Bizdeki müebbet muhalefet, erbabı ebret (ihtilaf), Suriye ve Libya konusunda
“ne işimiz var Suriye’de, ne işimiz var Libya’da” diye zırvaladıkça; gündemle ilgili birkaç yazı kaleme almıştım. O yazılardan bazı bölümleri hatırlayarak yol alalım.
Suriye ile 877 Km sınırımız var. Sınır çizilirken aileler bölünmüştü. Öyle bir bölünme ki; kardeşin birinin evi Suriye’de kalmış, birinin Türkiye’de, 1516’da Osmanlı tarafından fethedilen Suriye, Osmanlı’nın önemli bir parçası idi. ABD 10 bin Km öteden gelecek Suriye’de ne işin var demeyeceksin, Türkiye için ise ne işimiz var orada diyeceksin. “Aman ha! Sakın ha!” tonlamalı ikazlar. Bunları söylerkende; her zaman yaptıkları gibi istismar düğmesine basarak Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözüyle iddialarını bir buyruk haline getirip güçlendirmeye çalışırlardı.
Uğur Mumcu “Bu memlekette banka soyarken kar maskesi, darbe yaparken Atatürk maskesi taktılar” demişti. Sadece bu iki kesim mi? Suç işleyen hemen her müzmin muhalif Atatürk istismarı yapıyor.
Muhalefete ait vekilin arabasında kaçak elektronik sigara yakalanınca bakın ne demiş “Kurucu önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ilkeleri ve hedefleri doğrultusunda ülkemizin tamamında ve şehrimiz Edirne’de çalışmalarımı sürdürmekteyim”
Halk dilinde “Lâfa bak hizaya gel” diye bir deyim var. Biraz değiştirip “Zırvaya bak hizaya gel” demeli. Kurucu önderin ilkeleri diyene bakın. Bu ilkeler altı ok olarak CHP’nin amblemidir. Atatürk ilkelerini bilmiyorsan biz sana sayalım.
1.Cumhuriyetçilik 2. Milliyetçilik 3. Halkçılık 4. Devletçilik5. Laiklik 6. İnkılâpçılık
Bu ilkelerin içerisinde “Kaçakçılık” diye bir ilke var mı? Pek muhterem vekil
Asıl konumuza dönersek; ABD zararlısı sınırımızda yeni bir devlet kurma peşinde, Hem Suriye hem de Türkiye’nin toprak bütünlüğü tehlikede, sen kalkıyorsun ne işimiz var orada diyorsun. Yakın tarihe bir bakalım dünyada neler olmuş.
Yıl 1938 Avusturya’yı ilhak eden Nazi Almanya’sı gözünü Çekoslovakya’ya dikmişti. Onlardan da Almanca konuşan Südet’ler bölgesinin kendilerine bırakılmasını isterler. Siyasi duruşlarına bakınca hem İngiltere hem de Fransa yöneticileri ne pahasına olursa olsun savaştan uzak durmak istiyordu. Bu nedenle aşağıdaki tavizi verdiler. Alman diktatör Adolf Hitler ve İngiltere Başbakanı Neville Chamberlain el sıkışır ve Südet bölgesinin Almanya’ya verilmesine Münih anlaşmasıyla karar verirler. Hatta İngiltere ve Fransa; Çekoslovakya’ya “anlaşmaya uyması” için Ültimatom verdiler.
Chemberlain İngiltere'ye barışı garanti altına aldığını düşünerek dönmüş ve parlamentoda yaptığı konuşmada “Onurlu bir anlaşma ile yüz yılın savaşını durduk der.”Bunun üzerine Churchill kendisine çok sert ve bir cevap verir. Özet olarak “Onurunla savaşman gereken yerde, korkarak kaçtın ve ahlaksızca Çekoslovakya’yı Hitler’e sattın! Hitler orayı yuttuktan sonra Londra’da patlayacak bombaları ve Hitlerin askerlerini burada göreceksin” der. Nitekim bir yıl sonra ikinci dünya savaşı başlamıştır ve Hitler’in uçakları Ekim-1940 tarihinden Haziran 1941 tarihine kadar “Blitz (Yıldırım saldırı)” operasyonlarıyla Londra’yı tam sekiz ay boyunca bombalamıştır. İngiltere bu saldırılardan Hitler’in 1941 Haziran ayında Rusya’ya saldırmasıyla kurtulmuştur.
Bunları niçin anlattım? Churchill; ülkesinin başbakanının korkak davranmasını eleştirmiş tehlikeyi öngörmüş ve haklı çıkmıştı. Sonuçta bir felaket yaşanmıştı. Suriye konusunabizimde önümüzde böyle bir tehlike vardı. Ya korkacağız, iğdiş edilmiş bir siyasi figür olacağız ya da çıkarlarımız için sonuna kadar diplomasinin inceliklerini de kullanarak netice alacaktık. Olmadı savaş gerekti, o zaman da savaşacaktık.
