1965 yılında Aksaray'ın Ortaköy ilçesinde doğmuş, ilk ve orta öğrenimini burada tamamlamıştır. 1988 yılında Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi'nden mezun olmuştur. 1995 yılında İngiliz Kültür bursunu kazanarak İngiltere'de Birmingham Üniversitesi'nde Politika ve Uluslararası İlişkiler alanında yüksek lisans yapmıştır. 1999 yılında eğitim bilimleri(pedagoji) eğitim bilimleri alanında doktor unvanını almıştır.
Meslek hayatına Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı okullarda öğretmenlik yaparak başlayan Doğan, fizik, fen bilimleri, İngilizce, bilim tarihi, sosyoloji, felsefe, tarih ve edebiyat dersleri vermiştir. Akademik kariyerinde çeşitli üniversitelerde görev almış; Fırat Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi ve Trakya Üniversitesi'nde öğretim üyeliği yapmıştır. 2009 yılından beri Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, İnsan ve Toplum Bilimleri (Sosyoloji) Bölümü Öğretim Üyesi olarak görevine devam etmektedir. Doğan, 2012 yılında doçent ve 2022 yılında profesör olmuştur. Gazeteci/yazar ve ilim insanı olarak 70 civarında ülkeye seyahat etmiştir. Ulusal ve uluslararası dergilerde bilimsel hakemlik yapmakta, Ulusal Ajans, Teknofest ve TÜBİTAK gibi önemli bilimsel yarışmalarda jüri üyeliği görevlerini de sürdürmektedir.
Prof. Dr. Doğan, eğitim bilimleri, sosyoloji ve felsefe alanlarında birçok makale ve kitap yayımlamış; “Sorularla Sosyoloji ve Eğitim Sosyolojisi" ve "Profesörler Geçidi" gibi eserleri bulunmaktadır. Ayrıca,gazetecilik ve yazarlık kariyerinde çeşitli gazete ve dergilerde muhabir, editör ve köşe yazarı olarak çalışmıştır.
Bilginin ezberlenmesi değil, özümsenerek hayata geçirilmesi gerektiğini savunan bakış açısıyla, eğitimin temel dinamiklerini farklı yönleriyle ele alan Doğan, özellikle aile yapısı, eğitimde başarı,toplumsal değerler ve bireyin gelişimi gibi konulara derinlemesine odaklanıyor. “100 Soru Cevapta Eğitim Felsefesi”, “Konuşmak Lazım”, “Mesnevi’den Pedagojik Telkinler”, “Mutlu Aile Mutlu Çocuk”, “Eğitimde Başarının Şartları”, “Ailede Sevgi Eğitim” ve “Ailenin Aynası Çocuk” gibi eserleriyle eğitimin ve ailenin toplum içindeki rolünü vurguluyor.
Akademik alandaki katkılarının yanı sıra, fikirlerini yazılı ve görsel medyada da paylaşarak geniş kitlelere ulaştıran Doğan, 22 kitabıyla eğitime ve toplumsal yapıya dair önemli analizler sunuyor. Bunlar arasında, “Eğitimde Başarının Şartları “Profesörler Geçidi”, “Sorularla Sosyoloji ve Eğitim Sosyolojisi”, “Rektörlerin Gözüyle Üniversitelerimiz”, “Keşmir’den Geliyorum”, “Afganistan’da Kim Kazandı”, “Sivil Demokrasi Çağrısı”, “Şimdiki Çocuklar Harika”, “Çocuklar Küçük Bir Şey Değildir”, “Mutlu Aile Mutlu Çocuk”, “Ailenin Aynası Çocuk”, “İnsanlar Konuşa Konuşa”, “Konuşmak Lazım” ve “Var Olmanın Yolunda Zengin Olmak: Mehmet Tanrısever” gibi eserleri de bulunuyor. ‘’İnsan yetiştirmenin, toplum inşa etmenin en temel unsuru olduğunu’’ her fırsatta dile getiren Doğan, sadece bir akademisyen değil, aynı zamanda bir eğitim felsefecisi ve toplum bilimci kimliğiyle öne çıkıyor.
Bu röportajda, Prof. Dr. Süleyman Doğan ile eğitimin değişen dinamiklerini, aile yapısının dönüşümünü ve toplumun geleceğine dair öngörülerini konuştuk. Onun bilgi birikimi ve tecrübeleri ışığında, bireyin ve toplumun gelişimi adına önemli noktalara değindiğimiz bu söyleşi, ‘’Eğitim milli meselemiz. Türkiye’nin eğitimde ki hedeflerine odaklanmak gerekiyor.’’ , ‘’Eğitim felsefesinin insanileştirilmesiyle eğitime yeni bir vizyon kazandırmalıyız.’’, ‘’ Aile, insan ilişkilerinin sergilendiği bir sahne gibidir.’’ Ve… ‘’Mobbing insanlık suçudur!’’ Diyen Prof. Dr. Süleyman Doğan Hocamızın eğitim, felsefe ve sosyoloji üzerine farklı bakış açısıyla; hayatımıza, milli şuurumuza önemli dokunuşlarıyla yeni nesil inşa etmenin anahtarını bu söyleşimizde sunuyor.
Röportajımızda, Prof. Dr. Süleyman Doğan’a, “Eğitim Felsefesi ve Sosyolojisi”, “Postmodern Medya ve Eğitim”, “Evlilik ve Aile Danışmanlığı”, “Mobbing ve Ahlaki Çöküş” olarak sunduğum başlıklar altında hazırladığım sorularda hocamızın kitaplarına odaklandığımı fark edeceksiniz. Kadına şiddetin kaynağına inip çözüm arayışlarında hocamızın önemli tespitleri ile ayrıca dünyada olmayan fakat ülkemizde nedense akademisyenlerin her fırsatta kullandıkları ‘’Pragmatik’’ konusuna da yeri gelmişken açıklık getirdik. ‘’Rasyonel Pragmatizm’’ ilginizi çekecek.
İşte röportajımız…
“Eğitim Felsefesi ve Sosyolojisi”
-Sayın Hocam, eğitim alanındaki uzun yıllara dayanan deneyiminizle, Türk eğitim sisteminin en büyük zorlukları nelerdir? Bu zorlukların üstesinden gelmek için ne gibi adımlar atılmalıdır?
Prof. Dr. Süleyman Doğan: ‘’Bugün Türk eğitim sisteminin başta toplumsal olmak üzere, kültürel ve ekonomik olarak önemli sorunları vardır. Bugün bu sorunları tartışıyorsak demek ki eğitim alanında atacağım adım ve alacağım daha pek çok yol olduğunu gösterir. Başta öğretmen niteliği olmak üzere, öğrencilerin isteksizliği, sınıfların kalabalık olması, sınav odaklı eğitim olması, içerik yetersizliği yani müfredatta bazı eksiklikler, küresel gelişmelere ayak uyduramaması, bölgesel arası farklılıklar ve eğitimde imkân ve fırsat eşitsizliği, yabancı dil eğitiminde büyük eksiklikler sayılabilir. Bunun yanında mesleki eğitim yetersizliği, bürokrasi ve merkeziyetçi yapılanma ve sonuç olarak, Türk eğitim sisteminin birçok önemli sorunu bulunmakta ve bu sorunların çözülmesi için geniş kapsamlı bir reform şarttır. Bu sorunlar çözülürse muhtemelen Türk eğitim sisteminin kalitesini ve etkinliğinin artıracağı düşüncesindeyim.’’
-Postmodern medya üzerine yaptığınız çalışmalar ışığında, dijitalleşmenin eğitim üzerindeki etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Öğrencilerin dijital dünyada daha etkili bir şekilde nasıl yönlendirilmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?
Prof. Dr. Süleyman Doğan: ‘’Postmodern medya ve sosyal medya eğitim anlayışı başta olmak üzere bir çok değişikliği beraberinde getirmiş ve adeta eğitim alanında bir paradigma değişimine yol almıştır. Mesela çevrimiçi (online) ve uzaktan eğitim sisteminin hem olumlu ve hem de olumsuz tarafları vardır. Gerek veliler gerekse öğretmenler, uzaktan eğitim sisteminin olumsuz taraflarını dile getirirken dünyada bu sistemi olumlu olarak kullananların sayısı günden güne artmaktadır. Veliler açısından bakıldığında; çocukların yalnızlaşması sonucu ortaya çıkan motivasyon kaybı, yüz yüze eğitimin geleneksel gücü, çevrimiçi ortamlarda yapılması mümkün olmayan dersler, teknik aksaklıklar ve imkânsızlıklar, meslek profesyonellerinin yetersizliği, artan ebeveyn sorumluluğu gibi nedenler uzaktan eğitim sisteminin olumsuz tarafları arasında yer almaktadır. Öğretmenler ise; teknik aksaklıklar ve yetersiz altyapı, ailelerin kısıtlı imkânları, internet kota düşüklüğü, ders katılım oranının düşüklüğü, ders tekrarları için süre kısıtlaması, derse katılım konusundaki kısırlık, yüz yüze eğitimin gücü, öğrencilerin ve ebeveynlerin uyum problemleri gibi nedenlerle uzaktan eğitim sistemine görece olumsuz yaklaşmaktadır. Tüm bu olumsuz gibi görünen eksiklik ve kusurlara rağmen uzaktan eğitim modellerinin eğitim süreçlerinde kalıcı olacağını ve yerleşik hale geleceği gözden kaçırmamak gerekir. Teknoloji ve dijital alanındaki baş döndürücü yenilikler sebebiyle uzaktan eğitim modelleri hem kalıcı hale gelecek ve hem de çeşitlenecektir. Sosyolojiyi değiştiren teknoloji, eğitim alanında da etkisini hissettirecek ve dijitalleşme; eğitim olgusuna da yeni kavramlar, yeni modeller, yeni işleyiş biçimleri ve yeni paydaşlar kazandıracaktır. Bu süreçte önemli olan, uzaktan eğitim süreçlerinin ve modellerinin verimliliğini artıracak planlamalar yaparak sürdürülebilir nitelikte bir uzaktan eğitim anlayışı tasarlanmasıdır.’
-Hocam, eğitim felsefesi ve sosyolojisi alanında yaptığınız araştırmalarla ilgili olarak, Türk eğitim sisteminin felsefi temelleri hakkında ne gibi eleştirilerde bulunabilirsiniz? Bu temellerin güçlendirilmesi için ne gibi değişiklikler önerirsiniz?
Prof. Dr. Süleyman Doğan: ‘’Bendenizin, “Eğitim Felsefesi” ve “Sorularla Sosyoloji ve Eğitim Sosyoloji” başlıklı kitaplarımın yanı sıra bu alanda pek çok makalede kaleme aldım. Otuz küsur yıldır eğitimciyim.Bu alanda uzmanım. Türkiye’de bir eğitim felsefesi olup olmadığını incelemek için öncelikle Türkiye’nin eğitimdeki hedeflerine odaklanmak gerekir. Genel olarak eğitimin her kademesi için bir takım hedefler belirlenmiş olsa da genel hedefe göre; yetiştirilecek olan insanın hem ulusal değerler ve kültüre bağlı olup onu geliştirmesi hem de değişime ve yeniliklere açık olması gerekir. Bu açıdan belirli noktalarda milli belirli noktalarda ise evrensel bir insan modeli hedeflenmiş ve buna bağlı olarak da Pragmatizm ve onun eğitime yansıması olan ilerlemecilik akımı felsefî olarak temele
alınmıştır. Türkiye’nin tutarlı bir eğitim felsefesine uygun hareket edememesinin temelinde henüz bir toplum tam bir toplumsal birliğin sağlanmamış olmasında yattığı kanaatini taşıyorum. Ülkemizde hala devam eden çoğunluğun fikri, azınlığın tahakkümü gibi tartışmaların altında da bu eksiklik yatmaktadır ki bu durum eğitimi de doğrudan etkiler. Bugün hala ulaşamadığımız bu toplumsal birlik neticesinde her grubun farklı bir insan modeli ve yaklaşımı oluşmuştur. Bu da eğitim felsefesini uygulamada çektiğimiz güçlüğün temel nedenlerinden biri haline gelmiştir.’’
