Dr. Özcan Kars

Tarih: 02.09.2024 15:57

(Sosyal Analiz 3 / Eğitimin Sosyal Yönü-1

Facebook Twitter Linked-in

 

“Yaratan Rabbinin Adıyla Oku”

Kur'an-ı Kerim, Alak Suresi'nin 1. Ayeti 

Okumak öylesine önemli olmasaydı, Yüce Allah insanlığı, insanları yani bizleri muhattap alıp bu ilk emrini bize iletir miydi?

Peki bizler bu İlahi emirin gereklerini ne kadar yerine getiriyoruz?

Okumak sadece harflerin biraraya getirip kelimeleri, kelimeleri bir araya getirip cümleler kurmaktan mı ibaret?

“Okumak” bir fiil / eylem, aktif bir eylem üstelik, ilk okumaya başladığımız günleri hatırlayın “sesli okurduk”. Günümüzde etrafınızda bu alışkanlığını sürdüren kişilere tanık oluyor musunuz? Adam gazete okuyor ve sesli okuduğunun farkında değil, evde tek başına olsa sorun yok…

Sen kendini hiç okudun mu? Kendine okudun mu? Ya da sadece kendin için mi okursun? Okuduklarından içinde yaşadığın aileye, çevrene, topluma düşen payını verdin mi? Hani derler ya; “kendine Müslüman” olanlardan mısın? Oysa her inancın, her dini inancın ille de islam dininin sosyal tarafı görmezden gelinemez. Yani din sadece kişiyi bağlamaz. İçinde bulunduğun topluma katkı sunmak durumundasın…

Bir insanı okumak, bir toplumu okumak, insanlığı okumak ne kadar da bilinçli olmayı, farkında olmayı, çok yönlü olmayı, yardımlaşmayı, bilimler arası dayanışmayı gerektiriyor. Bir çırpıda ağzımızdan çıkıveriyor; “toplum mühendisliği”… peki biz daha buralara gelmeden kendimizi tanıyor muyuz? İçinde bulunduğumuz toplumu tanıyor muyuz?

“Okur yazar” olmak, sadece “sosyo-demografik veri” değildir. Eskiden nüfus sayımları yapılırdı hatırlar mısınız? Hane halkının her birinin eğitim durumu da sorulurdu. Bu kapsamda “okur-yazarlık” eğitim durumunu ifade eden seçeneklerden biriydi? Şimdi önce kendinİz için sonra çevreniz için bu soruyu cevaplayınız: “OKUR YAZAR MISINIZ?” En son ne okudunuz? En son kine ne yazdınız? Bir sosyo-demografik data olarak değil, gerçek anlamıyla, okumakla barışık mısınız? Yazmakla aranız hoş mu? Kendim için cevap veriyorum: Okumakla aram çok iyi, yazmakla ise yeniden buluştum.

Söyledikleriniz, yaptıklarınız ve yazdıklarınız çok önemlidir.

Gelin kulak verelim, sanki daha dün söylenmiş gibi, Yunus Emre Hazretlerinin şu dizeler

İlim ilim bilmekte

İlim kendin bilmekti

Sen kendin bilmezsin

Ya nice okumaktır

Okumaktan murat ne

Kişi Hak'kı bilmektir

Çün okudun bilmezsin

Ha bir kuru ekmektir

Okudum bildim deme

Çok taat kıldım deme

Eğer Hak bilmez isen

Abes yere gelmektir

Dört kitabın mânâsı

Bellidir bir elifte

Sen elifi bilmezsin

Bu nice okumaktır

Yiğirmi dokuz hece

Okursun uçtan uca

Sen elif dersin hoca

Mânâsı ne demektir

Yunus Emre der hoca

Gerekse bin var hacca

Hepisinden iyice

Bir gönüle girmekti

Yunus Emre

 

2024 – 2025 Eğitim Öğretim Yılına başlarken bu soruyu hepimiz kendimize soralım.

Öylesine genç bir nüfusa sahibiz ki; bu yıl zorunlu eğitime gidecek öğrenci sayımız 20 milyon civarında yani nüfusumuzun neredeyse 1/4ü okullu…

Peki okul deyince sizin zihninizde ne canlanıyor? Bu satırları okuyan değerli dostum, ilk okula gittiğin günü hatırlıyor musun?

Ben mi? Hayal meyal hatırlıyorum. İlk hatırladığım okuldan önceki gün saçlarımın “üç numaraya vurulmasıydı” mesela. Çocuklar “akça pakça olmalıydı” demek ki… Berber o eski “koyun kırkma makinesine benzer” şeyle kafamda önce “tren yolu açıp” bir hayli gülerken galiba ben ağladım. Sonra aynanın karşısındaki “koca kafalı” çocuğun ben olduğumu fark edebildim mi bilmiyorum. Yeni ayakkabı, siyah önlük, beyaz yakalık, yeni çanta vs. hatırına gözyaşlarım fazla uzun sürmedi galiba…

Demem o ki dostlar, hayatın en önemli kırılma noktası olan, “çocuğun aileden okula gidişine” toplum olarak hazırlanmak gerek. Anne / babayı hazırlamak, çocuğu hazırlamak, mahalleliyi hazırlamak, yolları hazırlamak vs. Benim gördüğüm en organize hazırlık “marketlerde / AVMlerde. Tüketim toplumu olunca eğitim de tüketimin “öznesi” oluveriyor.