Prusyalı general ve askeri teorisyen Carl von Clausewitz "Savaş, diplomasinin başka araçlarla devamıdır." Sözünü boşuna dememiş.
Cumhurbaşkanımızın “Bugün Kamışlı ’da, Resulayn’da, Tel Abyad’da İdlib’de vermediğimiz savaşı, yarın Şırnak’ta, Mardin’de, Hatay’da Gaziantep’te, vermek zorunda kalırız. Çünkü senaryonun asıl hedefi Suriye değil, Türkiye’dir. İstediklerini alanlar, namluları hemen Türkiye’ye çevirecektir." Demiştir. Bir devlet başkanı Türkiye üzerine yapılan planı daha açık nasıl ifade etsin?
Rusya ile son yıllarda diplomasi ile sağlanan ilişkileri doğru okuyamıyoruz. Bu ilişkiler karşılıklı çıkar ilişkileridir. Bizim insanımızın garip bir naifliği var. ABD ve NATO bizi üzdü diye neredeyse Rusları Aşere-i Mübeşşere’den sayacağız.Daha düne kadar Moskof ( acımasız zalim) diyorduk. Tekrar edersek İngiltere dışişleri bakanlarından Lord Palmesston’un şu iki cümlesi hariciyede kuraldır.
“Devletlerin ebedi dostları ve düşmanları yoktur. Sadece çıkarları vardır.”
“İngiltere’nin ebedi dostu ve düşmanı yoktur. Değişmez çıkarları vardır.”
Suriye konusunda biz güvenli bölge oluşturalım derken; Rusya “güvenli bölge” meselesini Esed rejimi ile Türkiye arasında “sınır güvenliği” noktasına indirgemek istiyordu. Bu ne demekti? Esed’in sınırlarımızın dibine gelmesi demek hem rejim üniforması giymiş PKK, PYD, YPG demek, ayrıcaTürkiye’de ikamet eden Suriyelilerin geri dönmemesi demekti. Rusya bunu bilmiyor mu? Kaba deyimiyle domuz gibi biliyordu ama işine öyle geliyordu.
Mültecilerin geri dönüşü niçin istenmiyordu? Bunun sebebide; Suriye'nin iç savaştan önceki nüfusu 22 milyon civarındaydı. Bu nüfusun yüzde 60'ı Sünni Arap, yüzde 10'u Sünni Kürt, yüzde 5'i Türkmen, yüzde 10'u Nusayri Arap, yüzde 10'u Hıristiyan Arap ve yüzde 3'ü Dürzi Araplardan oluşmaktaydı.
1970 darbesinden bu yana Suriye %10’luk Nusayri nüfustan baba Hafız Esed ve oğlu Beşar Esed tarafından yönetilmektedir. Yeni yapılacak bir anayasa ile gidilecek seçimi kazanması imkânsızdır. Bu nedenle de Suriye’nin boşaltılması diğer plan yapanların İsrail ve ABD yanında Rusya ve Esed’in de öncelikli hedefi idi. Yüzde 60 Sünni nüfus ülkeden kovulmalı ki Esed rejimi devam etsin. Görüldüğü gibi Türkiye dışında herkes aynı fikirde idi. Zaten ABD ve İsrail, Esed’in varlığından son derece memnundu. İsrail istediği zaman bombalıyor karşılık verilmiyordu. Esed’in kaçışı İsrail’i üzmüş olmalıdır.
Rusya, çıkarları gereği Suriye’de önce Akdeniz’i, sonra da buradaki varlığını teminat altında tutacak bir yönetimi istiyordu. Burada çıkarlar dostluktan önce geliyordu. Bizde Libya’da hükümetin yanında olduk ve o sayede “deniz yetki anlaşması” yaptık
Hulasa edersek; “dost ve müttefiklik yok, stratejik müttefiklik vardır” Uzunca bir süredir bize karşı yapılan gayri nizami/hibrit bir savaş vardır ve biz bunun için ABD ve Rusya’nın bulunduğu bir yerde üç harekât yaptık ve askerimizi Suriye’de tuttuk.
Etrafımız ateş çemberi, güç olmadan, güç kullanmadandiplomasi yeterli olmuyor.
Türkiye artık “Vur ensesine al ekmeğini” ya da “Konuşur konuşur bir şey yapmaz” diye bilinen Türkiye değil. Ne dediysek ne işaret verdiysek altı doludur.
Esed’e gel konuşalım dedik gelmedi, sonuç ne oldu? Kuyruğu sıkıştırıp defoldu.
Öcalan TBMM’de Dem Parti grubuna gelsin, örgütü feshettim desin dedik mi?
Dedik. Bekleyelim bakalım.