-Hocam, ‘’pragmatizm’’ demenizden şunu anlıyorum: “Eğitimin esnek, yenilikçi ve aynı zamanda milli değerlerle uyumlu olmasını sağlayan bir yaklaşım olarak” anlıyorum fakat Dünyadapragmatizm- pragmatik kavramı olmadığı sadece ''rasyonel pragmatizm'' Amerika'nın düşünce sistemi olarak Üniversitelere yerleştirmeye çalışılan şemsiye düşünce sistemi ve İngiltere'de rasyonel ahlakın baskısından kurtulmak için ortaya atıldığına dair bir bilgiye ulaştım. Tam Türkçesi
için kaynak şu şekilde belirtiyor: ''Bir İngiliz İngiltere'de ahlaklı olacak ve ülkesi dışında ahlaksız olabilir.'' Biraz argo olacak ama ''duruma göre kıvırma'' olarak açıklanmış. Sizin bu konudaki fikriniz nedir?
Prof. Dr. Süleyman Doğan: ‘’Avrupalılar maalesef kendi ülkelerinde başka bir tutum ve davranış sergilerken, başka ülkelerde ve özellikle 3.dünya ülkesi diyebileceğimiz ülkelerde başka bir tutum ve davranış gösteriyorlar. Bu aslında düpedüz ikiyüzlülük ve riyakârlıktır. Duruma göre vaziyet alıyorlar. Kendi ülkelerinde gösterdikleri demokratik tutum ve tavrı başka ülkelerde gösterilmesine pekiyi bakmıyorlar. Buna ister kıvırma deyin, ister ikiyüzlülük deyin ne derseniz deyin ama Avrupalı ve hatta Amerikalıların böylesine tutumları bize şunu gösteriyor: bunların söyledikleriyle yaptıkları birbirine uymuyor, özleri ve gözleri birbirinden farklı. O zaman bir güvensizlik meydana geliyor. Dünyaya barış getireceklerini iddia ediyorlar ancak barıştan çok savaşı ortaya çıkartıyorlar. İnsanların yaşam
haklarını ellerinden alıyorlar. Bu da gerek dünyamızın geleceği açısından iç açıcı bir tablo olarak görülmüyor.’’
- “Eğitim Felsefesi ve Sosyolojisi” kitabınızda eğitim sisteminin felsefi temellerini inceliyorsunuz. Türkiye’deki mevcut eğitim sisteminin bu felsefi temeller üzerine yapması gereken değişiklikleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Dr. Süleyman Doğan: ‘’Felsefenin ilk görevi tutarlı bir bütünleştirici ve buluşçu düşünmeyi sağlamaktır. Eğitim felsefesi genel felsefe ile kısmen amaçlarından, daha doğrudan ise yöntemleri bakımından bağlantılıdır. Bunu açıklamak için bir girişim olarak felsefenin doğasına bakmamız gerekir. Bir ülkenin eğitim gerçeğinin temel zeminini eğitim felsefesi oluşturur; onun üzerine eğitim politikaları şekillendirilir; eğitim politikalarına dayanarak eğitim planlaması somutlaştırılır; eğitim planlamasıyla da eğitim uygulamalarına meşruluk kazandırılır. Eğitimi genel olarak insanı terbiye etme sanatı olarak tabir edebiliriz. Eğitim sayesinde ve eğitim vasıtasıyla çocuklarda var olan düşünme kabiliyetini geliştirmek ve düşünmeyi alışkanlık haline getirmek mümkün ve de gereklidir. Eğitim meselesi millî bir meseledir. Üniversite meselesini halledememiş bir Türkiye`nin gelişmesi, kalkınması, ileriye gitmesi, teknoloji üretmesi ve dünyanın efendileri arasına girmesi mümkün değildir. Dünyanın en başarılı 100 üniversitesinin, süper güç dediğiniz ülkelerden çıktığını
görürsünüz.’’
-Hocam, ‘’Eğitim Felsefesi ve Sosyoloji’’ Kitabınızda dikkatimi çekti. Eğitim sosyolojisinin rolüne de değinmişsiniz. Eğitimde toplumsal eşitsizlikleri ele alırken bu eşitsizlikleri gidermek için eğitimin nasıl şekillendirilmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?
Prof. Dr. Süleyman Doğan: ‘’İnsanın buhranını, sömürüyü, çağdaş adaletsizlikleri çağın ruhuna nüfuz ederek sorgulayan bir medeniyetin, bir değerler sisteminin yeniden dirilişini tartışmalıyız. Batıyı iyi ve doğru anlamak gerekir. Bu konuda insanımıza, devletimize ve kurumlarımıza büyük sorumluluklar düşmektedir. İnsan-ı kâmil bir şahsiyet olarak yetiştirmek bu asırda daha fazla önem taşımaktadır. Medeniyetimizin diriltilmesiyle yeniden tarihin aktörü durumuna geleceğimizin hesabını yaparken en önemli ayak eğitim ayağıdır. İnsan, cemiyet, devlet ve eğitime ilişkin köklerin felsefî analiz doğru ve düzgün yapılmalıdır. Modern yükseköğretimimizin esaslı bir ilmî, felsefî, sosyal, kültürel temele ve plana dayanmadan, tamamen deneme yanılma yoluyla, el yordamlarıyla başlatılmış ve geliştirilmiştir. Aynı durum ilk ve ortaöğretim, öğretmen yetiştirme ve atama meselesi için söz konusudur. Toplumsal gelişmenin itici gücünü nitelikli insanlar belirler. Bugün maddi büyüme alanında çok şeyler yapıldı. Köprüler, barajlar, duble yollar yapıldı ve hatta millî gelirimiz de arttı. Ancak insani anlamda bir daralma ve sığlaşma var. Yeni nesli inşa etmenin yolu, eğitim ve eğitimci anlayışımızın yeniden tasarlayarak, ehliyet insanlar eliyle şekillenmesinden geçiyor.’’
-Eğitimdeki felsefi yaklaşımlar genellikle uygulamada nasıl hayata geçirilmeli? Kitabınızda önerdiğiniz stratejiler, okullarda ve üniversitelerde ne gibi somut değişikliklere yol açabilir?
Prof. Dr. Süleyman Doğan: ‘’ İdeal eğitim alarak yetişmiş bir birey ailesinden aldığı ideal eğitim sonucunda hayatı boyunca ihtiyaç duyacağı kendi kendini eğitmek dahil temel yeterliliklere sahip olmuş olur. Otoritelerden almış olduğu ideal eğitim sayesinde uzmanlık yapmak istediği alanla ilgili ihtiyaç duyduğu bilgileri edinmiş olur. Kendisini alınanda uzmanlaşmış olduğu konuda yetkin hissetmesinden dolayı mesleki hayatında yapacağı işlerden de keyif alır. Otoriteden aldığı eğitim sayesinde alanında uzmanlaşmış ve ailesinden aldığı eğitim sayesinde kendi kendisini yetiştirme yeteneğine sahip bir birey olduğu için hayatının geri kalanında deneyimleri aracığı ile kendi kendisini eğitip çağın değişimine ayak uydurmayı başarabilen bir birey olur. Artık otoriteden alınan eğitimi tamamlamış, kendisi alanında uzmanlaşmaya başlamış bireyler çağın değişen yapısına göre etrafı gözlemleyip deneyip yanılarak çağa ayak uydurmaya çalışırlar. Bu sırada kendi kendilerini eğitmeleri de deneyim aracığıyla edinilen eğitimdir. Diğer bir ifadeyle deneyim aracılığıyla edinilen eğitim kişinin kendi kendini yetiştirmesi, eğitmesidir. Bu konuda ideal bir eğitim için çeşitli gereklilikler vardır. Bireyler içinde yaşadığı toplumu iyi bir şekilde gözlemleyebilmelidir. Bu gözlemlerini dikkatli bir şekilde analiz edebilmelidir. Kişi analizleri
sonunda ihtiyaçları doğrultusunda seçici olmalı, hatalarından ders çıkartmalı ve çağın gereksinimlerine uygun aksiyon almalıdır.’’
“Postmodern Medya ve Eğitim”
-Hocam, “Postmodern Medya ve Eğitim” adlı kitabınızda, dijitalleşmenin eğitim üzerindeki etkilerini tartıştınız. Eğitimde dijitalleşmenin avantajları kadar zorlukları da var. Eğitim kurumlarının bu yeni medya çağında nasıl bir dönüşüm geçirmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?
Prof. Dr. Süleyman Doğan: ‘’Bendenizin editörlüğünü ve bir bölümünü de yazdığım, “Postmoden Medya” kitabımı öğrencilerimizle birlikte bölüm bölüm kaleme aldık. Dijitalleşmenin avantajları olduğu gibi bazı dezavantajları da vardır. Ancak dijitalden kaçınmak, teknolojiden kaçınmak mümkün değildir. Önemli olan doğru ve düzgün kullanmaktır. Sağlıklı kullanmaktır. Dijital ve sosyal medya ağlarının esiri olmadan hayatımı sağlıklı bir şekilde geçirmek zorundayız. Bugün bilgi çağında yaşıyoruz ve sosyal medyanın çok geçerli olduğu ve hatta algının olguyu geçtiği bir çağdayız. Daha çok dikkat etmek zorundayız. İnsanın dikkatini dağıtmak bugün çok kolay, manipüle etmek daha çok kolay… Bütün bunları göz önüne aldığımızda eğitimin paradigma değişimine ayak uydurmak zorundayız.
-Kitabınızda medya kültürünü eğitimle ilişkilendirdiğinizde, öğrencilerin medya okuryazarlığı konusunda ne gibi beceriler kazanmaları gerektiğini savunuyorsunuz?
Prof. Dr. Süleyman Doğan: ‘’Kitabımızda öğrencilere medya okuryazarlığı alanında da önemli bilgiler yer alıyor. Öğrencilerin doğru ve düzgün medya okuryazarlığı konusunda bazı becerilerin kazanmaları için küçük ipuçları veriyoruz. Ancak genel olarak konu postmodenizm, postmodern medya etrafında dönüyor kitabın konusu. Postmodernizm, kültürde çokçuluğu benimser. Alt kültür ile üst kültür arasındaki fark kabul görmemektedir. Postmodernizmi yaratan şartlar, Batı insanının Aydınlanmacı zihniyete, insanı
makineleştiren hayat tarzına, bilgiyi sadece deneye hasreden görüşlere karşı duyulan bir güvensizliktir. Aynı zamanda Sanayi Devrimi’nden sonra gelişen doğrusal ilerlemeci tarih inancına karşı çıkıştır. Bilgi ve bilim hayatında olduğu gibi toplumsal ve kültürel hayatta da güvensizlik ve bilimin baskısı vardır. Toplumsal, siyasal, hukuki, kültürel kurumlar ve onların getirdiği kavramlar ve bu kavramlara dayandırılan doğrular, kapitalist Batı’nın çeşitli oyunları ve düzmeceleridir. Düzmece kavramlar dil oyunları ile yaratılmıştır.
Postmodernizm, Aydınlanma sonrası düşüncesinin tüm temel akımlarından radikal bir kopuşa işaret etmektedir. Postmodernizm katıksız bir biçimde felsefi bir gelişme olarak görülemez; o, bir yandan da Batı’nın felaket getiren tarihine karşı bir tepkidir. Bir modernizm eleştirisi olması bağlamında postmodernizmi anlamak, düşünsel anlamda modernizme geri dönmeyi gerekli kılmaktadır. Postmodernizm, modernizme bağlı olmakla beraber, modernizmin tabiatçılığını, bilgiyi sadece bilimsel bilgiden ibaret gören pozitivist anlayışı aşmaya çalışan bir akımdır. Kültürel çoğulculuk, bir ideal olarak kültürel çeşitliliği savunur. Örneğin çeşitli dillere, ırklara ve dinlere sahip kişilerin kamusal alanda eşit temsil edilmesi gerektiği ifade edilir. Modern toplum modelinin bu kültürel çeşitliliği asimile ettiğinden hareketle postmodern yaklaşım bunların siyasal ve toplumsal alanda var olmalarının desteklenmesi gerektiğini öne sürer. Dolayısıyla postmodern yaklaşım modernliğin tüm kültürelliklerin toplumsal bütünlüğün içinde eriyerek benzeştiği asimilasyon politikasına karşın toplumsal ayrımların korunarak ifade hakkı tanınmasını savunan kültürel çoğulculuğu savunur.’’
-Hocam, Postmodern medya, öğrenci psikolojisi ve eğitim yöntemleri üzerinde nasıl bir etki yaratmaktadır? Eğitimin bu dönüşümü daha verimli hale getirebilmesi için medya ve eğitimi nasıl entegre etmeliyiz?
Prof. Dr. Süleyman Doğan: ‘’Eğitim felsefesi; eğitim işini, eğitim alanını, eğitimle ilgili konuları, eğitim- öğretim kuramları ile uygulama arasındaki ilişkiyi, eğitimin sınırlarını, hedeflerini, yöntemlerini sorgulayan bir düşünce etkinliğidir. Gelecekte iddialı bir ülke olarak nasıl bir insan tipi yetiştiriyoruz? Eğitim sistemimizde insan anlayışı, yetiştirmek istediğimiz insan tipinin özellikleri nelerdir? Türk eğitim felsefesinin temel prensipleri, küreselleşme ve eğitime yeniden bakma, geleceğin dünyasında eğitim, insandan devlete eğitim, gibi konuları ve sorunları geniş bir ufuktan değerlendiriyor ve bize önemli ipuçları veriyor. Batının düşünce stokları tükenmiştir. Anadolu, büyük devlet kurma misyonunu terk etmemiş, ertelemiştir. Entelektüel donanımlı insanlar bunları dert edinmelidir. Bizim temel değerimiz
tefekkür olmalıdır. Günümüzde insanı obje haline getirdiler. Tarihî kökleri olan geleneksel insan tipini üretmek için eğitime yeni açılımlar ve yeni vizyonlar kazandırmalıyız. Bu da eğitim felsefesinin insanileştirilmesi ile mümkündür.’’
“Evlilik ve Aile Danışmanlığı”
-Hocam evlilik, aile, çocuklar üzerine çok eserleriniz var. Aile içindeki psikolojik ve sosyal sorunlara çözüm önerileriniz nelerdir? Kitaplarınızda verdiğiniz yöntemler, modern Türkiye’deki aile yapısına nasıl uyarlanabilir?
Prof. Dr. Süleyman Doğan: ‘’Aile konusunda öteden beri evlilik öncesine daha fazla önem verilmesi gerektiği üzerinde duruyorum. Nikâhta elbette keramet vardır. Ancak evlilik öncesini ihmale gelmez.Evlenecek adayların birbirlerini tanımaları için teorik bilgiler ailede ve okulda verilmeli ve nikâh ve aile olmak özendirilmelidir. Bendenizin editörlüğünü yaptığı ve bir bölümde yazdığım Ana-Baba- Çocuk Eğitimi (ABÇE) üst başlığında Ailede Sevgi Dili Eğitim kitabı Selis Yayınları tarafından neşredildi. Kitap hem ailelere hem de üniversite öğrenci ve öğretim elemanlarına hitap ediyor. Sosyal bir varlık olan insanın diğer insanlarla ilişkilerinde iletişim becerileri önemli rol oynar. Etkili bir iletişim becerisine sahip olan birey hem kendisine hem de çevresine kolay bir şekilde uyum sağlayabilir. Bu sayede kendini ayarlayabilmenin yolunu öğrenir ve nerede nasıl davranacağına dikkat eder. Böylece olaylara, durumlara ve geleceğe iyimser bir bakış açısı geliştirir. İnsanın ilişki sahası, merkezden çevreye doğru gittikçe genişleyen daireler şeklinde ortaya çıkar. Bu dairenin odak noktasında aile bulunur. Aile çevresinde dünyaya gelen insan, doğumdan bir süre sonra anlamak, konuşmak, hareketlere tepki vermek gibi ruhi ve fiziki nitelikle davranışlar kazanır.
Aile, özellikle yaşamın ilk yıllarında çocuğun gelişimini destekleyen en önemli kurumdur. Araştırmalar ailenin çocuk yetiştirme tutumunun gelişim üzerindeki etkilerini ortaya koymaktadır. Erken yaşta annelere ve çocuklarına sağlanan desteğin onlar üzerinde olumlu etkileri olduğu belirtilmektedir. İnsanın kişiliğini kazanmasına, hayata hazırlanmasına en çok tesir eden çevrelerin başında aile ocağı gelir. İnsanın ömrü boyunca en çok etkisi altında kaldığı bu aile çevresi, insani ilişkilerin başladığı ilk iletişim alanıdır. Aile ocağında ilişkiler uyum içerisinde sürdürülüyorsa orada çocuklar huzurlu ve mutludur. Aile, insan ilişkilerinin sergilendiği bir sahne gibidir. Çocuk, bu sahnede insan ilişkilerinin bütün yönleriyle gözlemler ve yaşar. Çocuk dünyaya sadece kendi istekleri açısından bakan bir canlıdır.
Eğitimin amaçlarından birisi de çocuğun dünyaya, insanlara ve olaylara sadece kendi istekleri açısından değil de birçok açıdan ve boyuttan bakabilme yeteneğinin geliştirilmesi olmalıdır.’’
-Evlilik ve aile danışmanlığı sürecindeki kritik aşamalarda profesyonel desteğin rolü nedir? Kitabınızda vurguladığınız uygulamalar, aile terapistlerine ne gibi rehberlik sağlar?
Prof. Dr. Süleyman Doğan: ‘’Bizim “Ana-Baba-Çocuk Eğitimi” (ABÇE) ismiyle ortaya koyduğumuz eser bu alanda yazılmış belki de en geniş kapsamlı kitaptır. Bu kitap; başta ana-babalar olmak üzere bu alanda yapılan çalışmalar rehberlik edecek, anne-baba örnek tutumları dâhil; okul öncesi, cinsellik, anne-baba-çocuk iletişimi ve anne-baba-çocuk eğitim konulu derslerde yardımcı kitap olacak şekilde hazırlanmıştır. Ailede Sevgi Eğitimi kitabı tam bir ekip ruhu ve işbirliği ile hazırlanmıştır. Bu eser, on dokuz bölümden ve alanlarında ehliyetli yirmi yazardan oluşmaktadır. Çalışmanın planlanması, yazımı ve redaksiyon gibi aşamalarında büyük titizlik gösteren, her biri alanında uzman olan öğretim elemanlarına ve diğer yazarlar tarafından kaleme alınmıştır. Bu kitap sıfır yaştan yaşlılık eğitimine kadar safhaları kapsıyor. Nasıl insanlar araba ehliyeti almak için yazılı sınava giriyorlarsa evlenmeden önce evlenecek adaylar adeta yazılı sınavı yaparcasına evlilik okullarından belge almaları çok yerinde olur diye
düşünüyorum.
Aile sevgi üzerine inşa edilmelidir. Menfaat üzerine ve bir şirket gibi inşa edilen evlilikler uzun soluklu olmamaktadır. Aile kutsallar üzerine bina edilir. Evlenirken anne babaların rızası gözetilmelidir. Evlilik nasıl başlarsa âdete öyle devam eder. Sosyal bir varlık olan insanın diğer insanlarla ilişkilerinde iletişim becerileri önemli rol oynar. Etkili bir iletişim becerisine sahip olan birey hem kendisine hem de çevresine kolay bir şekilde uyum sağlayabilir. Bu sayede kendini ayarlayabilmenin yolunu öğrenir ve nerede nasıl davranacağına dikkat
eder. Böylece olaylara, durumlara ve geleceğe iyimser bir bakış açısı geliştirir. İnsanın ilişki sahası, merkezden çevreye doğru gittikçe genişleyen daireler şeklinde ortaya çıkar. Bu dairenin odak noktasında aile bulunur. Aile çevresinde dünyaya gelen insan, doğumdan bir süre sonra anlamak, konuşmak, hareketlere tepki vermek gibi ruhi ve fiziki nitelikle davranışlar kazanır. Aile, özellikle yaşamın ilk yıllarında çocuğun gelişimini destekleyen en önemli kurumdur. Araştırmalar ailenin çocuk yetiştirme tutumunun gelişim üzerindeki etkilerini ortaya koymaktadır.
Erken yaşta annelere ve çocuklarına sağlanan desteğin onlar üzerinde olumlu etkileri olduğu belirtilmektedir. İnsanın kişiliğini kazanmasına, hayata hazırlanmasına en çok tesir eden çevrelerin başında aile ocağı gelir. İnsanın ömrü boyunca en çok etkisi altında kaldığı bu aile çevresi, insani ilişkilerin başladığı ilk iletişim alanıdır. Aile ocağında ilişkiler uyum içerisinde sürdürülüyorsa orada çocuklar huzurlu ve mutludur. Aile, insan ilişkilerinin sergilendiği bir sahne gibidir. Çocuk, bu sahnede insan ilişkilerinin bütün yönleriyle gözlemler ve yaşar. Çocuk dünyaya sadece kendi istekleri açısından bakan bir canlıdır. Eğitimin amaçlarından birisi de çocuğun dünyaya, insanlara ve olaylara sadece kendi istekleri açısından değil de birçok açıdan ve boyuttan bakabilme yeteneğinin geliştirilmesi olmalıdır.’’
-Hocam, çok değerli bilgiler sunuyorsunuz. Çok teşekkür ederim. Yakın zamanda biri 4, diğeri 1 yaşında iki çocuğu olan bir anneyle tanıştım. Sohbetimizde oldukça bilinçli görünmesine rağmen çocuğunu döverek eğitmeye çalıştığını fark ettim, bu çok üzücüydü. Her fırsatta dile getiriyorum: Evlenirken sağlık raporuna psikolojik testler ve anne-baba olmaya uygunluk belgesi de eklenmeli. Ehliyetsiz bireylere gerekli psikolojik destek ve eğitim verilmeli. Doğumdan sonra annelere sağlık
ocaklarında zorunlu psikolojik destek ve çocuk yetiştirme eğitimi sağlanmalı. Belki bu konuya dikkat çekebiliriz. Kadına şiddetin kaynağı da bu zeminden besleniyor olabilir. Toplum olarak iyileşmeliyiz…
-Hocam şimdi bu anne ve çocuk nasıl iyileşecek, acil olarak öneriniz ne olurdu?
Prof. Dr. Süleyman Doğan: ‘’Türkçemizde bir deyim vardır, “nikâhta bir keramet vardır” diye. Elbette bu sözün manevi boyutu vardır. Boşuna söylenmiş bir söz değildir. Ancak bunu söyleyerek karı ve koca olacakların önceden teorik bilgileri almalarına mani değildir. Evlenecek erkek ve kadının mutlaka evlenmeden önce hem tecrübe sahibi insanlardan doğru ve düzgün bilgi almaları, yaşanmış tecrübelerden yararlanmaları hem de kitabı olan teorik bilgileri almaları gerekir. Araba kullanmadan alınan ehliyete benzerlik olarak teoride evlilik müessesesini bilmeleri elzemdir. Çünkü insanlar birbirlerine nasıl davranacaklarını, tasa, kaygı, öfke ve kiriz anlarından nasıl ve ne şekilde hareket edeceklerini bilmiyorlar. Böylesi durumlar kısa yoldan boşanmalara sebep olabiliyor. Aslında çocuklar bazı şeyleri küçük yaştan itibaren anne ve babadan görüyorlar. Çünkü ev yaşantısı bir tiyatro sahnesi gibidir. Karı ve koca birbirine nasıl muamele yaparsa çocukta öyle bir tutum ve davranış geliştiriyor. Çocuklara örnek, model ve rol gösterilecek en iyi sahne ev içindeki sahnelerdir. Anne ve baba adeta çocuk açısından bir oyuncudur, çocuk evlilik oyununda sürekli gözlem yaparak. Öğrenme işi önce taklit ile başlar ve tatbik safhasına geçer. Kadına şiddetin kaynağını biraz da yetişme tardında aramakta gerekir. Çocukların yetişmesinde verilen bilinçaltı bilgeler de kadınlara karşı gösterilen şiddetinde tetikleyicisi olabilir. Günümüz şartları değişmiştir. Kadın ve erkek ilişkilerini yeniden ele alarak güncellememiz gerekir. Esik güneş ile yeni çamaşır kurutulamaz. Zaman, mekân ve şartlar değiştiği için, tutum ve davranışlarda da değişmeler olmuştur. Bu şartlara uyum sağlayamayanlar şiddete başvurdukları da görülmektedir. Yeni çıkan bazı kanunlarda ailede huzursuzluklara yol
açabilmektedir.’’
“Mobbing ve Ahlaki Çöküş”
-Mobbing ve ahlaki çöküş konusunda toplumsal problemlere dikkat çekiyorsunuz. Mobbing olgusunun eğitim kurumlarında nasıl bir zarar verdiğini anlatır mısınız? Eğitimde mobbing ile mücadele için hangi adımların atılması gerektiğini düşünüyorsunuz?
Prof. Dr. Süleyman Doğan: ‘’Baştan şunu söyleyeyim mobing bir insanlık suçudur. Mobbing, genellikle iş veya çalışma ortamında bir kişiye yöneltilen sürekli, sistematik ve kötü niyetli davranışları ifâde eden bir terimdir. Bu davranışlar, hedef alınan kişinin psikolojik olarak zor durumda kalmasına, stres yaşamasına, özgüveninin zedelenmesine ve iş gücünün düşmesine sebep olabilir. Mobbinge karşı çıkmak ve tedbir almak önemlidir. İşverenlerin ve çalışanların mobbingi önlemeye yönelik politikaları desteklemesi, iletişimi iyileştirmesi ve çalışanlar arasında saygılı bir işyeri kültürünün teşvik edilmesi gerekmektedir.
Mobbing kavramının üç tarafı vardır; mağdurlar, zorbalar ve seyirciler.
Mobbinge mâruz kalan kişiye ‘mağdur’ denir. Mobbing eylemini uygulayan kişi zorbadır. Üçüncü olarak ise mobbing durumuna doğrudan etkisi olmayan fakat bu duruma şâhit olan ve genelde ses çıkarmayan diğer çalışanlar da seyirci olarak adlandırılmaktadırlar. İş yerinde hedef alınan kişi veya kişilere yönelik belirli süre devam eden; onların çalışma şevkini kıran, psikolojik olarak yıpratan kasıtlı kötü niyetli davranışlar mobbingin kapsamına girebilmektedir. İş yerinde mobbing türleri iki kategoride toplanmaktadır. Birincisi aynı hiyerarşik seviyede bulunan, birbirleriyle fonksiyonel düzeyde ilişkileri olan çalışanların birbirlerine karşı mobbing kapsamına girecek tutum ve davranışları yatay mobbing olarak değerlendirilmektedir. Bu tür davranışlar, özellikle eşit statüde bulunan ve rekabet hâlindeki kişiler arasında uygulama alanı bulur. İkinci olarak, dikey mobbing mevcuttur. Ülkemizde mobbingin en çok görülen şekli budur. Hiyerarşik düzende yukarıdan aşağıya veya aşağıdan yukarıya şeklinde gerçekleşebilmektedir. Meselâ bir âmirin, müdür vb. üst makamdaki kişinin görevinin vermiş olduğu yetki gücünü astına karşı kötü niyetle kullanması bu kapsamdadır. Aşağıdan yukarıya doğru, yani diğer adıyla ters mobbingte ise ast konumundakiler birleşerek üstün yetkesini aşındırırlar. Bu mobbing hâlinde zorbalar, birden fazladır.
Bu hususta astlar dışlama, sabote etme stratejisiyle hareket etmektedirler. Âmirlerinin talimatlarını yerine getirmeme, âmir hakkında asılsız söylentiler çıkarma vb. davranışlarda bulunmaktadırlar. Bu hareketlerin asıl maksadı da kendi işlerinin düzen içinde yerine getirilmesinden sorumlu âmirlerinin, üstlerine karşı başarısız gösterilmesidir. Bir nevi ‘bizim üstümüz bu işe lâyık değil, gördüğünüz gibi düzeni sağlayamıyor’ demektedirler.
-Mobbingin sadece işyerlerinde değil, eğitimde de yaygınlaştığına vurgu yapıyorsunuz. Eğitim kurumlarında bu sorunun önlenmesi için hangi yöntemler daha etkili olabilir?
Prof. Dr. Süleyman Doğan: ‘’Mobbing genellikle aşağılayıcı, küçümseyici, tehdit edici, dedikoducu veya dışlayıcı davranışlar şeklinde ortaya çıkar. Örnekler arasında sürekli eleştiriler, sahte iddialar, alay etme, fizikî veya söslü saldırılar, izole etme, önemli bilgileri gizleme veya kişinin çalışma yeteneklerini küçümseme gibi durumlar yer alabilir. Mobbing, hem kurban hem de işveren açısından ciddî sonuçlara yol açabilir. Kurbanın ruh sağlığını ve genel hayat kalitesini olumsuz etkileyebilirken, işverenin de çalışanların verimliliği ve çalışma şevki ve işyerinin umûmî durumu üzerinde olumsuz etkiler yaratabilir. Mobbinge mâruz mutlaka mahkemeye müracaat etmeli ve haklarını aramalıdırlar. Çünkü mobbing bir insanlık suçudur. Bu suçla mücâdele edilmelidir. Gücü eline geçiren bunu bir baskı aracı, yıldırma aracı olarak kullanırsa o zaman adâlet diye bir şey kalmaz. Kerim devlet hem adaletli hem de merhametli olan devlettir. Onun için mobbing ile topyekûn mücâdele etmek gerekir.’’
-Ahlaki çöküş meselesi, toplumsal normların ve değerlerin eğitimle şekillendirilebileceğini düşündürmektedir. Eğitim sisteminin bu değerleri öğrencilerine kazandırmada nasıl bir rolü olmalı?
Prof. Dr. Süleyman Doğan: ‘’Türk toplumunun ahlaki anlamda bir çöküntü yaşadığı ve yaşanan ahlaki çöküntüye getirilen çözüm önerilerinin millî ahlak düşüncesi çerçevesinde sunulduğu ortaya konulmaktadır. Bu amaç doğrultusunda öncelikle ahlaki çöküntünün tanımının nasıl yapıldığı, yaşanan ahlaki çöküntünün hangi toplumsal alanları kapsadığı ve ne şekilde olduğu ortaya konulması gerekir.Ahlaki çöküntü, maddi sahada yaşanan yenilginin manevi sahada da kendini göstermesiyle belirginleşmektedir. Kişisel çıkar uğruna toplumu ve onu düzenleyen kurumları ayakta tutan ahlaki ilkelerin görmezden gelinmesi veya yok sayılması sonucu ahlaki anlamda yavaş ve sürekli bir çöküntünün eğitim, siyaset ve sosyal hayat gibi alanlarda gerçekleştiği görülmektedir. Millî ahlak düşüncesi toplumların evrensel ahlaki değerlere ulaşırken her toplumun kendine özgü bir yol benimsediği fikrini temel alır. Türk milletinin kendine has yolu; maddi ve manevi değerler arasında köprü kuran Türk- İslam ahlakı olarak kendini göstermektedir. Cumhuriyet döneminde yaşanan ahlaki çöküntüye getirilen çözüm önerileri Türk toplumunun kendi kaynağından beslenen değerlerden meydana gelen millî bir ahlakın benimsenmesi yönünde gerçekleşmektedir. Türk milletinin yüzyıllar boyunca edindiği tecrübenin bir yansıması olan Türk ahlakının eskimiş, unutulmaya yüz tutmuş değerlerinin tekrar gözden geçirilerek sorgulanması ve daha güçlü bir şekilde ortaya konulması gerekmektedir. Evrensel ahlaki değerlere ulaşmanın yolu bir milletin kendi değerleriyle kurduğu sıkı ilişkiye bağlıdır. Türk milletinin evrensel ahlaki değerlere ulaşma yolundaki en büyük görevi Türk kültürünün milli değerlerini tanımaktır. Millet kendi ruh köküne gelirse ahlaki çöküntünün önü bir miktar aşılmış olur diye düşünüyorum. Ahlaki çöküntüye dur demek için toplam olarak topyekûn mücadele etmemiz elzemdir.’’
-Son olarak daha önce Türk Astrofotoğrafçımıza sorduğum bir soruyu size de sormak istiyorum.Bildiğiniz gibi bir yıldızın dünyamıza ışığının yansıması milyarlarca yıl demek, biz baktığımızda gördüğümüz yıldız aslında artık yok, sadece bir yansıma. Hocam, bir gökadada olsaydınız, tabi uzayda dolaşmak şu anki teknolojiyle dahi imkânsız “anlık bir mesaj vermek isteseniz dünyaya belki en kısa, doksan bin yıl sonra ulaşır” diyor ünlü astrofizikçiler fakat bu mümkün olsaydı siz, geleceğe ve insanlığa nasıl bir mesaj verirdiniz, sizin yansımanız ne olurdu?
Prof. Dr. Süleyman Doğan: Geleceğe mesajım… Geçmişini iyi bilen ve geleceği sağlam adımlarla hazırlanan idealist bir gençliğin olması hayal ederdim. Geleceğimize şekil verecek olan gençliğin huzurlu bir şekilde ülkemizi en ileri ülkeler seviyesine çıkarmasını arzu ederdim. İnsanların tüm insanlara saygılı olmaları gerektiğini, barış içinde kardeş olarak yaşamaları gerektiğini söylerdim. Hz. Mevlana’nın bir sözünde dikkat çektiği gibi haykırırdım, "Gök kubbe evim, insanlık ailem" derdim, kısaca.’
-Volkan Konak’ın ansızın vedasıyla hüzünlü başladığımız bayrama yine Kuzeyden esen milli birlik ve beraberliğimizin, biz toplumsal birliğimizi sağladığımızda, milli şuurumuzun güzelliklerini bizlere gösteren Trabzonspor U19’un başarısıyla gururlandığımız bu günlerde; Süleyman Doğan Hocamız ile de ‘’Tarihimiz, köklerimiz, maneviyatımız, birliğimiz, aile, çocuk, eğitim…’’ Diyerek geleceğimizi nasıl inşa etmemiz gerektiğine dikkat çektik.
Yıldızlar kaybolsa da ışıkları yol göstermeye devam eder.
RÖPOORTAJ : Sibel BİNGÖL