Çocuklar anne ve babalarının söylediklerinden çok yaptıklarından öğrenir. Çocuklarımızı okula hazırlarken sözlerimize dikkat ettiğimiz kadar yaptıklarımıza da dikkat etmeliyiz.

Neyse biraz dağıttım galiba. Sözlenecek / yazılacak o kadar çok şey var ki… Şimdi belki de bazıları “senin haddine mi, eğitim hakkında yazmak” diyebilir. Ama Hadsizliğimi bağışlayın ancak, yazının başlığı eğitimin sosyal yönünü yazmak da kimsenin tekelinde değil, olmamalı zaten.  Kaldı ki, doktorasını “Sosyal Bilimler” alanında (Sosyal Hizmet) yapmış olmam, üniversitelerde ders vermiş olmam, evladı nedeniyle yakın zamanda eğitim sistemi içinde çocuğu olan bir kişi , bir veli olarak da görüşlerimi paylaşabilmeliyim. Bir gönüllü olarak dernek ve vakıflarda çalışmalara destek veren kişi olarak (Üstün Zekalı ve Yetenekli Çocuklar Derneği bunlardan biri mesela) benim de söyleyeceklerimin olması doğal değil mi? Ama bu ülkede sağlığı konuşmak için hekim değilsen, eğitimi konuşmak için “eğitimci (?)” değilsen, spor alanında konuşmak için “sporcu” değilsen söylediklerin dikkate alınmayabilir. Bir kez daha söylüyorum her bir konu, ihtisas / uzmanlık gerektirir ama bu alanın çok taraflı olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz.

Azıcık da güncel durum…

Bizim toplumumuzda çocukların büyüdüğünün göstergelerinden biri de, çocuğun okula gidiyor olup olmamasıdır. Hatta ebeveyneler birbirine “seninki / seninkiler kaça gidiyor?” sorusunu tanışma sorularının arasına almışlardır.

Eğitimden çocuk ne bekliyor? Ebeveynler ne bekliyor? Toplum ne bekliyor? Dünya ne noktada? Biz eğitimde neredeyiz? O kadar deli sorular ki bunlar, “bırak Hocam kafa karıştırmayı” demeye başlayan var mı aranızda?

Eğitim öğretime başlayacağımız bu günlerde çılgın (kime göre, neye göre?) bir soru sorayım mı? “Okulsuz toplum mümkün mü?” Dikkat ediniz lütfen “eğitimsiz / öğretimsiz toplum mümkün mü?  Demedim. Digital dünyada çocukların bizlerden daha hızlı bilgiye ulaştıkları bir dünyada “okulların misyonu / amacı” ne olmalı?

Gördüğünüz üzere daha çocukların okula adımlarını yeni yeni atacakları bugünlerde biz yetişkinlerin kafası ne kadar net acaba? Ya da toplum olarak bu konulara kafa yoruyor muyuz?

Okul ücretleri, okul servis ve yemek masrafları, okul kırtasiye ve araç gereçleri, çocukların ihtiyaçlarının “maddi boyutu” enine boyuna” yazılı ve görsel basında tartışılıyorken, “ya bu çocuklar bu eğitimden ne istiyorlar acaba?” diye soruyor muyuz? Sormuş olanlar mutlaka çıkmıştır, çocukların bu görüşlerine ne kadar “kulak kabartıyoruz?” ya da “kulak arkası ediyoruz?”…

Her yeni durum aslında alışmayı, uyum sağlamayı gerektirir. Yenilik doğası gereği şaşkınlık yaratır. Hele hele çocuk daha önce önünden hiç geçmediği, bahçesinde hiç oynamadığı, kendisini tamamen “yabancı hissettiği” bir ortamda en hafifinden “kendisini rahat hissetmeyecektir”. Ana sınıfları ve ilkokul birinci sınıflar için bir uyum haftası uygulaması başlatıldı. Ben bu uygulamayı tüm eksikliklerine rağmen “olumlu yanları çok” olarak değerlendiriyorum.

Keşke 3 yaş üzeri bütün çocuklarımız “okul öncesinde” “okullaşabilseler” de, bu “uyum haftasına” gerek kalmasa. 

Çocuğun eğitimi okul öncesinden başlayıp, doktora eğitimine kadar giden bir süreç. İnsanın “kendini gerçekleştirme ihtiyacının karşılanmasında” okullarımız ne durumda? Okullarda öğrenci odaklı yaklaşımlar konuşulurken, tüketim endeksli bir eğitim mi? / Üretimi özendiren bir eğitim mi? Öğrencilerimiz eğitimin öznesi mi? Öğretmelerimiz öğretmekten eğitime zaman ayırabiliyorlar mı? Genelci eğitim mi? Eğitimde bireysel ihtiyaçlar ne kadar dikkate alınıyor? 

Mevcut durumda çocuklar okullarda ne kadar mutlu? Anne / babalar okullarda (resmi / özel) verilen eğitimden ne kadar hoşnut?

Eğitimde okul, öğrenci ve aile işbirliği sağlanabiliyor mu?

Okullarımız özel gereksinimli çocukların ihtiyaçlarını da karşılayabilecek fiziki ve teknik yapıya sahip mi? 

 her daim canlı olması dileğiyle, saygı ve selamlarımla...    

Canın Özünden, Can-ı Gönülden … 

Dr. Özcan Kars 

 2 Eylül 2024 / saat: 12:40

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —