Bilindiği gibi ilk anayasamız 23 Aralık 1876’da Abdulhamit han tarafından ilan edilen Kanuni esasidir. Bu anayasa ile “1.Meşrutiyet dönemi başlamış / Parlamenter monarşi dönemine geçilmiştir.” Osmanlı’da sınırları çok keskin olmasa da “yürütme Padişahta, yasama meclistedir” kısaca padişahın yetkileri kısıtlanmıştı. Mithatpaşa ve ekibinin hazırladığı bu metin Abdulhamit’le yapılan tahta çıkma pazarlığı sonucu ilan edilmişti. Meclis açılmış, seçimler yapılmış, 69 Müslüman vekil (tamamı Türk değildi) 46 gayrimüslim vekil seçilmişti. Abdülhamit istemese de Osmanlı Rusya ile savaşa sokulmuş ve ağır bir mağlubiyet alınmıştı. Abdülhamit bunun üzerine Anayasa’da ki fesih hakkını kullanıp meclisi kapatmış ülkeyi ikinci meşrutiyet dönemine kadar kendisi yönetmişti.
Anayasa konusunu işlerken tarihi olaylara da değiniyorum. Çünkü Anayasalar yapıldığı tarihe, yapanların kimliğine, olaylara hatta coğrafyaya göre şekillenirler.
İkinci meşrutiyetin ilanı
Merkezi Selanik'te bulunan 3. Ordu'nun gerçekleştirdiği İkinci Meşrutiyet darbesini Selanik'te bulunan İttihat ve Terakki merkez komitesi organize etmiştir.
Merhum Turgut Özal, 25 yıl saklanan röportajında Osmanlı'nın çöküşüne neden olan İttihat ve Terakki ile bugünkü CHP yönetimleri arasında paralellik olduğunu anlatır ve şu tespiti yapar: "CHP'lilerin büyük dedeleri Mithat Paşa ve 'Kinim dinimdir' diyen Ispartalı Hüseyin Avni Paşa ekibidir. Dedeleri ise Jön Türkler ve 600 yıllık Osmanlı devletini 6 yılda yıkmayı becerebilen 3'lü çete: Yüzbaşılıktan paşalığa yükselen Enver, posta memurluğundan paşa olan Talat ve malum Cemal Paşalar...
Cemiyete bağlı subaylardan Resneli Niyazi Resne’de, Enver Bey’in Selanik’te birlikleri ile başlattıkları isyan kısa sürede yayıldı. Osmanlı bu isyanı bastıramadı. Abdülhamit ayaklanmanın ülkeye yayılmasını önlemek için anayasayı yeniden yürürlüğe koyup II. Meşrutiyeti ilan etti (23 Temmuz 1908) Bu tarihe İttihat ve Terakki darbesi denir.
İttihatçılar iktidarı ele alır almaz ve şu değişiklikleri yapmıştı
Padişahın meclis açıp kapatma yetkisi elinden alındı.
Padişahın istediği kişiyi sürgüne gönderme yetkisi elinden alındı.
Padişahın kanunları kabul ya da reddetme yetkisi elinden alındı.
Hükümet, yaptığı işlerden dolayı Padişaha karşı değil, Meclis’e karşı sorumlu olacaktı.
2. Meşrutiyet’le İttihat ve Terakkinin gelişi nelere mal olmuştu.
İttihatçı darbesinden 74 gün sonra Avusturya/Macaristan, 1878'de Berlin Konferansında geçici olarak kendisine bırakılmış olan Bosna-Hersek vilâyetini topraklarına kattığını duyurdu (5 Ekim 1908)
Girit, Yunanistan’a bağlanma kararı aldı
Bulgaristan bağımsız oldu.
Geldik 27 Nisan 1909 tarihinde ki ikinci darbeye (Mustafa Armağan’ın kaleminden)
Ermeni Ayan (Senato) üyesi Aram Efendi,
Draç Mebusu Esad Toptani (bu vatan haini daha sonra paşa yapılmıştı)
Yahudi Selanik Mebusu Emanuel Karasso
Abdülhamid Han’ın vaktiyle iltifatına mazhar olarak Koramiralliğe kadar yükselmiş bulunan üstelik damat Arif Hikmet Paşa,
Sabetayist olduğunu göğsünü gere gere söyleyen Albay Galip Paşa (Pasiner).
Dikkat ediniz! Ermeni, Yahudi, Yahudi dönmesi, vatan haini ve nankör… Bu kişiler Abdülhamit’e Tahttan indirildiğine ait “Hall” fetvasını getirmişti.
O Hall fetvasını Elmalılı Hamdi Yazır kaleme almıştı. Daha sonra “Hayatımda bu kadar ağır bir vicdan azabı çekmedim… Başıma ne geldiyse bunun manevî sillesidir (tokatıdır). Gençlik sâikasıyla (sebebiyle) bir iştir işledim. Allah beni affetsin!’ diye üzülerek bahsetmişti” Prof. Dr. A. Ragıp Akyavaş, Tarih Mahşeri (2 cilt), Ankara 2003
Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’da Abdülhamid’e karşıydı. 1908 Meşrutiyet'inde arabasıyla önünden geçen Abdülhamid'i gören Mehmet Akif; "midesinin bulandığını, yüzünün sarardığını" söyler. Bu karşıtlığı Prof. Dr. Süleyman Uludağ’ın kaleminden aktaralım. (Uludağ 2008: 136-148) Akif’in selefi olduğunu bu nedenle dini anlayış olarak muhafazakâr Müslümanları kollayarak, onları memnun ederek İslâmcı bir siyaset güden, yenilikçi ve inkılâpçı hareketleri bir tehdit olarak gören Abdülhamid’e “İnkılâb istiyorum ben de fakat Abduh gibi” diyen Akif’in anlaşması mümkün değildi.
Selefilik? Kabaca anlatalım: İslam inancının yalnızca Kur’an ve sahih hadislerle şekillenmesi gerektiğini savunur. İslam tarihindeki dört büyük mezhebe bağlı kalmayı gerekli görmez; inananların doğrudan Kur’an ve Sünnetten hüküm çıkarması gerektiğini öne sürerler. (Abdülhamit’le Akif arasında sadece siyasi bakış değil dini anlayış olarak fark vardır) Abdülhamit tasavvufi yönü olan biridir. Akif ise
Sürdüler Türk’e “tasavvuf” diye olgun şırayı; (şarap olmaya yakın şıra)
Muttasıl şimdi ‘hakikat’ kusuyor, Sıtkı Dayı.
Dizeleriyle eleştirir.
“Ulu Hakan ikinci Abdulhamit han” kitabını yazan Necip Fazıl Kısakürek zıt kutuplarda olmaları nedeniyle olsa gerek; Akif için “yarım şair” ifadesini kullanır.
Abdülhamit’in yönetimi için İttihatçılar, dahili muhalifler, yabancı devletler, Bulgar ve Ermeni çeteleri gibi dışarıdan yönlendirilenler “istibdat” suçlaması yaparlar.
N. Nazif Tepedelenlioğlu anlatıyor. Kendisi Abdülhamit aleyhine yazıyordu. Atatürk yazıyı okudu. Nizamettin Nazif’i yanına çağırdı; “Yazını okudum. Abdülhamid’i sevmediğin belli. Sevme Abdülhamit’i. Yine de sevme. Fakat sakın anısına hakaret edeyim deme. Senin kuşağın biraz daha ölçülü kararlar vermeye alışmalı. Bak çocuk. Kişisel düşüncemi kısaca söyleyeyim sana Tecrübe göstermiştir ki, insanların çoğunun kuşkulu olduğu ve sınırlarının düşmanlarla çevrildiği bir devlette, Abdülhamit'in yönetimi büyük hoşgörüdür. Hele bu yönetim 19.yüzyılın son yıllarında uygulanmış olursa” diyerek sözlerini bitirdi.
Abdulhamit tahtı terk ederken; İttihat ve Terakki için şöyle demiş:
Bu memleketi benden sonra 10 sene idare etsinler, 100 sene idare etmiş sayacağım.
27 Nisan 1909 ile Osmanlı’nın teslim olduğu 31 Ekim 1918 arasında sadece 9,5 yıl vardır ve ne acıdır ki Sultanın sözünü ettiği o 10 sene tamamlanmamıştır!
Osmanlının yıkılışına sebep olan İttihatçılardır. 1923’te kurulan Cumhuriyet’in çekirdek kadrosuna sızarak İttihatçı geleneği devam ettirenler çoğunluktaydı iddiası vardır. Bu kadro içinde Masonlar, Sabatayistler ve Batıcı unsurlar önemli yer tutuyordu. Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İstanbul, 2018, s. 201-207.
Çok kişi bilmeyebilir. Kazım Karabekir muhafazakâr ve mütedeyyin kesimde saygın bir isimdir amma ateşli bir ittihatçı idi. Abdülhamid için mutlaka öldürülmesi gerekir diyordu. Ancak onu bir Ermeni veya Yahudi’nin değil kendilerinin ortadan kaldırmaları gerekirdi. Diğer türlü namuslarına halel gelir inancındaydı.
Bugüne kadar yapılan anayasalarda maalesef İttihat ve Terakki mayası vardır. Kısaca 1921 kanuni esasi dışta tutulursa diğerlerinde bu zihin yapısı ayan beyan görünür. 1921 anayasası Kurtuluş savaşını veren TBMM’de, ideallerin öne çıktığı bir metindi. Bu nedenle diğerlerinden farklıdır.
1924 anayasası 1960 ve 1980 anayasaları gibi bir kurucu meclisin eseri değildir. Bugün bu meclis kurucu meclis değildir anayasa yapamaz diyenler bilsinler ki; 1924 anayasasını TBMM; ben en üstün organım. Yeni bir anayasa yapma yetkim vardır diyerek yapmıştır. 24 Anayasası, TBMM’de kurulan 12 kişilik bir komisyon tarafından hazırlanmıştı. Komisyon sözcüsünün açıklamalarında teklif hazırlanırken Fransa’dan çok sayıda hüküm alındığı; yeni hazırlanmış olan Lehistan (Polonya) Cumhuriyeti Anayasasından da yeni anayasa olması nedeniyle yararlanıldığını belirtmişti.
İncelendiğinde 1924 Anayasa’nın “Türklerin Kamu Hakları” başlığı altında düzenlediği “temel hak ve özgürlükleri” fazla önemsemediği görülmektedir.
Anayasayı yapan meclis yapısı ilk meclis yapısından farklıydı. Birinci mecliste muhalif sesler vardı. 1 Nisan 1923 tarihinde meclisin yenilenmesi kararı alınmış ve yeni vekiller özenle seçilmişti. Cumhuriyetin ilanı ve 1924 anayasası bu meclisin eseridir.
20 Nisan 1924 tarihinde Anayasa’nın tümü üzerinde yapılan oylamada Başkan önce “kanunun heyet-i umumiyesinin tayini esami ile reye” sunacakken, yani tümünü açık oylamaya tabi tutacakken, araya düzeltme istemleri girmiş ve Başkan hiçbir açıklama yapmadan oylamayı işaretle yapmıştır. Bu arada istem olmadığından açık oylamaya gerek olmadığına ilişkin bağırmalar olmuştur. İşaretle oylamadan sonra başkan; “İttifaka yakın bir ekseriyetle kabul edilmiştir.” açıklamasını yapmıştır. Dolayısıyla oy kullananların kim olduğu ve kimlerin kabul ve ret oyu verdiğine ilişkin bir bilgi bulunmamaktadır. (Atatürk ansiklopedisi. Yazar Fahri Bakırcı)
Hulasa-i kelam bizim anayasalarımız olağanüstü dönemlerde yapılmıştır.
Sultan Abdülaziz tahttan indirilmiş. İntihar süsü verilerek katledilmişti. Daha sonra kurulan mahkeme Mithat Paşayı idama mahkûm etmiş, Abdulhamit bu cezayı sürgüne çevirmişti. Bu kişinin hazırladığı 1876 Kanuni Esasi ilk anayasamızdır.
1921 Anayasası yeni devletin kuruluşu, istiklal savaşının meclis tarafından yönetildiği adeta ölüm kalım mücadelesinin verildiği olağanüstü şartlarda yapıldı.
1924 Anayasası yeni kurulan devletin dünyada yer bulması şartlarında yapıldı.
Mesela dersek; Lozan antlaşması için Türkiye’nin tapusu deniyor ya.
Bizim 1924 anayasasını kabul ettiğimiz 20 Nisan 1924 tarihinden tam 87 gün sonra İngiltere tarafından 16 Temmuz 1924 tarihinde Lozan kendi parlamentolarında onaylanmıştır. Anlaşmayı tüm tarafların onayladığına dair belgeler resmi olarak Paris'e iletilmiş, 6 Ağustos 1924 tarihinde Lozan yürürlüğe girmiştir.
1961 ve 1982 Anayasaları askeri cuntaların darbe yaptığı zorbalık dönemlerinde yapılmıştır. Bu nedenle sivil bir anayasa şarttır ve ihtiyaçtır.