"Bizler üç kıtada at koşturanların torunlarıyız… Kimse bize sınır çizemez."
Bu söz, tarihimizin derinliklerinden gelen güçlü bir iddiayı taşır.
Ancak bu ifadeye farklı bir açıdan bakalım: Gerçekten sınırları çizenler mi güçlüdür, yoksa o sınırları aşanlar mı?
Tarih boyunca milletler, imparatorluklar, hatta büyük devletler bile coğrafi sınırlarla değil, düşünsel, kültürel ve ekonomik sınırları aşarak büyümüştür.
Evet, atalarımız fetihler yaparak sınırları genişletti.
Ama onları asıl büyük yapan, sadece toprak kazanımları değil, o topraklara kattıkları değerlerdi.
Medeniyet götürdüler, adalet dağıttılar, ilim ve sanatı beslediler. O yüzden Osmanlı sadece bir askeri güç olarak değil, bir kültürel ve siyasi deha olarak da hatırlanıyor.
Bugünün dünyasında ise mesele artık harita üzerinde sınır çizmek ya da değiştirmek değil.
Artık zihinsel sınırları aşmak, yenilikte ve gelişimde öncü olmak, bilimde, teknolojide ve sanatta sınır tanımamak önemli.
Tarihteki büyüklüğümüzü sadece geçmişin zaferlerine dayanarak değil, geleceğe kattığımız değerlerle de göstermeliyiz.
Bizi sınırlandıran başkalarının cetvelleri değil, biz kendimizi hangi alanlarda ne kadar ileri götürebiliyoruz, mesele budur.
Artık üç kıtada at koşturmak değil, üç kıtada bilgiye, bilime, sanata ve teknolojiye yön vermek zamandır.
Asıl gücümüz, geçmişimizle övünmekten çok, geleceğe nasıl yön verdiğimizle ölçülmeli.
O yüzden belki de en doğru soru şudur: Bize sınır çizmeye çalışanlar mı güçlü, yoksa biz kendi sınırlarımızı aşabilenler mi?