Bazı nesneler vardır, seslerini duymayız ama konuştuklarını biliriz ya da hissederiz diyelim. Bir köşeye bırakılmış, tozlanmış bir oyuncak mesela. Onu ilk gördüğümüzde zihnimizde beliren his, geçmişe bir yolculuğun davetiyesidir. Sahi neden bu kadar etkiler bizi? Bir oyuncak nasıl olur da yıllar sonra bile zihnimizin derinliklerinde yankılanan duyguları uyandırır? İşte bu sorular, insan psikolojisinin kıyıda kalmış köşelerine dokunur.
Çocukluk, her insanın en savunmasız ve aynı zamanda en büyülü dönemidir. Bir çocuğun dünyası basit görünür fakat Pi sayısının küsüratı gibi yenilenerek devam eder. Oyuncaklar, bu dünyanın sessiz ama güçlü kahramanlarıdır. Bir ayıcık, bir araba ya da el yapımı bir bez bebek—her biri, bir çocuğun hayal gücünü taşır, korkularına ve mutluluklarına eşlik eder. Onlar sadece oyun araçları değil henüz kavramsal karşılığını bilmediğimiz duygularımızı yansıttığımız köprüdür. Fakat zaman geçer, çocuk büyür ve oyuncaklar unutulur. Peki ya unutulan o oyuncaklar, gerçekten unutulmuş mudur?
Bir Nesnenin Duygusal Haritası
Uzmanlar, çocukluk döneminde kullanılan nesnelerin bireyin duygusal gelişiminde ne denli önemli bir yer tuttuğunu her zaman vurgulamışlardır. Winnicott’un "geçiş nesneleri" kavramı, tam da bu noktada devreye girer. Bir oyuncak ayı ya da bir battaniye, bir çocuğun annesiyle olan bağından yavaşça bağımsızlaşmasını sağlar. Bu nesne, çocuğun dış dünyaya güvenle adım atmasında bir köprü görevi görür.
Fakat büyüdüğümüzde bu nesnelere ne olur? Ne değişir de bir dolabın üst rafına, bir sandığın derinliklerine kaldırılırlar ?Yahut belki de bir ikinci el dükkânında yabancı bir ele geçerler. Yıpranmış, eski, solgun bir oyuncağa baktığımızda hatıraların ağırlığını görebiliriz. Her çizik, her dikiş, her eskimiş köşe, bir hikâye anlatır. Bazen bir koku, bir dokunuş, ya da sadece o oyuncağa dair bir anı bile bizi geçmişe, o saf ve kendimiz olduğumuz zamana geri götürür.
Nesiller Arası Bağlar
Unutulmuş bir oyuncağın değeri, sadece bireyin kendi hayatıyla sınırlı değildir. Bu nesneler, aynı zamanda nesiller arası bağlar kurar. Bir anne, çocukluğunda sevdiği bir bebeği kızına verdiğinde, aslında bir miras bırakır. O oyuncak, sadece bir nesne değil, bir sevginin, bir hikâyenin taşıyıcısıdır. Bu miras, aile bağlarını güçlendiren ve insanın köklerine olan aidiyetini pekiştiren bir bağ haline gelir.
Modern dünyada, teknolojinin hızla ilerlemesiyle birlikte oyuncakların anlamı da değişiyor. Ekranlarla büyüyen çocuklar, fiziksel oyuncaklarla kurulan duygusal bağlardan mahrum kalıyor olabilir mi? Dijitalleşen dünyada, geçmişe dair bu sessiz tanıkları hatırlamak, belki de insanlığın en saf yanını korumanın bir yolu olabilir.
Sessiz Tanıklar Konuşuyor
Bir sandığın derinliklerinden çıkan tozlu bir oyuncak, bize şunu hatırlatır: Geçmiş, her zaman bizimle birlikte. Sessiz gibi görünen bu miras, aslında geçmişin bize fısıldadığı bir hikâyedir. Bazen bu hikâyeyi duyabilmek için, durup bu sessizliği dinlemek gerekir.
Belki de bu hafta, geçirilen vakte hürmeten eski bir dolabı karıştırıp unutulmuş bir oyuncağınızla bağları tazelemelisiniz. O anınızın size ne anlattığını fark edin.
Ve unutmayın: Sessizliğin de bir dili vardır, dinleyebiliyorsanız eğer..